Bugün ki yazımı ne yazık ki laftan öteye taşıyamadığımız ve yeterince sahiplenemediğimiz Kerkük şehrimize ayırmak istiyorum.

Bu hafta boyunca sizlere Kerkük meselesini ve Kerkük katliamlarını bir akademik çalışmadan alıntılayarak paylaşmak istiyorum. Bir hafta boyunca yayınlanacak Kerkük meselesine dair köşe yazımız  Sayın Ferruh KAYALAN’ın Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalında verdiği “Kerkük Şehri Ve Türkmenler -(Türkmenlerin Siyasi Ve Sosyo-Ekonomik Yapısı  1921-1990) isimli Doktora Tezi’inden bire bir alıntılanarak ve kısaltılarak sizlerle paylaşacağım. Sakın sıkıldım falan demeyin ve lütfen bu yazı dizisini sonuna kadar okuyunuz.
“Kerkük şehri ve Türkmenler, uzun yıllar boyunca farklı devletlerin egemenliği altında kalsalar da çoğunlukla Türkler tarafından kurulan devletlerin hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Bu durum Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla değişmiştir. İngiliz nüfuzu altında kurulan Irak Devleti; birer eski Osmanlı vilayetleri olan Basra, Bağdat ve Musul’un birleştirilmesiyle meydana getirilmiştir. Fakat Kerkük’ün de içinde yer aldığı Musul vilayeti yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile İngilizler ve nüfuzları altındaki Irak Devleti arasında üzerinde anlaşmaya varılamayan bir meseleye dönüşmüştür. Uzun görüşmeler sonucu Musul Meselesi, 1926 yılında İngilizler ve Irak Devleti lehine çözümlenmiştir. Böylece Musul vilayeti Irak’a dahil olunca Kerkük de 1926 yılında Musul vilayetine bağlı olarak Irak Devleti’nin bir şehri olmuştur. Bu nedenle burada yaşayan Türkmenler de Irak Devleti vatandaşlığına geçmişlerdir. Bu değişim, hem Kerkük hem de Türkmenler açısından bir takım sonuçlar ortaya çıkarmıştır.”
“Kerkük ve Türkmenler, bir Osmanlı bakiyesi olan ve bu nedenle bölge ile tarihi-kültürel bağlarını sürdüren Türkiye için her zaman önemli olmuşlardır. Tarihçilerin vermiş olduğu bilgilerden hareketle, Türkmenlerin Irak’a gelişlerini belirli zamanlarda meydana gelen göç hareketleri ile açıklamak mümkündür. Bu göç hareketlerini, Tarihçiler kendi arasında üç kısma ayırmaktadırlar. Bu göçlerden ilki Emevi ve Abbasi dönemlerini kapsayan küçük göç hareketleridir. Birinci göç dalgası, Türkmenlerin Irak ile ilk temaslarını sağlamış, ikincisi ise Selçuklular döneminde meydana gelmiştir. İkinci göç dalgası ile Irak, artık Türkmenler için bir vatan olmaya başlamıştır. Bu göçlerden üçüncüsü ise Osmanlılar döneminde gerçekleşmiştir. Üçüncü göç dalgası da Irak’ta Türkmen nüfusunun ve yerleşmelerinin devamlı bir şekilde beslenmesini sağlamıştır. Birinci Göç döneminde Türkmenlerin Irak’a ilk gelişleri hakkında en muteber tarihi görüş;11 M.S. 674 yılında Emevi halifesi Muaviye tarafından Horasan’a gönderilen Ubeydullah bin Ziyad’ın buradan geri dönerken beraberinde 2000 Türk’ü de Irak’a getirdiği bilgisidir. Bu bilgiye göre Ubeydullah bin Ziyad emrindeki Emevi ordusu ile Buhara’ya gelip, burada Buhara prensesi Hatun ve emrindeki Türk askerleri ile yaptığı bir savaş sonucunda, onlarla barış akd edip barıştan sonra mücadelelerini beğendiği 2000 kadar Türk askerini Irak’a getirerek Basra’ya yerleştirmiştir. Üstün askeri yeteneklere sahip olan Türkmenler, Emeviler döneminde olduğu gibi Abbasiler döneminde de itibar görmüş, M. 835 yılında Abbasi halifesi olan Mutasım, Türklerden müteşekkil bir muhafız birliği meydana getirmiştir. Bu muhafız birliği Mutasım döneminin hem iç karışıklıklarında hem de dış savaşlarında önemli başarılar elde etmiştirTürkler, bu dönemde küçük gruplar halinde Irak’ın askeri anlamda stratejik noktaları olan Kerkük, Basra, Vasit, Bağdat, Samarra, Tikrit, Musul, Telafer ve Erbil gibi yerlere yerleştirilmişlerdir. Abbasiler’e karşı, bir güç olarak kendilerini kabul ettirecek Buveyhiler dönemine kadar, Irak’a gelen Türkler,  Irak’ın orta ve güney bölgelerini özellikle de stratejik bakımdan önemli olan kuzey bölgelerini, bu bölgede de en başta Kerkük şehrini kendilerine yurt edinmişlerdir” Türkmenlerin Irak’a yerleşmesinde ikinci göç dönemi, birinci göç döneminde olduğu gibi parça parça küçük gruplar şeklinde olmamıştır. Türkmenler açısından ikinci göç hareketi, kendilerini buranın asli unsurları olarak gördükleri, bu anlayışla yerleşmelerini gerçekleştirdikleri bir dönem olmuştur. Nitekim Abbasiler, devlet bünyesinde Büveyhilerin nüfuzunun git gide artması ile zor bir dönemi yaşamaya başlamıştı. Bu durum 1055 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Bağdat’a girip, halifenin de dünyevi yetkilerini Tuğrul Bey’e devretmesiyle son buldu. Böylece Türkmenler, Irak’a eskiden olduğu gibi bölük bölük küçük gruplar halinde değil de, hür, silahlı ve bir fatih olarak göç etmeye başlamışlar ve burayı kendilerine yurt edinmişlerdir. Bu olaydan sonra Araplar Türklere daha önceden yalnızca “Etrak”derken artık “Etrak-u Bağdat” (Bağdat Türkleri) demeye başlamışlardır. Bu haliyle “İkinci Göç” birincisine göre daha esaslı olmuştur.Üçüncü göç döneminde ise yukarıda anlattığımız süreçlerle olgunlaşan Türk nüfusunun desteklenmesi ve bu nüfusun beslenmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Osmanlı-Safevi mücadelesinin Irak merkezinde bir güç çekişmesine yol açması, Osmanlılar açısından buradaki Türk nüfusunun lojistik olarak desteklenmesini ortaya çıkarmıştır. Özellikle de Kerkük, Osmanlı-Safevi çekişmesinde stratejik bir konumda olmuş, iki tarafında mücadelesinde odak noktası haline gelmiştir. Kanuni dönemi ve akabinde IV. Murad döneminde, Türkmenlerin bölgeye göçleri daha da yoğunlaşmış ve İstanbul’u Bağdat’a bağlayan ünlü posta yolu güzergâhı, Türkmen nüfusunun kemikleştiği bölge olmuştur. Bu yolun en yoğun Türk nüfusunu barındıran şehri ise Kerkük olmuştur.Kerkük’teki Türkmenlerin menşei  konusu ele alındığında genel olarak şu ihtimaller öne çıkar:
1- Selçuklular tarafından Anadolu’ya getirilen Türklerdir
2- Timur’a esir düşen ve Şii temayüllü Safevi Kızılbaş Tarikatının şeyhi Erdebil’inin ricası üzerine canı bağışlanan yüz bin Türk esirinin çocuklarıdır. (1392-1402)
3- Osmanlılar zamanında Bağdat yolunu korumak maksadıyla buraya gelen Türklerdir.  (1512-1566)
4- Şah İsmail’in Merağa’dan bölgeye iskân ettirdiği Türklerdir (1502-1574)
5- Nadir Şah’ın Azerbaycan’daki Türk garnizonlarından getirip bölgeye yerleştirdiği Türkmen askerlerinin çocuklarıdır (1730-1747) (Yakuboğlu, 1976: 9-109).Kerkük uzmanı olarak bilinen Mahir Nakip de Kerkük’te Türkmenlerin menşelerini değerlendirirken konuyu din ve kültür bağlamında ele alarak bir takım tespitlerde bulunmuştur. Bu tespitlerinde Kerkük Kalesi’nde yaşayan Hıristiyan Türklerinin burada bir Katolik kilisesinin bulunduğunu ve dini ayinlerini eskiden beri Türkçe icra etmelerinin onların Orta Asya’dan gelirken Hıristiyan olarak geldiklerinin bir göstergesi olarak görülebileceğini ifade etmiştir. Bir diğer tespitinde ise Kerkük’te Müslüman Türkmenlerin bir kısmının Sünni bir kısmının ise Şii olmaları, Şiilerin de bir kısmının Bektaşi olması, Sünni olanların da bir kısmının Şafi olması onların Orta Asya, Horasan veya Azerbaycan’dan geldiklerinin bir kanıtı olabileceğini ifade etmiştir. Bunlardan başka diğer bir tespitinde ise Kerkük’te konuşulan dilin Oğuz Türkçesi olduğunu ve bu dilde var olan bazı kelimelerin Oğuz Türkçesine en uzak lehçe olmasına rağmen Kıpçak Türkçesinde de olduğunu ifade ederek Kerkük’te yaşayan Türkmenlerin en azından bir kısmının Orta Asya kökenli olabileceği yorumunda bulunmuştur.”“Birinci Dünya Savaşında 16 Mayıs 1916 yılında İngiltere-Fransa arasında Sykes-Picot Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre, Musul ve Kerkük, Fransız nüfuz bölgesine bırakıldı. Fakat İngilizler  Kerkük’ün de içinde olduğu Musul bölgesinde etkinliğini artırdı. İngiltere, petrol rezervleri açısından zengin olan Musul’a sahip olmak için bölgede bulunan Türk askerlerinin tahliyesini istedi. Burada bulunan Ali İhsan Paşa mütareke hükümlerine aykırı olduğu düşüncesiyle teklif hakkında hükümetten izahat istedi. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, gönderdiği telgrafta mütareke hükümle rinde Musul’un tahliyesinin söz konusu olmadığını ancak ısrar edilirse kuzeye doğru çekilmenin yerinde olacağını bildirdi. Bu arada İngiliz kuvvetleri 4 Kasım 1918’de Musul’u ablukaya aldılar. Hemen akabinde de Türk askerlerinin teslim olmasını istediler. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın tebliği üzerine Musul, 10 Kasım 1918’de boşaltıldı. İngiltere Musul’u ele geçirdikten sonra 1919 yılı boyunca bölge için dış politikasında bir takım açılımlar yaptı. Bu doğrultuda İngilizler kendi kafalarındaki Ortadoğu için Şerif Hüseyin ile ittifaka girip burada Sünni-Arap devletçikleri kurma eğilimine girdi. Bununla beraber İngilizler Mezopotamya bölgesi için ise Van, Bitlis, Diyarbakır ve Musul vilayetlerindeki Kürt aşiretlerini Osmanlı Devleti’nden ayırmak için para dahil her yola. Bu anlamda Musul alınır alınmaz İngilizler, yoğun çalışmalar sonucu 17 Kasım 1918’de Şeyh Mahmut adlı bir şahsı destekleyerek başta çoğunluğu Türk olan Kerkük, Süleymaniye, Tuzhurmatu, Kifri, Zaho, Revanduz, Duhok, Nebi Yunus, Erbil, Altınköprü ve Sina’yı nüfuz sahası içine alan İngiliz himayesinde bir Kürt emirliği kurdu. Fakat daha sonra 1919 sonlarına doğru İngilizlerin samimiyetsizliklerini gören Şeyh Mahmud, tekrar Osmanlı himayesine girmek istedi. İngilizler Musul’da ayrılık tohumları atmakla meşgul iken bu sırada Anadolu’da da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gücünü Kuva-i Milliye’den alan Milli Mücadele filizlenmekteydi. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın getirdiği ağır şartları içine sindiremeyen Mustafa Kemal Paşa, 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda kabul edilen Misak-ı Milli kararlarını uygulamak için Anadolu’da kurtuluş mücadelesini başlattı. Bu mücadelede bir dönüm noktasını teşkil eden 1921 yılında meydana gelen Sakarya Meydan Muharebesinde İngiliz destekli Yunanlılar, büyük bir hezimet yaşadılar ve bunun akabinde 1922 yılında Başkomutanlık Meydan Zaferi ile de İzmir yolu yönünden Anadolu’dan tard edildiler. Anadolu’da bu gelişmeler yaşanırken Musul konusu Mustafa Kemal Paşa’nın gündeminden hiç düşmemiştir. Zira 1 Şubat 1922’de Mustafa Kemal Paşa Milli Müdafaa Vekâletine Faysal’ın Irak’ta bir hükümet kurmak istediği, bununla beraber İngilizlerin de Musul vilayetini siyasi olarak manda altına almak istediği anlaşıldığından, Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Musul vilayetinin kurtarılması amacıyla Revanduz’a bir kuvvet gönderilmesi talimatını verdi. Bu görevi bölgede tecrübe sahibi olan Kaymakam Özdemir Bey üstlenecekti . DEVAMI YARIN...