Biz Türklerin tarih hafızasında Filistin’in ayrı bir yeri vardır.

Ortadoğu ve Türk tarihi açısında üzüntülü bir finalin de adıdır Filistin.
İngilizlerle birlik olan Arapların, Türk askerlerine düşmanca saldırısının da hikayesidir.
Aslında Filistin meselesi, Osmanlı tarihinin en çetrefilli ve en duygusal cephesidir.
Gerçek olan şudur; Arapları İngilizlerle birlik olup Osmanlıya savaş açıp Türk askerini Filistin’den çıkarmıştır.
Dr. Cemal Kemal  “Osmanlı’nın Filistin Cephesi’ndeki Son Muharebesi” başlıklı makalesinin sonuç bölümünde de şu tespitlerde bulunmuştur.
“Filistin Cephesi, Kanal ve Hicaz Cephelerinin devamı olarak icra edilmiş, Araplar’ la iskân edilen tüm Osmanlı topraklarının, Hicaz ve Bağdat Demiryolu Hatlarının elden çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Filistin Cephesi’nde, 4 ve 8.Ordular imha olmuş, 7.Ordu büyük zayiat vermiş, 2.Ordu Filistin Cephesi’ni takviye için kullanılmıştır. Birinci Dünya Harbi’nin son senesinde, mevcut sekiz ordudan dördünün görevlendirildiği, 1, 3 ve 6. Orduların takviye birlik gönderdikleri hesaba katılırsa, Osmanlı’nın askeri gücünün yarısından fazlasının Filistin Cephesi’nde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Filistin Cephesi’ndeki 7.Ordunun 26 Ekim 1918’de Halep kuzeyindeki en son savunmayı, 2.500 askerle yapmış olması, zayiatın ne denli büyüklüğünün göstergesidir. Osmanlı’nın kesin olarak yenilişinin ve teslim oluşunun ön koşullarını hazırlayan Filistin Cephesi’ndeki muharebeler, yalnız askeri ve siyasi sonuçları bakımından değil, muharebe zayiatı bakımından da çok büyük boyutlara ulaşmış, Osmanlı’nın sosyo-ekonomik yapısını olumsuz etkilemiş, Anadolu’da kadınlar, çocuklar, yaşlılar, hastalar ve eşkıyalar kalmıştır.       
Filistin Cephesi’ndeki muharebelerin kaybedilmesinde; İngilizlerin askeri güç üstünlüklerine ilave olarak, propaganda faaliyetleri, harekât alanının kuzeyinde Ermenilerin, güneyinde Cihat çağrısına uymayan Arapların isyan etmeleri, Yahudilerin istihbarat ve birlik sağlamaları etkili olmuştur. Araplar ve İngilizler, 27 Ekim 1918’de Bağdat ve Hicaz Demir Yolu Hatlarının birleşme noktası olan Halep kuzeyindeki Müslimiye İstasyonu’nu işgal ederek, Filistin ve Irak Cephelerinin birbirleriyle olan irtibatını ve ulaştırma yollarını kesmişlerdir. Filistin ve Irak Cepheleri, birleşik kaplar esasına göre savaş süresince birbirlerini karşılıklı olarak etkilemişlerdir. İngilizler, 11 Mart 1917’de Bağdat’ı ele geçirdikten sonra, 26 Mart 1917’de Gazze Taarruzunu başlatmışlar, 25 Ekim 1918’de Halep’i ele geçirmeyi müteakip, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ne aykırı olarak, 5 Kasım 1918’de Musul’u  9 Kasım 1918’de İskenderun’u işgal etmişlerdir. Filistin Cephesi çökünce, Irak Cephesi de çökmüş ve sonuçta Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’ni devam ettirme imkân ve kabiliyeti ortadan kalkmıştır.”
Filistin’le ilgili Türklerin hikayesi bu şekilde noktalanmıştır. Ve Araplar sözüm ona Osmanlı’dan ve Türk askerlerinden kurtulmak isterken, özgürce yaşadıkları Filistin’i becerisizlikleri ve kadir kıymet bilmezliklerinin nişanesi olarak Yahudilere teslim ederek İsrail Devletinin kurulmasına da olanak sağlamışlardır.
Bugün için Türkiye ve Türk halkı hâlâ ve ısrarla insani değerler bağlamında Filistin halkının yanında yer alırken, Filistin topraklarını ve Filistin halkını ABD  ile hesaplaşma arenası olarak görerek ABD’nin Ortadoğu’daki, ileri karakolu da olan İsrail Devletine saldırmayı ABD’ye saldırmak olarak da değerlendiren kimi Arap devletleri ve hatta onlardan çok ileri notada olan İran ve Rusya yıllar yılı Filistin halkını çeşitli örgütleriyle maniple ederek İsrail’e karşı kışkırtmış ve her seferinde Filistin halkının terörist İsrail Devleti karşında can ve toprak kaybına sebep olmuşlardır.
İşte birkaç gündür Filistin’de İran destekli HAMAS örgütünün eylemlerini dehşete kapılarak izliyoruz.
İran’ın egosunu tatmin eden HAMAS’ın İsrail saldırılarının kaybedeni ne yazık ki yine Filistin halkı olacaktır. İsrail eline geçen bu durumdan istifade ile Filistin halkının elinde kalan yerleşim yerlerini de yerle bir ederek ellerinden alacaktır. Kaybeden Filistin halkı olacaktır.
Ben buradaki durumu öyle masumca değerlendirmek istemiyorum. İran destekli HAMAS örgütünce İsrail’e karşı yapılan saldırıdan MOSSAD ve CIA’nın haberinin olmamasını akla, mantığa ve işin doğasına aykırı buluyorum.
MOSSAD ve CIA saldırıdan kesinlikle bilgisi vardı ve bu bilgi ışığında belirli kayıpları göze alıp dünyanın gözünde haklı görünme fırsatını da yakalayacağını düşünerek HAMAS örgütünün saldırı plan ve faaliyetlerini görmezlikten geldiği ve hatta dolaylı yoldan desteklemiş olabileceklerini de değerlendiriyorum.
Propaganda açısından eline büyük bir fırsat geçen İsrail, olasılıkla başta Kudüs olmak üzere bir çok Filistin gettolarını yok ederek İsrail’in kendince kendi içindeki çıbanbaşı noktaları ve yerleşim yerlerini insansız hale getirecektir.
Bizde ise durum gerçekten enteresandır.
İstanbul’da birçok mülteci elinde Filistin bayrakları ile eylemlere başlamış, içimizdeki kimi dinci çevreler Mehmetçiğimizi Filistin’e müdahaleye çağırmıştır.
Düne kadar ağzına Türk lafı almayanlar bir anda Türklüğün arkasına sığınarak Türk askerini göreve çağırmış, hatta insanlarımızı Filistin’e gitmeleri konusunda teşvik ederken dualarıyla onları destekleyeceklerini söyleyecek kadar saçmalamışlardır.
İçimizdeki Filistin sevdalılarını üç aşağı beş yukarı hepimiz tanıyoruz ve biliyoruz. Onların elini tutan kimse yoktur. Buyursunlar Filistin orada. Gitsinler ve ağıtlar yaktıkları Filistin’e sahip çıksınlar ve bu uğurda harp etsinler.
Türkiye’nin demokrasi hoşgörüsünden yararlanarak şeriat çağırısı yapanları, laik Türkiye Cumhuriyeti düzenini değiştireceğini dahi iddia edenler bir elleri yağda bir elleri balda mabatlarını yaya yaya büyütürken benim Mehmetçiğimi ve devletimi Filistin batağına sürüklemeye çalışmasınlar.
AKP ve MHP iktidarına önerim; ülkelerini savunmayan veya ülkelerini yaşanmaz hale getirdikten sonra Türkiye’ye kaçan ve ellerine aldıkları Filistin bayrakları ile İsrail’i lanetleyenleri Filistin’e göndersin.
Türkiye, vatanlarını savunmak yerine vatan savunma savaştan kaçanların sığınağı ülke olmaz. Türkiye kaçkınların vatanı değildir ve asla da olmamalıdır.
Çünkü herkes emin olsun ki bu kaçaklar, bu vatan sevmezler kendi ülkelerinin bu hale düşmesinin de ana sorumlularıdır. Ellerine geçecek ilk fırsatta Türkiye’yi de yangın yerine çevirerek yine kaçacaklardır.
Yazıma Mustafa Kemal Atatürk’ün 1925 yılına ait Kastamonu konuşmalarından bir kesitle noktalıyorum.
Çünkü gidişatımız iyi değildir. Yobazlar gemiyi iyice azıya almışlardır. Devlet adamlarımızı laik devlet düzenimizi korumak için hassasiyete  davet ediyorum.
“Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.”