Artık ömrümün son demlerini Çanakkale’de yaşamaya karar verdiğimden beridir çok huzurlu ve mutluyum.

Çanakkale biz Türklerin Çin seddidir.
Çanakkale geçilmez.
Geçerse de sadece biz Türk Milleti geçebiliriz ve geçtik.
Çanakkale’nin doğası, havası ve insanı ile kısa sürede beni sarıp sarmaladı.
Benim gibi bir çok “emekli kaçkını” dostlarımla mutlu bir hayat sürmeye çalışıyorum.
Çanakkale’de olmanın, Çanakkale’de yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu Çanakkale’ye gelince anladım.
İyi ki de Çanakkale’ye yerleştim.
Tüm varlığımla Çanakkale’nin ve Çanakkalelilerin hizmetindeyim.
Emret Çanakkale!....
 
DOSTLAR NEREDESİNİZ?     
(Çok eski bir yazımdır. Sanırım 2008’lerde yazdım. Daha kırklı yaşlarda İstanbul’daydım.)
Onlarca yıl önce, geçimliğin olmadığı yerlerden göçmüştük büyük kentlere…
Biz mi büyük kentleri mahv ettik, büyük kentler mi bizi mahv etti bilemem…
Ben höllüğe sarılı bir bebekken göçmüşüz Ankara’ya.
İlkokula başladığım yılları hatırlıyorum…
Dikmen sırtları alabildiğine meşe ve çamla kaplıydı.
Çankaya tarafında da bademden armuda, kirazdan şeftaliye çeşit çeşit meyveler ve ağaçlar vardı. Dikmen vadisindeki meyve bahçelerinin çeşitliliği, bolluğu sıradan şeylerdi o zamanlar ve dereden su içerdik.
Hâlen 25 kuruşumu kaybettiğim yerden her geçişimde gözlerim o parayı arar…
Ankara’nın deresinde bayırında, çelik çomak, limon, lik, goga, saklambaç oynadığımız yerler gelir aklıma.
Ne yazık ki yıllar geçtikçe hatıralarımızı yaşadığımız yerler daraldı,  beton yığınları ezdi geçti.
Şimdilerde o yerler birkaç sararmış resimde kaldı…
Her kokunun bir hatırası,
Her rengin bir manası vardı bizim için.
Ne koku kaldı nede renk…
Koca koca şehirlerde, topraktan uzak yaşar olduk.
Geçenlerde Bodrum’da sevdiğim bir dostun yanına uğradım…
Küçücük şirin bahçesinde mandalinanın, portakalın ilaçsızını tattım.
Öyle güzeldi ki...
Kokusunu unutmuşum portakalın kabuğunun, mandalinanın kokusunu hatırladım…
Aslında ben özlemeyi de özler oldum…
Bahar meyvesini ayrı, kış meyvesini ayrı özlerdik...
Meyveden vaz geçtim kör olasıca teknoloji sayesinde, Fizan’da da olsak bir kuru mesaj, bir kuru sesle haberleşiyoruz .İnternet çağı ile her yere yakınlaştı.
Her yerde görüntülerdeyiz.
Kelimeler kısaldı “mrh, slm, ii” ile yozlaştı şiirsel anlatımlar. 
Her şey yozlaşsa da,
Ne gözden göze giden yol,
Ne de sıcak bir nefesin yerini alamadı hiçbir şey…
Teknolojinin yarattığı duygusuz evrenin, yitik uydularında mekânız yaşıyoruz.
Bir sohbet kadar güzel şey yokken, art niyetli telefon dinlemeleriyle gizlimiz saklımız kalmadı artık.
Çocuklarımızın ve bizim yüreğimizdeki gönüllere, ekecek tohum da bulunmaz oldu…
Üç beş arkadaş olmasa , dost köprüleri de yıkılıp gidecek…
Ve bir gün…  
-         Duydun mu? Kim hastaymış biliyor musun?
-        Duydun mu? Kim rahmetli olmuş biliyor musun? 
Cümlesi ile karşılaşınca hayıflanıp duracağız.
Bir gün bir yerlerde sessizce yitip gideceğiz…
O nedenledir ki
Bir yerlerde bir dostunun olduğunu bilmek, arayıp sormak, ziyaret için fırsatlar yaratmak zor olmasa gerek…
Ne para, ne mal ne de mülk…
Yaşama sevincinin sır kapısı, baharı yaşamaktır, dost sohbetidir.
Dostlar baharı yaşatır insana.
Dostu insana yeter her zaman…  
Dostlar neredesiniz?…
Sesimizi duyan var mı?
Sesimizi duyan var mı?