Bu da nereden çıktı, demeyin, geçen gün kiviyi soymaya kalktım, baktım ki, elma kadar rahat soyulmuyor.

Bu da nereden çıktı, demeyin, geçen gün kiviyi soymaya kalktım, baktım ki, elma kadar rahat soyulmuyor. Düşündüm-taşındım, elma gibi soyulmayacağını bilmeme rağmen, zihinsel karışıklılık içinde kivinin, elmaya göre kabuğunun ince kendisinin daha narin bir meyve oluşu, bireysel ve toplumsal ilişkileri çağrıştırdı birden…
                           Bazen alışılmışın dışında yazı yazmak, cinsel olmayan zihinsel fantezilerde okuyucuyu buluşturmak, yazarda bir uç olarak görülse de bazen hoş karşılanmalı ve ihtiyaç olarak kabul görmelidir…
                           Kivi meyvesinin kültürümüze girmesi, yenilmeye ve alışılmaya başlaması çok yeniyken, elmanın kültürel yapımızda, ikramlarda yer alması çok eskiydi. Kuzey Çin'e özgü bir bitkinin türlerinden olan Kivi, Antik Çin'de tedavi amaçlı kullanılırken anavatanı Çin olan bir meyvedir. Kivi ülkemize ilk olarak 1988 yılında Yalova’da bulunan Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü tarafından İtalya’dan getirilmiştir. Kivi üretimi ilk kurulan kivi bahçelerinin tam verim çağına ulaşmasıyla birlikte istatistiklere ilk olarak 1994 yılında girmeye başlamış, C vitamini bakımından zengin, sevilen bir meyvedir. Elmanın anavatanı Anadolu’yu da içine alan Güney Kafkaslardır. Ekolojik şartların uygunluğu ve gen merkezi olması nedeniyle elma, yurdumuzun hemen her yerinde çok eski yıllardan beri yetiştirilmektedir. Bizim burada vermek istediğimiz, bu meyvelerin yaşadığımız toplumda benzeştiği insan tipimizle olan ilgisidir.
                           Meyveyi soymanın bir beceri olduğunu bilmek, onu  soyarken bile kabuğunu rastgele değil, bıçağın ağzının keskinliği kadar eli kullanmanın bir beceri olduğunu yeniden yaşamak ve soyulan kividen-elmadan verim alabilmenin, bilgi kadar uygulamadan geçtiğini tekrar yaşamak, toplumumuzdaki insanlarla olan iletişim kadar önem arz ettiğini hissetmek ve okuyucuya hissettirebilmek yazara düşen bir sorumluluktur…
                           Kivinin bireyselci kullanımındaki resmiyet, elmanın köyünden-köşesine ve şehre, her kesime hitap edişi, günlük merhaba gibi bir samimiyetti. Elmaya, hemen hemen her bahçede, her iklim bölgesinde rastlamak, ele almak, onu soyarak veya soymadan yemek mümkünken, kivide böyle bir şey söz konusu olamazdı. Elmanın, her eve girerek, evdekilerle bütünleşen halkçı tarzıyla, kivinin her eve girmeyip, herkes tarafından bilinmeyen ve girdiği evde çok kabul görmeyen, bu meyveyi yediğini söyleyenlerin, attığı  parasal ve havasal tarz; sanki,  aristokrat kişilerin merhabalaşmasına benziyordu. Soyulmadan, onun inceliğini bilmeden yemek, onunla dost olmak, çok zordu. Sanki, girdiği evde alıcısına-yiyicisine tepeden bakar gibi bir hali vardı. Kivinin, aslında bir suçu da yoktu, girdiği evde,  bu aristokrat yapısından dolayı horlanıyor, pek değer bulmuyor gibiydi… Tadı yerinde, vitamini bol, kabuğu soyulunca iç rengi güncel olmasına karşın, evde kıyıya-köşeye konuyor; evdekilerle bütünleşemiyordu.
                          Bu, aynen cumhuriyetin kuruluş değerlerini ve inkılâpları erken özümseyip okuma-yazmayı öğrendikten, kültürel kurallara uyumu erken sağladıktan sonra, halk tarafından aristokrat sıfatı alan; aslında içinde vitamini bol olup, konuşulduğu-diyalog kurulduğunda kendisinden vazgeçilmesi zor olan kivi tarzıydı. Yeni rejimi özümsemede inkılâpları tanımada geciken, birilerinin kötülemesi ve baskılarıyla ortada kalıp ötekileştirilen, tadı-rengi yerinde olan halk ise, kültürel yapımızın vazgeçilmezi kabul edilen elmayla eş değer sayılan insanlarımızdı. Bizlere düşen görevse, birini, diğerine tercih etmek yerine, ikisinin de kendine has tarzını, söylemini, içimizde özümsemek ve ikisinin de vitaminini tek vücutta buluşturmak olmalıdır ki, verim alınabilsin, sağlıklı yaşam ortaya çıkabilsin…!?
                         Kivinin ince ve tüylü kabuğunun altındaki mineraller ile elmanın kalın ve koruyucu kabuğunun altındaki vitaminler iyi bilinirse; evde aynı kaba konan bu iki meyvenin alımlı hali yanında, tek başına çalımlı olmaya uğraşan kivinin,  elmayla bütünleşmesi gecikmeyecektir.  Bu da, benzetmelerle vermeye çalıştığımız aristokrat görünen insanımızla, halk tipi insanımızın birbirilerini tanımada veya tanıtmadaki beceriksizliğimizi ortadan kaldıracak, toplumda geç kalmış birlikteliğimizi güçlendirecektir.
                          Kısacası; kivinin inceliğindeki soyma dikkatimizi, elmanın kalınlığındaki soyma dikkatimizle birleştirince, yenilecek her iki meyvenin de tadına doyum olmayacaktır… 
                          Kivinin duruşunda bir aristokratlık, elmanın duruşunda bir halkçılık, ayvanın duruşunda ise, bir kabadayılık vardır, ama üçü de bizim meyvemizdir.    
                          Hadi, hayırlısı…!
 
 
                                                                                                                                                                                              
                                                                                         29.01.2017
                                                                                       Yrd. Doç. Dr.
                                                                                  Hayrettin Parlakyıldız
                                                                           E-posta: hparlakyildiz@mynet.com