En başta belirteyim. Bir devletin demokrasisi, sırtında üniforması olan şahısların, yani askerlerin icazetiyle gelişmez. Çünkü askerlik mesleği doğası gereği demokratik değildir.

Çünkü dünyanın her yerinde askerler, kendi toplumlarının içindeki adeta başka bir millet gibi izole yaşarlar.
Asker olmak isteyen bir insan, “askeri alan”a girdiği anda önce KÜLTÜR ŞOKUNA sonra da “askeri habitus”a maruz kalır.
Askerleri meslekleri esnasında vatana sahip çıkmaya güdülenirler. Vatanı düşmana karşı savunurlar. Vatan için ölmeye ant için askerlerin kişilik ve karakterleri “emir demiri keser” anlayışı ile gelişir ve sertleşir.
Bu nedenle dünya görüşleri gereği askerlerin mesleki amacı; ülkenin güvenliğini, asayişini ve milletin birlik ve bütünlüğünü emniyete alacak tedbirleri  düşünmek, olası tehdit ve tehlikeleri öngörerek gerekli tedbir almaktır.
Mesela EMASYA planı da bu türden plandı. FETÖ’cüler bu planlar sayesinde devletimizin general ve subaylarını terörist ilan edip hapislere tıkarken kimler FETö’cülerden yana oldu ve alkışkadı? İşte onlar aynı zamanda anayasanın değişmez maddelerinden rahatsız olanların arasında  çıkanlardır.
Bir ülkede hele de bizim ülkemizde askerlere çamur atmak, onların yaptığı işleri tu kaka ilan etmek Türk askerine yapılacak en büyük kötülük ve kadir bilmezliktir.
Türk subay ve astsubayları ve generalleri ülkede güvenliğin, birlik beraberliğin sağlanmaması durumunda demokrasinin ve ülkenin gelişmeyeceğini en iyi idrak eden meslek grubudur.
Çünkü demokrasiler güvenli ortamda gelişir ve yükselirler.
Devleti yönetmeye aday siyasiler; devletin, ülkenin ve milletin güvenliğini, bütünlüğünü ve selametini sağlamak istiyorlarsa öncelikle Türkiye  Cumhuriyetinin kurucu değerlerine sahip çıkmayı kendilerine ilke ve amaç edinmeleri gerekir.
Ama yok “ben bu anayasayı sırf askerler yaptı diye beğenmiyorum ”diye yola çıkarak anayasayı değiştirme hevesine kapılırlarsa, birisi çıkar “laikliği kaldıralım” der, bir diğeri “diline bir dil daha ekleyelim”, bir başkası da “neden Atatürk Milliyetçiliği dayatıyor” der ve sonunda Türkiye Yugoslavyalılaştırılarak parçalanmaya gider.
Kaldı ki PKK destekli siyasal çalışmalar, etnik ayrılıkçılık peşindeki Kürt Milliyetçilik hareketleri, FETÖ ve benzeri aşırı siyasal dini yapıların şeriat özlemli kalkışmaları, diğer aşırı sol fraksiyonların dayatmaları gün gibi ortada dururken sırf bu yıkıcı, bölücü, ayrılıkçı ve şeriatçı özlemle yanıp tutuşan emperyalizmin kuklalarına mutlu olsunlar ve yola gelsinler safsatasıyla tavizler vermek için anayasanın ruhuna ve değişmez maddelerine tecavüze kalkışmak Türk Milletinin Atatürk sayesinde kurduğu bir birlik ve beraberliğini yok etmek demektir.
Şundan emin olunuz ki anayasanın başlangıç metni ve değişmez maddeleri ister direkt, isterse etrafından dolaşılarak içi boşaltılacak olursa, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılmış yerine de yeni bir devlet kurulmuş demektir.
Şimdi oturup da düşünelim. Türkiye’de her türlü kanun varken;
Laikliğe aykırı eylem ve söylemde bulunanlara ne yapılıyor?
Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırlara karşı hangi kanun uygulanıyor?
Gelir dağılımında adaletsizliğin gerekçesi de mevcut anayasa mı?
Mevut anayasayı değiştirmenin ana gayesi daha fazla refah, mutluluk özgürlük getirmekten çok;
Atatürk ilke ve devrimlerinden,
Laik devlet ve toplum düzeninde
Türk Milletinin hakimiyetinde ve Atatürk Milliyetçiliğinde rahatsız olan etnik ayrılıkçı ve siyasal İslamcı güruhun yani PKK,FETÖ ve benzerlerinin istekleri karşılanmış olacaktır.
Siz sanmayın ki bu Türksüz, Atatürksüz ve laikliği yok edildiği anayasa yapıldığında bu kesimler rahat duracaktır. Onlar bu kez de biz Türkleri Anadolu’da barınamaz hale getirene kadar taciz ve saldırılarına devam edeceklerdir.
Gelelim 12 Eylül 1980 öncesinin acı gerçeklerine;
Devletin polis, asker ve tüm kurumları tamamen sağ ve sol diye kutuplaşmış, siyaseten ayrışma devletin gırtlağına kadar nüfus etmişti.
Siyasetin ve siyasetçilerin uyuşmazlıkları, iş birliğinden uzak kutuplaşmaları kabul edilir mahiyette değildi.
Sokaklarda her gün onlarca gencimiz vuruluyor, mahalleler, kentler kurtarılmış bölgelere ayrılmış, üniversitelerimize eğitim, iş hayatında grevler ve lokavtlar gırla gidiyordu.
Ekonomi batık, işsizlik doruklarda, asayiş ise yok denecek kadar azdı.
Karakollarda yandaşlar serbest bırakılırken, sokaklardan silah sesleri eksilmiyordu.
Siyasilerin TBMM'den çıkaracakları kanunlarla asayişi sağlaması oldukça zordu. Hatta imkansızdı. Çünkü devlet kadroları ileri derecede kutuplaşmıştı. Devlet bölünmüşlük içinde gücünü ne yargıda ne kolluk kuvvetlerinde ne de sokaklarda görülemiyordu.
12 Eylül 1980 sabahı ve sonrasında olaylar bıçak gibi kesilmişti. Herkes ayaklarına gidip beş generali alkışlıyor, destekliyor ve yaranmak için kırk takla atıyordu
12 Eylül generallerine methiye düzen basın mensuplarından bazıları günümüzde hâlâ kalem ellerinde şimdilerde de yazıp çiziyorlar. Tabi ki o günlerin yaşanmışlığını inkâr edercesine.
Açık o günlerin gazetelerini okuyun. Görün bakalım kimler bugün yerden yere vurulan o darbeci generallere ne methiyeler düzmüş ne gibi yandaşlık yapmış bir görün.
Şimdilerde o beş generale yönelik zehir zemberek sözler söylemek elbette kolay.
Ancak o günlere gelene kadar kimlerin ne türden hatalar yaptığı da bir bir ortaya konmalıdır.
Askeri darbeleri kimlerin planladığı ve kimlerin taşeronluk yaptığı, kimlerin askeri darbenin olması için gayret ettiği ve olayların fitilini ateşlediği önemlidir.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin en büyük mirası PKK ve FETÖ örgütleridir. Çünkü PKK ve FETÖ'yü kurgulayan, eğiten, silahlandıran ve Türkiye'de eyleme zorlayan zihniyetle, 12 Eylül dahil tüm askeri darbe ortamlarını yaratan gücün aynı güç olduğuna inanıyorum.
FETÖ ve PKK'yı kim büyütüp beslediyse 12 Eylülü yaptıranlarda yine onlardır. O güç ABD ve NATO’ya dahil Batı emperyalistleridir.
12 Eylül öncesinin gerçek anlamda ülkücü ve devrimcileri bugün içinde hala tam bağımsızlıktan yana vatanseverleridir.
Türk gençliğinin kutuplaşmasına ve bölünmesine sebep olan olaylar zinciri tam olarak bilimsel olarak ortaya konmadan ne 12 Eylül 1980 askeri darbesinin, ne de FETÖ ve PKK katliamlarının esas nedenlerine ulaşamayız.
Özellikle şimdilerde her seviyedeki siyasiler "tam bağımsız ve demokratik bir Türkiye hedef ve  hayali" ile yanıp tutuşmadıkça bu ülkede daha nice darbeler yapılır, FETÖ,PKK  ve benzeri daha da ölümcül eylemler gerçekleştirir.
İdeal ve milli şuurdan yoksun siyasilerin ve devlet adamlarının eline mahkûm Türkiye’de Türk Milleti, kim bilir daha kaç yıl düşük profilli demokraside yaşamaya mahkûm edilir?
FETÖ gider IŞİD gelir, Taliban gelir, bilmem ne cemaati gelir, PKK gider PYD gelir, YPG gelir.
Tüm bu kalkışma ve darbeleri önlemenin yegâne yolu, tam bağımsız yargı, gelir dağılımda ve fırsatta eşitlik, demokratik ve bireysel özgürlüklere vurulan ketlerin kaldırılmasından geçer.
Batının muhafazakâr, liberal veya sosyalist anlayışı yerine Atatürkçü bir anlayış bizi muhasır medeniyet yolunda tam demokrasiye götürecek bir sistemdir.
Tabi ki işin özünü ve ruhunu anlayanlarla...