Doktora eğitiminde seminere hazırlık makalemde ve doktora tezimde Askeri Sosyoloji penceresinden Atatürk’ün yeni bir ülke yaratma ve devlet kurma serüvenini araştırıyor ve inceliyorum.

 Sol jargonla Kemalizm, sağ jargonla Atatürkçülük kavramıyla şekillendirilmeye çalışılan Atatürk’ün düşünce iklimi, esasında tam olarak anlaşılmadığına da şahit oluyorum.Türkiye’de Atatürk fikriyatını ontolojik bağlamda geçemeyen, Atatürk’ün sonuç odaklı epistemolojik eylem planlarını tam olarak idrak edemeyenler ve en enteresanı da; Türk Milletine ve Türklük kavramına felsefi bağlamda estetik bakış açısından yoksun olanlar ya ırkçılığa varan bir çıkmazın içine sürüklenmekte veya dogmatik Ortodoks fikirlerin kölesi olarak Kemalizm’i/Atatürkçülüğü kendisine kalkan yaparak yanlış düşünce ve saplantılarından arınmak için Atatürk’ün fikriyatına sığınarak günah çıkararak, özellikle de Türk Milleti tarafından aforoz edilmekten kurtulmaya çalışmaktadır.

Kendini liberal veya neoliberal olarak yaftalayan kimi aydınlar, Atatürk fikriyatını ve eylemsel başarılarını görmezden gelerek ABD’nin ve ABD ekollerinin kendilerine taktığı “at gözlüğü” işlevi gören liberalimin anlayışının görünmez el mantalitesinin “ bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” mottosunun iyimserliği içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’ün elle tutulur gözle görülür ekonomik, sosyal ve hukuksal başarılarını gölgelemek istercesine hafife almaları, derin görüşsüzlüklerinin veya sığındıkları Türkiye ve Türklük gerçeğinden uzak sığ fikir limanlarının gönüllü kulları olduğu gerçekliğinden bakmakta da fayda var diye düşünüyorum.

Ama aynı şekilde Türkiye gerçeğinden ve Türkiye koşullarından uzak yanlış düşüncelere yönelen insanların Kominizim-Sosyalizm ekseninde Karl Marx’la birlikte Marksizm'in kurucusu da kabul edilen Friedrich Engels’ın fikirleri veya fraksiyonları doğrultusunda yasal veya gayri yasal örgütlenme içerinde faaliyet gösterenler, ne yazık ki Türkiye’de Atatürk engelini  aşamadıkları için onlar da Mustafa Kemal Atatürk’ü, yani Kemalizm’i kendilerine siper ederek Kemalizm’in bir evre sonrasının sosyalizm olduğunu iddia ederek kendilerini avutmaktadır.

Bir başka yanılgı ise Mustafa kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” mottosunu anlamamış, idrak edememiş sağ düşünceli Türk Milliyetçilerinin düştüğü çaresizliktir.

Atatürkçü Türk Milliyetçiliği ülkücülüğün fersah fersah üstünde batıcı idealin, ulus devletçilik idealinin Türkleşmiş manifestosudur.

Genelde İslam anlayışını Arabi bir bakış açısıyla yahut da çıkarcı siyasal İslamcı cemaat ve tarikatlar motivasyonunun etkisinin altında kalmalarına rağmen, Türklüğünü muhafaza etmek isteyen Anadolu Türklerinin, Türk-Müslüman ya da Müslüman -Türk tezini savunmaları onarın Atatürkçülüğü ve Atatürk’ün Türklük anlayışını tam olarak anlamamış olmalarının göstergesidir.

Bu düşünce ikliminde yetiştirilen ülkücülerin inandıkları Türk Milliyetçiliğinin  Anadolu Türklüğünü tam olarak kavrayıcı bir yanının olmadığını fark etmeleri sonrasında esasında Mustafa Kemal Atatürk’ü Atatürk Milliyetçiliği fikriyatının, mazi ile günümüz Türklüğü arasında son batıcı durak olarak görmelerine sebep olmaktadır.

Atatürk Milliyetçiliğinin manifestolarından biri olan “ Ne Mutlu Türküm Diyene” mottosu, esasında Anadolu’da ve ekseriyetle da Balkan coğrafyasında Türk demenin Müslüman demek olduğunun sağ siyasetçilerce ve ülkücü görüş açısında yeterince bilinmemesinden kaynaklanıyor olabilir mi?

Atatürk Milliyetçiliği birleştirici ve kaynaştırıcı anti-faşist bir düşüncenin ifadesidir.

Kemalizm’in önemli temalarında biri olan Milliyetçiliğin ana destekçisi olan ekonomik vizyon ne tam olarak liberal, ne de tam olarak sosyalist bir anlayışa dayanır.

Kemalizm’de ekonominin dizginleri tamamen devletin elindedir.

Ama devlet planlı kalkınma planları ile ülke ekonomisinin hangi alanda hangi yöne gitmesi gerektirdiğinin en büyük göstergesidir.

Devletin ekonomideki hakimiyeti maliye sisteminin sıkı denetimi altında olması bile başlı başına bir devletçilik anlayışının olmazsa olmaz şartıdır.

Sosyal hayat içerinde ise devlet laik bir devlettir.

Yurttaşları arasında adil ve eşit mesafede bulunabilmek için, hukuk siteminde ve eğitimde ortak bir kültür oluşturabilmek için devletin laik olması olmazsa olmaz koşuldu.

Bugünün Türkiye’sinde AKP ile birlikte adeta çiftli bir eğitim sitemine geçilmiş, yasal veya gayri yasal olarak medrese eğitimi hızla yaygınlaşması ve ne üzücü ki ekonomik yokluğun yarattığı çaresizliğin mahkûm ettiği ailelerin çocukları cemaat, tarikat ve kimi dini vakıfların özel öğrenci yurtlarına, kuran kurslarına veya yatılı İmam Hatip Okullarına yönelmektedir. Bu durum ise laik anlayışın ve laik eğitim siteminin dışında da bir eğitim nizamının, İmam hatipleşmenin yaygınlaşmasına ortam hazırlanmaktadır.

Sosyoloji bağlamında ve özellikle de Askeri Sosyoloji disiplini bağlamında Kemalizm’i pratikten teoriye geçişine gayretle Kemalizm ideolojisinin kuramsal ve teorik oluşumuna katkı vermeye devam edeceğim.

Ben Mustafa Kemal Atatürkçü bir yazarım.

Toplumumuzun sosyolojik sorunlarına ve özelliklerine Kemalizm bakış açısı ile bakarak çözümler üretmeye çalışıyorum.

İşte bu bağlamda da sizlere cumhuriyetimizin yüzüncü yılına ait bir edebi çalışmayı sizlerle paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum.

 

CUMHURİYETİN YÜZÜNCÜ YÜZ YILI

 

Bir asır geçti yolumuz değişmez

Nesil değişti kanımız değişmez

O gelse bu gitse Atam değişmez

Atatürk’üm varken başlar eğilmez

 

Yüzüncü yılında Cumhuriyetim 

Kim cüret eder ki değiştirmeye

Özgürlük benimdir ben hürriyetim

Kim cesaret eder değiştirmeye  

 

Gençler yetişti Mustafa Kemal’im

Güneşimizdir o mah-ı cemalin

Yeni asırda yine sensin emelim

Kim cesaret eder değiştirmeye  

 

Haydi Türk genci şimdi sıra sende

Yolunu gözler mazlumlar evrende  

Yer yüzündeki zulmü sen yenende

Kim cesaret eder değiştirmeye  

 

Türkün yüreğinde yaşar Atatürk

Zaferden zafere coşar Atatürk

Nesilden nesile koşar Atatürk

Kim cesaret eder değiştirmeye  

 

İki bin yirmi üç ekim ayında

Cumhuriyetim yüzüncü yaşında

Yüzyıla da laik bilim asrında

Kim cesaret eder değiştirmeye