.

En basit siyaset, sanırım tam da bu olmalı.
Olasılıktan söz edip, ver veriştir. Kim; “hayır asla olamaz” diyebilir ki?
Son günlerde, bir furya oldu, olasılık üzerine gelen söylemlerle, ver veriştir..
Akşam olunca, ben de bazı olasılıkları düşünürüm. misal: Dünya küre, boşlukta dönüyor. Dönüş Hızından azıcık düşme olsa, uzay boşluğu yani sonsuzluk da, dünya ne olur acaba? gibisinden..
Eskilerin bir sözü vardır hani; “Hiç ölmeyecek gibi bu dünya için, yarın ölecek gibi, öte taraf için..” tam da böyle bir duruma yol açan, bazı gecelerdeki olasılık ağırlıklı düşüncem ardından, “Ölüm de var…” der geçiveririm çoğu kez…
Olasılık önemli mesele elbet. Lakin olasılık üzerinden ver veriştir de nereye kadar…?
“Gerçekler acıdır, biber de acıdır…”  deyip, 90’ lar dan kalma espri yapacağım. Çünkü, “ver veriştir, olasılık üzerine” hikayesini, 90’lardan adam gibi adam, Dalyan gibi adam, Kemal ağabey düşürdü aklıma.
Her şey, Dalyan gibi adam, kankam Kemal ağabeyimin WhatsApp’ tan bana paylaştığı anlatım ile boy gösterdi. Tıpkı, Dalyan gibi adam, boyu posu yerinde Kemal ağabeyim gibi etki yarattı paylaşımda sözü geçeler. Olasılığı hayli fazla göz önüne alınarak geliyordu yani detaylıca kelimeler.
Başlığı, güncel iddialarda dile gelen türden di denilenlerin; "CEHENNEM ÇUKURU"
Öyle ya, bu aralar hereksin dilinde, olasılığı hat safhada senaryolar eşliğinde şu tepkiyle dile gelen Cehennem çukuru…
Sonrasında; “siyanür ve altın ayrıştırma üzerine... “ denilerek, bir alıntı metin eşliğinde;''Altunam aldım seni...'' ifadesi geçiyor ve geliyordu, bilimsel terimler eşliğinde denilenler.
“Siyanür aslında bir bileşiktir. C ve N elementlerinden oluşur. Uzaktan bakıldığında karbonata benzer. Deneyler için genelde toz şeklinde temin edilir.”  Şeklindeki bilgiler altı çizilerek veriliyordu.
Gelelim sonrası denilenlere; “Bir şişenin içerisinde durduğu ve temas etmediği sürece kimseye zararı yoktur.
Ama temas ettiği zaman ppm (part per million) milyonda bir seviyesindeki miktarlardan itibaren yaşamı tehdit etmeye başlar.
Çok hızlı şekilde etki ettiğinden dolayı çok çok şanslı iseniz, çok az miktarda aldıysanız (100 ppm ve daha az) ve tam teşekküllü bir eğitim araştırma hastanesine yakınsanız ve bu alanda deneyimli bir ekibiniz varsa, ellerinde amil nitrit varsa (Antidot olarak kullanılır) hayatta kalma şansınız vardır.
Eğer solunum yoluyla aldıysanız o kadar vaktiniz yoktur. Acıbadem kokusunu burnunuz algıladığı an artık siyanür zehirlenmesine maruz kaldığınızı yada kalmak üzere olduğunuzu bilin.”  Uyarısı eşliğnide kaleme alınıyordu, sonrası denilenler.
Bu arada demeden edemeyeceğim. Hazır acı badem kokusu demişken, “Badem ve Kayısı çekirdeği içinde de siyanür var…” kısacaı, badem ve Kayısı Çekirdeğinin fazlasını tüketmeyin, baygınlık yapıyormuş bir anda…
Son günlerin en çok dilenen siyanürü için, bir aralar da Bergama’da kopuyordu kızılca kıyamet. Onca tepki, onca gösteri, onca eylemin adıydı Bergama. Sonra ne mi oldu? Denildiği gibi, kötü senaryo gerçek olmadı. İhtimal ve olasılıklar yaşanmadı, belki de ondan olmadı tahmin edilenler.
Günümüze dönelim jet hızıyla. Bırakalım 90’ ları şu bir kenarda.    
Dalyan gibi adam, kankam Kemal ağabeyden gelen paylaşımda geçenlere döneyim. Deniliyordu ki; “Şöyle bir kötü özelliği vardır siyanürün. Merkezi Sinir sistemini etkiler. Bu nedenle zehirlenmeler çok yüksek oranda ölümle sonuçlanır.”
Bu anlatım, anladığım kadarıyla seyretilmemiş siyanürün tehlikesiydi. Hani, dile gelen Cehennem Çukurlarında siyanür hangi şekilde olacak, onu da tam öğrenmek gerek mesela.
Paylaşımdaki yazıda; “Altınla Siyanürü bir araya getiren şey nedir?” sorusuna yanıt sunuluyor,  kaleme alınan denilenler şöyle geliyordu;
“Altının en büyük özelliklerinden bir tanesi doğada bileşik yapmadan saf hale yakın bulunmasıdır. Filmlerde dere yataklarında ellerinde elekle altın arayanları hatırladınız değil mi?
İşte onlar altının saf olarak dere yataklarında, toprağın içindeki elle tutulabilen, gözle görülebilen boyutlardaki halini ararlar. Altının büyük parçalı olmayan, ufak tanecikli hali ise, altın yataklarının içerisinde milyonlarca ufak parça halinde geniş arazide toprağın derinlemesine bulunur.
Şöyle düşünün, tonla toprak var ve içinde küçük boyutlar/ağırlıklarda altın cevheri bulunuyor. Bunu tek tek elle bulabilmek imkansıza yakındır.
Siyanür burada devreye girer. Ne yazık ki şöyle bir özelliği vardır siyanürün. Siyanür, tıpkı kesme şekerin sıcak çayın içerisinde karıştırıldıkça kaybolması gibi, içinde altın olan toprağı siyanürlü su ile yıkadığınızda toprağın içindeki altını katı halden sıvı hale getirir ve çözeltinin içine alır. Siyanürlü o çözelti çok yüksek oranda altın barındırır. Sonra o çözeltiye klor gazı verdiğinizde altın çözeltinin içinde katı halde çöker. Sonra kurutup, külçe haline getirip piyasaya sürersiniz.”
Dahası anlatımlar da vardı, konuya ilişkin. Beni en çok etkileyen sözler şu satırda geliyordu;
“Siyanürlü çözeltiyi güneş ışınlarına maruz bıraktığınızda UV ışınları CN yi parçalar ve görece daha az zararsız hale gelen bir çözeltiniz olur.”
Güneş devrede olunca, tıpkı dünya dahil diğer içinde barındırdığı sistemi gibi, hayata anlam katıyormuş. Gel de güneşi sevme…”
“Sorun ne?” sorusuna da yanıtlar sunuluyordu, bu kaleme alınan ve alıntıdır vurgusunda bulunulan paylaşımda yer bulan.
Olasılık hesabına girilerek, olasılıktan hat safhada söz edilerek deniliyordu sözler. Nasıl mı? Cehennem çukuru ismiyle söz edilen çukurdan bahisle;
“ O kazdığınız havuzun altını, o suyun yeraltına sızmaması için branda gibi bir izolasyon malzemesi ile kaplarsınız. O brandada toplu iğnenin ucu kadar dahi sızmanın olmaması gerekir. Hele ki FAY HATTININ HİÇ OLMAMASI GEREKİR. OLURDA DEPREM OLURSA o aşağıdaki bez hem üzerinde suyun ağırlığı hem de depremin etkisi ile yırtılabilir.”
İşte, olasılık hesabı ve tahmini yürütülen kötü senaryo. “Deprem çok şiddetli geldi. Bölgede taş üstünde taş kalmadı.”
“O vakit ne olacak?” diye bir soru da benim aklıma geliveriyor.
Böylesine bir depremde, kaçımız enkaz altında kalacak, kaçımız yaşayacak kim bilir…?
Kötü senaryoya karşı, ne önlemi alabiliyoruz bizler bölgemizde?
Deprem, hayattaki en gerçeğimiz iken, şu Çukurdan söz edilirken mi gelecek sadece akıllara?
Daha da ne deli sorular geliyor insanın aklına. Olasılıklar o kadar çok ki gardaş. Hangisinden söz edelim..!
Olasılık üzerine siyaseti, sadece ses getiren meseleler de mi yapacağız hep…?