Her gün yeryüzünün bütün ıssız köşeleri de her yerde bir hayat başlar.

Nefes alan her canlı, doğa ananın koynundan beslenme telaşına düşer.
Canlılardan sadece insanoğlu doyumsuzluk duygusu içerisindedir.
Bir tek o, egosuna mahkûm olmuş bir halde, kendisine bahşedilmiş günlerini dünya malına heba eder.
“Biz o insanlardan olmak istemiyoruz. Biz o insanlar gibi yaşamak istemiyoruz.” Deseniz de artık imkansızdır. Çünkü yeryüzünde bir tek aldığınız nefes bedavadır.
Her şeyi geride bırakalım ve mesela şöyle bir şey hayat kuralım mı kendimize?
Bir yer düşünün, deniz kenarında ya da çok sevdiğiniz el değmemiş denecek kadar güzel bir yerde yaşamak istiyorsunuz.
Sevdiğiniz insanlarla bir arada emeğinizi veya küçük tasarruflarınızı birleştirerek kendinize yeni bir hayat kurmayı arzuluyorsunuz.
Diyelim ki emekliliği hak etmiş veya yaşadığınız dayatmacı hayata rest çekmiş insanlar olarak bir araya geldiniz ve mümkün olan uygun bir araziyi satın aldınız.
Ve yine diyelim ki minimize hayatı sağlayacak mekân oluşturdunuz.
Mutlaka meyve ağaçları dikecek, sebze bahçesi yapacaksınız.
Toprağınızın uygun bir yerinde en az 10-15 tavuk, belki de bir- iki koyun kuzu beslemeyi de düşüneceksiniz.
Sonra bir bakacaksınız içinizden biri bir müzik aleti çalıyor olacaktır.
Akşamları şarkı türkü sesleri gırla gidecektir.  
Biriniz çıkacak diyecektir ki “boş oturmayalım” diyerek ahşaptan oyuncaklar yapmaya girişecek,
Aşka geldiniz ya artık üzüm bağınız, salçanız, küçük bir tarlanızdan elde edeceğiniz organik buğdayınız, reçeliniz de dahil birçok şey üretmeye başlayacaksınız.
Felsefe aristokratların işidir derler ama olsun. O uzun ve mutlu gecelerinizde felsefe yapmaya başladınız.
Okudukça dolacak, düşündükçe açılacak, konuştukça kendinizi tanıyacaksınız.
Sonra kiminiz şiir yazacak, kiminiz beste yapacak, kiminizde öyküye romana oturacak
Bunlar olmaz mı? Bal gibi olur…  
Kısaca anlattığım bu basit ütopik düşünceye sizler kim bilir daha neler neler eklersiniz.
İhtiyaçlarınızı karşılayacak kadar çalışmak ve sakin, dingin bir yaşamı oluşturmak neden o kadar zor olabilir ki?
Ya da bizi engelleyen nedir ki?
Küresel kapitalizmin kahrolası dayatmacı tüketimci kültürü bizi koyun sürüsüne çevirmiyor mu?
Yaşadığımız hayatın çobanı olanlar var.
Biz ne kadar çok çalışırsak çalışalım bizi çalıştıranlar semirmekte.
Pozitif benliğinizi oluşturmanızın erdemi ile yüksek kültür ve aydınlanmanın ışığında banal çıkarcı, kendini beğenmiş, aşağılık ruh halli, huzursuz ve her türden hırsız tipleri kendinizden uzak tutarak, dingin bir hayatı kurmanız neden mümkün olmasın ki?
Ama bu hayalimizi gerçekleştirmek için dahi demokrasiye, bireysel özgürlüklere ve akla inanan özellikle siyasilerin ve sonrasında da devlet yöneticilerinizin varlığı olmazsa olmazımızın olduğunu bilmeliyiz.
Eğer bunu bilmezsek ve bu arzumuzu canımız kadar korumazsak, her hastalıklı düşünceden kimi yobazlar kendisi gibi düşünmüyorsunuz diye gelir kapınıza dayanır, hayatı zindan eder size.
Bir ailenin mutluluğu, sadece anne baba ve çocukların birbirini sevmesi ve sayması ile mümkün değildir. Önemli olan o aileyi güçlü kılacak gerçek özgürlük savaşçısı hukuk sisteminin ve o sitemin parçası olan insanların, her türlü kanunsuzluğa ve yolsuzluğa dur diyecek kadar asil ve namuslu olması ile mümkündür.
Ne diyorduk?
Mutlu bir yaşam için nasıl yaşayacağımızı mı tartışıyorduk?  
İster kapı komşumuz, isterse ülke komşumuz olsun, komşusu huzursuzken, komşusu açken tok gezmekle mutlu olmak da mümkün değildir.
Sonuç olarak;
Ailede sulh, yurtta sulh cihanda sulh parolamız olsun.
Bu vesile ile seni bir kere daha yad edelim Mustafa Kemal Atatürk.
Ruhun şad olsun.