Tam yüz yıl evvel 24 temmuz 1923 ‘te Lozan Antlaşması imzalanmıştı.

Bugün hâlâ gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında Lozan Antlaşmasına düşman olanların varlığı inkâr edilemez.
Bu düşmanlığın nedeni de bellidir. Bu anlaşmayı Tük milleti imzalamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletini Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öncülüğünde Kuvayı Milliyeciler kurmuştur. Ana sebep budur. Hazımsızlıktır. Kurtuluş savaşında Türk milletinden ve Mustafa Kemal’den yenilen tokadın acısıdır.
Son derece çetin muharebeler, iç isyanlar ve kanlı savaşlar sonucunda Lozan Antlaşması ile Türk Milleti kendi bağımsız devletini kurmuştur.
Kurulan devlet Türk devletidir.
Bugün adına ister Ermeni artıkları deyin ister şeriatçılık kisvesi altında Türk devletine, Türk Milletine ve Atatürk’e saldıran, düşmanlık eden bağnaz siyasal dinci yobazlar deyin, ister ayrılıkçı Kürtçüleri deyin, isterse adına Batı emperyalizminin beslemesi neoliberaller deyin; adının önemi yoktur, kim oldukları hiç fark etmez.
Hepsi bir bütün halinde hareket etmektedirler ve ortak düşman olarak gördükleri Türklüğe, Türk Milletine, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyet devletine saldırmaktan geri durmazlar, durmamaktadırlar.
Ne yazık ki bugün din adamı kılıklı maşalar, devletin laik düzeni üzerinden çağdaş Türk devletini yıkmak için büyük mücadele verirken, zannımca en büyük desteği de yine emperyalist devletlerden almaktadırlar.
Bugün için çok rahat hareket edecekleri bir alan bulmuş olarak nefret söylemlerini dile getirerek Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e saldıranlar, emin olunuz ki Türkiye hızla şeriatçılık düzenine geçirmek için fırsat kollayanlardır. Şeriat düzenine geçmiş bir Türkiye emperyalizmin kolayca idare ve müdahale edebileceği bir devlet olacaktır.
Emperyalist destekli yobaz siyasal İslamcılar tıpkı FETÖ örneğinden yola çıkarak, tecrübelerinden istifade ederek ve gerekirse FETÖ ile sırdaş ve işbirliği içinde olarak  devlet kademelerinde ve Türkiye’nin sosyal hayatında kadrolaşarak devleti ele geçirmeye çalışabilirler.
Ama şunu hiç kimse unutmasın ve ir kenara not etsin, yarın öbür gün şartlar değişip, devletin cumhuriyet savcıları cesur şekilde laik devlet düzenine sahip çıkma adına yasaları uygulamaya başladığında, ne kadar şeriat aşığı siyasal İslamcı yobaz varsa tümü tası-tarağı toplayım ya Avrupa’ya ya da ağa babaları olan ABD’ye sığınacaklardır.
Yine şunu herkes kafasına soksun.
Bizler Atatürk’ün ilke ve devrimlerine inanmış, demokratik laik sosyal hukuk devletinde yaşamayı seçmiş, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Kuvayı Milliyecilerin evlatları, torunları ve nesilleri olarak bu toprakların ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin savunucularıyız.
Bizler birileri tarafından finanse edilen, organize edilen insanlar değiliz. Bizler Atatürk’ün, ilke ve devrimleriyle yaktığı çoban ateşleriyiz.
Yüz yıl önce Lozan Antlaşması ile kurulan, yedi devletin sırtını yere getiremediği Türk Milletinin kuruduğu yüce Türk devletinin evlatlarıyız.
Bu devlet bizim özgürce yaşamamız için Atalarımız tarafından kurulmuştur.
Biz de bizden sonraki nesillerimize onu sapa sağlam olarak devredeceğiz.
Değerli okurlarım;
Lozan Antlaşmasının bir bürün olarak özeti, mevcut anayasamızın başlangıç metninde ve değişmez maddelerinde kaleme alınmış şekilde durmaktadır.
Türksüz ve Atatürksüz yeni bir devlet kurmak sevdasında olanların en büyük hedefi anayasamızın başlangıç metnini ve değişmez maddelerini ortadan kaldırmaktır.
Bu düşüncede olanlar hem Türk Milleti’nin hem Türk yurdunun, hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün baş düşmanlarıdır.
Onlara sorarsanız iddiaları bellidir. Özgürlüktür, demokrasidir ve barıştır.
Ama sakın onlara güvenmeyin.
Çünkü bunların koltuk altlarında ve beyinlerinin bir köşesinde Türk Milletinin infaz emri saklıdır.
Ne yazık ki içimizdeki kişisel hırslarına, makam ve mevki ile maddi çıkarlarına aşırı düşkün zavallılar büyük bir gaflet ve delalet içinde anayasamızın değişmez maddelerine düşmanlık edenlerin taşeronluğunu yamaktadır.
Karanlık dehlizlerinde, örümcek bağlamış beyinleriyle Atatürk düşmanlıklarının Nirvana’sındaki siyasal yobaz takımı, yıllar yılı Lozan Anlaşmasının gizli maddeleri olduğu aldatmacasıyla saf ve cahil halk yığınlarını kandırmayı başarmışlardır.
Lozan Antlaşması milli mücadelenin büyük zaferidir.
Bu zaferle Meclis-i Mebusan da kabul edilen ulusal sınırlarımızın hattını belirleyen MİSAKI MİLLİ’yi gerçekleştirmeye çalışan bir anlaşmadır.
Bu anlaşma Osmanlı Devlet adamlarının devleti ekonomik olarak batırdıklarının göstergesi ve israfı olan Duyun-u Umumiye borçlarını ödeyerek Türk Milletinin boynundaki kölelik tasmasını kıran, bağımsızlığımızı sağlayan anlaşmadır.
Bu anlaşma; Anadolu’nun Türk yurdu olduğunu, Ermenilere verilecek bir karış toprağının olmadığını ispatlayan anlaşmadır.
Bu anlaşma ile Türkün öz kardeşi ve kandaşı olan Kürtlerin, Türklerden ayrılmayacağını ispatı bir anlaşmadır.
Bu anlaşma; Türk Milletinin temelinden tavanına binlerce can vererek kuruduğu Osmanlının yıkılışı karşında   kendi başının çaresinde bakmak zorunda kalan Türk Milletinin kendi ulusa devletini ilan eden bir anlaşmadır.
Sonuç olarak;
 Lozan Antlaşması Türk Milletinin ulus devletinin kanla imzalanmış tapu senedidir.
Ne içimizdeki hainler, ne de dışımızda bulunan emperyalist devletler bu tabuyu elimizden alamayacaktır.
Bizim hâlâ Misak-ı Milli bağlamında güney hudutlarımız emperyalistlerin çizdiği sınırlarca gasp edilmiştir. Irak ve Suriye’deki Türk ve Kürt soydaşlarımız ne yazık ki esaret altında yaşamaktadır.
Oralarında Kıbrıs Türkleri gibi özgürlüğüne kavuşturulması gerekir.
Bunu da uluttuğumuzu kimse sanmasın.
 
Kaz Dağları
Basından takip ediyorum. Cumhuriyet gazetesinde okudum. Son bilgilere göre;
“Pumice Madencilik, daha önce iki kez durdurulan altın madeni projesi için tekrardan bakanlığa başvurdu. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği projeye karşı çıkarak "Kaz Dağları’na bir hançer daha vurulmak isteniyor.”
Altın madeni aranmak istenen bölge ne yazık ki yaşam alanlarına çok yakın;
“Proje alanı Kısacık Köycü’ne 500, Güzelköy’e 1000, Baharlar’a 1900 metre mesafe. Koşuburnu  köyünün domates tarlalarını sulayan Akçin Göleti ise ÇED alanının hemen altında. Ayvacık Barajı’nı besleyen su kaynakları da ruhsat alanı içindedir ve projenin bölgenin su kaynaklarına, ormana ve yabani yaşama büyük zarar vereceği belirtilmiştir.”
Kaz dağları çok geniş coğrafyanın su deposudur.
Küresel ısınmanın ve susuzluğun hat safhaya çıkacağı önümüzdeki yıllarda KAZ DAĞLARI’nın su deposu olarak değeri çok daha fazla ortaya çıkacaktır.
Sırf birileri para kazansın diye KAZDAĞLARI toprakları ve yer altı sularının yaşamsal değeri yok edilmemeli ve zehirlenmemelidir.
Siyasal iktidar ve devlet adamları, Türkiye’nin sürdürülebilir bir yaşam döngüsüne sahip olmasını sağlamayı gaye edinmeli ve gelecek nesillerinin hakkı olan doğayı, önceden tüketilmesine ve yok edilmesine engel olmalı KAZ DAĞLARI’na sahip çıkmalıdır.
Doğaya verilecek her zarar gelecek nesillerimizi, yurtsuz ve çaresiz bırakacaktır.
KAZ DAĞLARI’mızın yağmalanmasına, talan edilmesine doğasının ve yer altı sularının zehirlenmesine müsaade edilmemelidir.
Bu topraklar sadece biz yaşayanların değil, bizden sonra yaşayacak olan nesillerimizin de ana vatanlarıdır.
Gelecek nesillerimize zehirlenmiş ve talan edilmiş bir vatan bırakmaya hakkımız olamaz, olamaz, olmamalıdır.