Türkiye’de en çok tartışılan devlet kurumlardan biri eminim ki Diyanet İşleri Başkanlığıdır.

 AKP’nin yoğun destek verdiği ve özellikle sahip çıktığı Diyanet İşleri Başkanlığı, yine AKP’li yılların en çok tartışılan ve vazifesi sorgulanan kurumudur.
Diyanetin sürekli artan personel ve yıllık bütçesi ihtiyacı, hemen hemen herkesin dikkatini çekmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı personelinden kimilerinin devletin önemli başka kurumlarının başına yönetici olarak atanması ve işini ve torpilini ayarlayan birçok diyanet personelinin kolayca devletin çeşitli kurumlarına geçiş yapması da milletin merakına tabidir.
Çünkü Diyanet, başka kurumlara geçen personelin yerine yeni işe alımlar yapılıyor.
Bu durum yıllardır sürüp gidiyor.
Kendi köyüm de dahil yıllardır üç beş kişiyi geçmeyen cami cemaatine namaz kıldırmak için Diyanet İşleri köylere imam atamaktadır. Ama aynı köylerdeki çocuklar taşımalı eğitim sistemi ile okullara götürülüp getirilmektedir.
Diğer önemli tartışma konusu ise; Diyanet İşleri Başkanlığı varken, memleketin her yerinde pıtrak gibi çoğalan cemaat ve tarikatların varlığına ihtiyaç duyulması ayrı bir sosyolojik vaka olarak sorgulanmaktadır.
Toplumumuz, “her türlü kadro ve gideri devlet tarafından karşılanan Diyanet İşleri Başkanlığı nerede hata yapıyor da bunca cemaat ve tarikatlar kendilerine toplumda yer bulabiliyor” diye merak içerindedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bir kamu kurumu olarak yeniden elden geçirilmeli ve toplum için faydalı olduğu kadar bütçe ve personel tahsis edilmelidir.
 
Depremin gözümüze soktuğu acı gerçekler
Devletin en büyük kurumu her halde Silahlı kuvvetlerdir. Silahlı Kuvvetler; sahip olduğu personel, ülke genelindeki teşkilat yapısı, araç ve gereçleri ile devletin varlığının en önemli göstergesidir. Hal böyle olmasına rağmen, çok ama çok büyük bir felaket karşında Türkiye’nin bu gücünü yeterince kullanmadığına ve felaketi idare etmede yetkilendirilmediğine şahit olan Türk Milleti üzüntü içindedir.
Büyük organizasyonlar gerektiren felaketler planlamasında TSK’nın ikincil kurum haline getirilmesinin bedelini, ne yazık ki felaketzedeler ödemektedir.
Yüzyıllardır Türkiye’nin ve Türk Milletinin her felakette sırtını dayadığı Türk Ordusu, bu depremde ne yazı ki aldığı emir ve yapılan planlamadaki kendine verilen sorumluluklar çerçevesinde, ilk anda ortalıkta görünememiştir.
Türk Milleti Ordusuna yaslanmak yerine enkaz harabeleri arasında kendine yer bulmaya çalışmaktadır.
 
Basın, vatandaşın haber alma özürlüğünün göstergesidir
Vatandaşların haber almadaki en büyük gücü özgür basındır. Vatandaşlar ülkede yaşanan her türden olumlu ve olumsuz durumları, basın vasıtasıyla öğrenir.
Ne yazık ki Türkiye’de basın yeteri kadar özgür değildir. Basının özgürlüğü iktidara yakınlığı ve uzaklığı nispetinde belirlenmektedir.
Klasik manada yandaş basın olur da hükumete övgüler dizerseniz, olasılıkla devlet tarafında, RTÜK tarafında pek rahatsız edilmezsiniz. Ama iktidarı zora düşürecek gerçek anlamada haberler yapmaya kalkarsanız ,cezalarla karşılaşmaya hazır olmalısınız.
Dün İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener “haber suç değildir” diyerek uzun bir basın bildirisi yayınladı. Bu uzun bildiriden bazı pasajları sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Çağımızın en önemli güçlerinden biri de basındır. Milletin haber alma hakkı da anayasal güvence altındaki vazgeçilmez bir haktır. Milletimiz günlerdir ekran başında, felaket bölgesinde ne olup bittiğini öğrenmeye çalışıyor. Üzülerek görüyorum ki; canlarımız, devletin kendilerine uzanacak elini beklerken, devleti idare eden iktidar, RTÜK üzerinden milletimizin bu hakkına müdahaleye hazırlanıyor.
Bazı yayınlara dair eleştiri hakkımı saklı tutarak hatırlatmak isterim ki bu süreçte, yakınlarından ve bölgeden haber almak için çırpınan aziz milletimizi bilgilendiren, felaketin boyutlarını gözler önüne seren, enkazdan müjdeler vererek, hepimize nefes aldıran yayınlar, aba altından sopayı ya da cezayı değil takdiri hak ediyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, ‘Asrın felaketi’ derken bu acıya dair bilgileri, felaketin boyutlarını milletimize ulaştırmak suç değil, olsa olsa durum tespitidir. Hiç kimse unutmamalıdır ki; özgür medya bir gün herkese lazımdır. Ve özgür bir medya, özgür bir toplumun en önemli kazanımıdır.  Aziz milletimizin haber alma hakkını koruyup kollamak adına, depremin ilk dakikalarından itibaren, sorumlu yayıncılık yapan bütün gazetecilerin ve televizyonların yanında olduğumuzu ilan ediyor, haberciliği cezalandırmayı düşünenleri de bu büyük hatadan dönmeye davet ediyorum.”
Basın özgür olmalıdır. Basın oto kontrol yapı ve anlayışla özgürce haberlerini vatandaşa duyura bilmelidir.
Basının sustuğu yerde dedikodu ve kara propaganda başlar.