“Temmuz ayında oraların dağlarının dorukları karlı, ucu bucağını görünmeyen ovaları da,  hastalıklı insan gibi sap sarıymış.

Dağların, yamaçlarında, yalap şap ateşte yanmayan  sidikli meşeler varmış. Allah'ın  her türden güzelliği bahşettiği topraklar, kardeşi kardeşe düşüren kahpelerce ıssızlaştırılmış. Toprak,alın teri dökenlere  hasret kalmışı.Dedikten sonra sönmekte olan sarma sigarasından bir nefes daha çekti.  “Oraları ,o toprakları ıslatan, sulayan  tek şey, Mehmetçiğin, şehitlerin döküleni al kanlarıymış. O vatan  toprakları, uğrunda ölen  yiğitlerin yüzü suyu hürmetine her baharda bin bir çeşit çiçeklerle bezenirmiş."Kahpelik ve kalleşliğin kol kola gezdiği yerlerde eşkıya, kundaktaki bebeğe, evdeki kocamışa, geline kadar el uzatıyormuş. İşte böyle, bin bir çiçeğin açtığı , toprağın insanı coşkulandırdığı günlerden birinde eşkıyanın yine köy bastığı, yine yol kestiği  ve adam vurduğu haberini gelince, Hakan üsteğmenin komando bölüğü, gece karanlığında yine düşmüş yollara. Gün ağarmadan tepelerine bineceklermiş eşkıyanın… Neyse efendim lafı da fazla uzatmayım… 

Derken bölük daha görev yerine varmadan, üzerlerine doğru kalabalık bir eşkıyanın geldiğini fark edince, hemen düzen almışlar ve basmışlar mermiyi… Allah Allah ki, ne Allah Allah… Eşkıyanın birçoğunu, daha gün doğmadan erimiş gitmiş. Sabah ezanına doğru silah sesleri susup, sessizlik ortalığı kaplayıp, gün de ışıyınca Hakan üsteğmen, tabip asteğmen Mustafa ve komutanın postası Kemalim mevzilerinden doğrulup, hafif yaralısı olan takımına doğru yürüyüşe geçmişler. Tepeden düzlüğe geçer geçmez, birden bir üzerlerine yağmur gibi mermi yağmaya başlayınca, hepsi birden yere kapaklanmışlar. Ağzım gözüm diyene kadar, belindeki kazmaylan Kemalim kendine küçük mevzi kazmış. Mevzi dediği de, deve kuşu misali, kafa toprakta, gövde dışarıda. Bir iki avuç  bir toprağı yığmış önüne. Sonra da ;  

“Komutanım buraya gelin” diye bağırmış. 

Komutanı Kemalime “yerinde kal” falan dese de kim dinler onu. Komutanı kafirin kurşununu yerken, kendisi kalır mı mevzide? Kemalim yuvarlana ateşe ede, yuvarlana ateş ede mevzisinden  ayrılmış . 

Bölük komutanı, bir yandan ateşin geldiği yere ateş ederken, bir yandan da  Kemalime bağırıyormuş;

 “Kemal, açıkta kaldın, Kemal açıkta kaldın oğlum.” 

Ahmet Ağa gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başladığını gizlemek için, sönmüş sigarasından bir nefes daha çekerken homurdandı ; 

“Yav şu  meretin dumanı da adamın gözünü nasıl yakıyor be.” dedi sonra da sönmüş sigarasını bir kere daha Muhtar çakmağıyla tutuşturup derin bir nefes çekip, anlatmaya devam etti.  

Komutan, “ Kemal, oğlum açıktasın , mevziine dön.” Demesine  cevap olarak Kemalim belindeki   tahkim edevatı çıkarıp yere saplarken;     

“Komutanım, korursa Allah böylede korur” diye bağırıp başını kazmasının arkasına saklamış. 

Ateş ateş üstüne,ateş ateş üstüne.Velhasıl bölüğün hepsi  eşkıyaya çullanınca,kanı bozukların kimisi ölmüş, kimisi de teslim olmuş.  Yakaladıklarına sorgu sual, dağı taşı arama ,savcının gelmesi, zabıtların tutulmasını, derken öğlen olmuş. Yemeklerini yer yemez,  kışlalarına dönmek için yola çıkmışlar. Akşam olmadan da yerlerine varmışlar.   

Asker istirate çekilince, Hakan Üsteğmen, tabip Mustafa çardağa varıp oturmuşlar. Kemalim; 

“Komutanım çay getireyim” diyerek   savuşmuş.

Komutanlar çardağa varıp soyup dökünürken tabip Mustafa; 

“Komutanım Allah korudu, açıkta bizi vuramadılar”  demiş. 

Bölük komutanı tecrübeli, cıva gibi adam, hemen anlamış tabibin  elbisesinden kurşun yediğini. Tabibe elbisesindeki  kurşun deliklerini gösterirken; 

“Alacak nefesimiz varmış doktorum, hele senin hele senin” demiş… 

Aslında komutanın üstü başı da tabipten farklı sayılmazmış. Tabip gülümseyerek; 

“Beni koruyan Allah seni de korumuş komutanım.” demiş. 

Bu sırada çayı kapıp gelen Kemalim de onlar gibiymiş. Üçünün de üstünde başında en az on beş yirmi mermi deliği varmış … Bundan da önemlisi…”

 Ahmet Ağa kahvecinin getirip verdiği çaydan bir yudum alıp, sigarasından bir nefes çektikten sonra gözlerinden şomur şomur dökülen yaşlara engel olamadı. Derin derin nefes alıp salavat getirip dualar okuduktan sonra konuşmasına devam etti. 

“Sonra bölük komutanı, Kemalime, koç yiğidime, şehidime, mevzi kazdığı  küçük kazmayı belinden çıkartırken soruyor.” 

“Kemal oğlum Allah en çok hangimizi korudu.” diye takılınca Kemalim komutanına, 

“Allah hepimizi korudu.” deyip kazmasını komutanına uzatmış. 

Komutanı kazmanın demiri üzerinde tam dört tane mermi izi görünce, kalkıp Kemalimi anlından öpmüş;

“Kemalim, Allah seni anana babana, ailene ,vatanına bağışlamış.” demiş. 

“Ama … Ama gel gelelim ki, onca mermiden kurtulan kahramanlar, Kemalimin yere sapladığı, kendine mevzi yaptığı, o  küçücük demir parçasını dağ yaparak koruyan Allah…” 

Ahmet Ağa daha fazla anlatamadı… Ama anlatacağının geri kalanını köyde bilmeyen yoktu. Bölük komutanı ile  Ahmet Ağanın torunu Kemal, başka bir göreve giderken  yola döşenen bir mayınla şahadet mertebesine ermişlerdi. 

Ahmet Ağa kesik kesik öksürükten sonra  çağlayanlar  gibi gürledi; 

“Ne Çanakkale ruhu kaybolur, ne şehitlik mertebesine varmak isteyenler durur. Allah, Kemallerimizi bizden alırken vatanımızı korur. Onca şehidin kanı boşa gitmez . Hainler bizi içerden bölmez parçalamazsa, Allah'ın izniyle Türk Milletine hiç bir şey olmaz inşallah” diye dua ettiğinde hepimize ancak amin demek düşüyordu…  

Biraz mola…

Değerli okurlarım…

Neredeyse bir yıldır aralıksız olarak bu sayfadan sizlere sesleniyor, haftanın altı günü bana ayrılan köşemde günlük yazılar kaleme alıyorum.

 Artık biraz mola verme zamanı geldi.

 Önümüzdeki bir hafta boyunca günlük yorum ve analiz yazılarıma ara vereceğim.

 Ancak daha önceden kaleme aldığım kimi öykü ve şiirlerimi sizinle paylaşmaya devam edeceğim.

Sağlıcakla kalın…