Bazı şeyler insanın elinde değildir. İnsan içtenlikle ve tüm samimiyetiyle elinden gelen her şeyi yapar. Ama, bir şey olmayacaksa da olmaz.

Umut, bir insanın en büyük enerji ve yaşam kaynağıdır.

Umudun varlığı, gelecek günlere güvenle bakmak demektir.

Geçmişin çöplüğünde kalması gereken çözümsüz meselelerle uğraşmak, beyhude çabadır.

Sorunlarla yüz yüze kaldığımızda, çözüm odaklı düşünmemizde fayda var.

Diyelim ki sorununuz belli.

Ve sorununuz sizden çözüm bulmanızı bekliyor.

Bu durumda önünüzde iki, hatta üç seçenek var demektir.

Birinci seçenek, sorunun köklerine inerek, soruna sebep olan gerekçeleri ortadan kaldırmaktır.

Bu yöntem, geçerli bir yöntem olsa da insanı yoran bir yöntemdir.

İnsanda yorgunluğa ve yılgınlığa sebep olabilmektedir.

İkinci seçenek, sorunu yok saymaktır.

Sorunla yaşamaya razı gelmek demektir.

Bu yöntem, en berbat ve en huzursuz çözüm tarzıdır. Kimseye bu çözüm tarzını önermem.

Benim hem kişilik ve hem de bilimsel manada sorunlara yaklaşımım üçüncü yolu olan “çözüm odaklı” yaklaşımdır.

Sorunla kısaca yüzleşir, sorunun ne olduğunu tespit eder, ardından da sorunu nasıl bir kalıcı çözüme ulaştırırım diye düşmenizi öneririm.

Kişisel sorunlarımı en iyi kişilerin kendisi bilir diye düşünürüm.

O halde kişisel sorunlarımıza, en doğru çözüm yolunu da yine kendimiz bulabiliriz.

Unutulmamalı ki sorunların çözümlü olması kişiyi mutlu eder. Bunalıma sürüklemez ve geleceğine umutla ve pozitif bakmasına neden olur.

Müzmin sağlık sorunları hariç her sorunun mutlaka bir çözüm yolu vardır.

Sorun çözmede bireyden toplumsal sorunlara geçmek istediğimizde de yöntem aynıdır.

Kişi ile toplum arasında da pek fark yoktur.

Kişiler, sorunlarını kişilerin kendileri çözüme kavuşturmaya çalışırsa, toplumsal sorunların teşhis ve tedavisini başta sosyoloji olmak üzere, sosyolojinin diğer kardeş bilim dalları olan, psikoloji, davranış bilimleri, antropoloji, tarih, siyaset ve ekonomi bilimlerinin  çözüme kavuşturmak mümkün olur.

Sosyoloji disiplini, toplumsal sorunların teşhis ve tedavisini öneren bir bilim dalıdır.

Sosyoloji, toplumu iyi ve kötü yanları ile sürekli sorgulamaya devam eder.

Alan Sica;

“Sosyoloji, insanın hoparlörle konuşmaya başlamasıdır” der.

Yani sosyologların konuşmaları sessiz, fısıltı şeklinde değil, adeta hoparlörden bağıra bağıra konuşmaya benzer.

Bu mana da Macaulay şöyle demiştir;

"İnsanlar daha fazla bildikleri ve düşündükleri oranda, bireylere daha az ve sınıflara daha çok bakarlar….insanlar yerine kişileştirilmiş nitelikler sunarlar."

Sosyologlar toplumsal sorunları çözmeye çalışırken, bireysel sorunlarla ilgilenmezler.

Onlar için esas olan toplumdur. 

Toplumsal sorunları çözüme kavuştururken, tıpkı bireylerin sorunlarını çözümlemede kullanılan usul ve esasları da pek âla kullanabiliriz.

Mesele Kürt sorununu ele alalım.

Kürt sorununu, Kürt sorununun kökenlerine inerek çözüme kavuşturmaya çalışmak, zorlu ve başarısı düşük bir adım olacaktır.

Oysaki Kürt sorununa çözüm odaklı yaklaşırsak işler daha kolay hal yoluna girecektir.

Kürt sorunlarına çözümü arayıp bulduğumuzda, esasında toplumun tüm sorunlarına da çare bulmuş olacağız.

Kürt sorunun çözümünü bireysel sorunlardaki önermelerde yaklaşacak olursak;

Sorun odaklı yaklaşımda birisi çıkıp da, Doğu ve Güneydoğu’da bazı illeri Kürtlere verelim sorunu kökünden halledelim derse, o çözüm doğru bir çözüm değildir. Bu usul sorunu çözmek değil, daha da derinleştirmek manasına gelir. Çünkü Türkiye’de ki hiç bir Kürt, Türkiye’den ayrılmak gibi bir çözüme yanaşmaz.

Çünkü Kürtlerle Türklerin arasında bir hudut sorunu yoktur. Vatan tek, devlet tektir.

Diğer bir çözüm yolu, Kürt sorununu yok kabul etmek. Bu çözüm yolu da, evin pisliğini halının altına süpürmek manasına da gelmektedir.

Kürt sorununu çözmek için  bulunacak en iyi çözümler, özde Türkiye’nin de temel sorunlarıyla aynıdır.

Mesela yargının suçlulara adil ve eşit olarak yaklaşması.

Hukukun adil olarak vaktinde çalışması. Zengin, fakir demeden suçlunun yakasına zamanında yapışmasıdır.

Mesela gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır. Gelir dağılımda adaletin bozulduğu bilinmesine rağmen belli bir zümre hızla zenginleşmeye devam ederken halkın gün fakirleşmeye devam etmesi en büyük huzursuzluk ve sorun kaynağıdır.

Gelir  adaletinin sağlanması iç huzurumuza da fayda sağlayacaktır.

Mesela Misak-ı milli sınırlarımızın yeniden uluslararası hukuk çerçevesinde kontrol altına alınması en kalıcı çözüm yollarından biri olabilir.

Son söz olarak;

Hayata çözüm odaklı bakmak iyidir.