Memlekette asla olmaması gereken öyle garip şeyler oluyor ki insan doğal olarak birilerine; Bu da iş mi?



Yaptığın olacak iş mi? Diye sorası geliyor.
Tabi ki soru sormak için bilmek ve düşünmek gerekir.
Merak etmezsen,
Düşünmez ve bilmezsen,
Ahırdaki mal gibi önüne konanı yersin.
“Bu da iş mi yani” dediğimiz hallerimiz çoktur.
Ama en dramatik durumlar küçük esnafımızla ilgilidir.
Garibim küçük esnaf geçim derdine düşünce, çarkını döndüremediği için eşten dosttan, bankalardan veya başka bir yerden borç alıp,  kredi çekip ödeyemediğinde işleri çorap saçına döner ve bir anda tepetaklak gidiverir.
Alacaklılarla, hacizle karşı karşıya kalır.
Elinde avucunda ne var ne yok satılıp gider.
Sonrasında esnafımızın da ailesinin de büyük bir sefilliği başalar.
Bir de ayrıca siyasette ve devlette garip garip işler olur da şaşırır kalırız.
Devlette olan her garip işin altında mutlaka ve mutlaka da siyasiler çıkar.
Devlet terbiyesi almamış, “devlet nedir? Bilmeyen, “sosyal devlet ne demektir?”, “Vatandaş ne demektir?, “fakirlik yoksulluk nedir? Bilmeyen ve aklı bir karış havadaki tuzu kuru siyasiler tartışmasız şekilde devlet kademelerinde yetkiyi ele geçirdiğinde milletin canına ot tıkayıverir.
Bu tiplerin öyle nadanına rastlarız ki kedisini padişah sanır. 
Astığı astık kestiği kestiktir. Bu cahille ne yasallar, STÖ’ler ve ne de aklı başında siyasiler baş edemez. Çünkü bunlar devleti patron mantığıyla yönetmeye başlayınca her iş sarpa sarar asker ve polis  siyasallaşır, yargı siyasallaşır, devlet makamları siyasallaşır ve devlet denen o muhteşem sistem içten içe çürümeye ve çözülmeye başlar.
Devlette çürüme ve çözülme başladıktan sonra da artık dönülmez noktaya gelinmiş demektir ve işin sonunda da devlet bir daha ıslah edilemez.
Aşılmaz çöküş noktası geçildikten sonra  devlette liyakat yok olur, keyfiyet egemenliğindeki düzende siyasal sistem  demokrasiden ve hukukun kontrolünden çıkarak, bambaşka bir anti demokratik evreye geçer.
Olasılıkla ülkede devlette faili meçhuller, suikastlar, mafyalaşma, illegal faaliyetler günden güne artarak ülkeyi bir zulümler ülkesine çevirir.
Devletin düzeni demokrasi ve yasal kontrolden çıktıktan sonra o devlet bir daha kolay kolay toparlanamaz. Devlet aygıtları da aşırı siyasallaştığından devlet organlarına da güven ortadan kalkacağı için artık esas kavga devleti kimin ele geçireceğidir?
Kuzey Kore devleti bunun tipik örneği, Afrika ülkeleri bunun örneği değil mi? Yanı başımızdaki İran. Arap devletleri.
Özellikle bizim gibi tarihin ve hayatın koşulları gereği tepeden inmeci devrimler gerçekleştiren devletler de devletin ıslah edemediği  eski düzenin savunucuları bir anda devleti ele geçirerek intikam duygusu ile yeni devletin düzenine inanmış yığınları adeta en azılı düşmanları görerek intikam duygusu ile harekete girişebilirler.
Yıpranmış ve zayıflatılmış bir devlet düzeninde mesela  Irak ve sonra da özellikle Suriye’de başlayan ABD ve AB destekli IŞİD eylemleri bunun acı göstergesi değil midir? Sırf dini inançları gereği birçok insan kör bıçakla boğazlanmadı mı? Diri diri yakılmadı mı?
Herkes şunun farkında olmalıdır.
 Türkiye’de bir devlet geleneği vardır ve devlette hiyerarşik yükselmenin yollarında bellidir. Devletin liyakate dayanan yükselme makamları yeteneksiz kişilerce siyasal olarak gasp edilmesine müsaade edilmemeli, devlette liyakat korunmalıdır.
Aksi taktirde devletimiz batacaktır.
Batmasa bile halkının refah huzur ve mutluluğunu koruyamayacak  kadar acze düşecektir.
Devletin ve devlet düzenin korunması öncelikle siyasilerin ve devletin karar verici makamlarının asli görevidir.
 
Bu da iş mi şimdi?
Korgeneral Yılmaz Yıldırım’ı hiç tanımam. Nasıl bir kişiliktir bilmem. Ancak bildiğim şudur. Korgeneral Yılmaz Yıldırım, FETÖ’nün itibar ve fiili suikastları sonrasında hâlâ görev başında kalmayı başarmış ve bu rütbeye kadar yükselmiş şerefli Türk Ordusunun,  şerefli bir korgeneralidir.
Böylesine cevval bir komutan daha bir yıl önce 2022 askeri şurasında tümgenerallikten korgeneralliğe terfi ettirildikten sonra hemen ardından bir yıl sonra palaz pandıras emekliye sevk edilmesi de neyin nesidir?
Bu korgeneral nerede hata yapmış, nerede başarısız olmuş da daha ilk yılı bitmeden emekliye sevk edilmiştir. Yılmaz Yıldırım’ın hizmette kalma süresi dört yıl olan Korgenerallik rütbesinden daha ilk yılı sonrası emekliye sevk edilmesi de neyin nesidir?
Aklın alacağı, Türk ordusunun gelenek ve göreneklerine göre kabul edilecek bir durum da değildir.
Bunun manası şudur;
AKP istediğini istediği zaman paşa yapar, istediği paşayı da istediği zaman emekliye sevk eder.
İyi de bu yoğurdun bolluğu nereden gelmektedir?
Askeri şuraya kadar kimin nasıl general olacağını bal gibi bilen şimdinin MSB’nı , daha birkaç ay evvelin kadar Genelkurmay Başkanı olan  Yaşar Güler değil miydi?  Emekliye sevk edilen org. Musa Aysever ve diğer kuvvet komutanları hiç mi fikir beyan etmediler? Olacaklardan hiç mi haberleri yoktu?
Askeri şurada alnına kararlar ve rütbece yükselmeler yüksek komuta kademesinin, yani terübeli yüksek komuta kademesinin  fikrinden ziyade siyasilerin iradesi ile gerçekleşiyorsa Türk ordunun bütün teamülleri yerle bir olmuş demektir.
Ama yok  bu alınan kararlara yüksek komuta kademesi de bile isteye uyduysa hepimize geçmiş olsun.
Kendi geleceğini ve istikbalini siyasilerin iki dudağının arasından çıkacak bir kararla şekilleneceğini bilen,  kafası çalışan hangi subay kurmay olur da ve generallik rütbelerine yükselmek için uğraşır ve çabalar ki?
Korgeneral Yılmaz Yıldırım’ı tanımam etmem, hakkında fikir de yürütemem.
Ama o, benim için bir yıl önce tümgenerallikten Korgeneralliğe yükseltilen bir komutanımızdır. Komutanlar bu kadar kolay bozuk para gibi harcanmamalıdır.
Bu korgeneralin dışında kaç general daha bekleme süresinin sonunu beklemeden emekli edilmiştir? Ediliş sebepleri nedir?
Mantıklı bir açıklamasının olduğunu da hiç sanmıyorum.
Bu da ne şimdi? Olacak iş mi?
 
Maliye Bakanı biz emeklileri hangi sepete koyuyor?
Maliye Bakanı emeklileri nasılda zengin ettiğini aşağıdaki beyanatıyla ballandıra ballandıra anlatmış. Ama anlattıkları külliyen eksik ve yanlıştır. Emeklilerin refah seviyesi zerre kadar yükselmemiştir, bırakın yükselmeyi yerinde saymadığı gibi gerisin geriye de gitmiştir.
Bakın bu konuyla ilgili verdiği beyanatın ilk paragrafı nasıl?
“2023 yılında 15,9 milyon emeklimizi ve 4,9 milyon kamu çalışanımızı etkileyen önemli iyileştirmeler yaptık. Aylık ve ücretlerinde enflasyonun oldukça üzerinde artışlar yaparak refah seviyelerini yükselttik. 2022 yıl sonuna göre en düşük memur maaşını yüzde %141,8, en düşük emekli aylığını ise %114,3 oranında artırdık.”
Ama bu paragrafın ardından devam ettiği açıklamalarını okuyunca kıssadan hisse misali, satır aralarında verilen mesaj beni açık açık dehşete düşürdü.
Mehmet Şimşek emeklilerle ilgili yaptığı açıklamanın ikinci paragrafında şöyle demiş.
“Önümüzdeki dönemde bütçe açığını kontrol altına alarak mali disiplini yeniden tesis etmek suretiyle kamu maliyesi göstergelerinde kalıcı bozulmalara geçit vermeyeceğiz.  Bunun için gerekli tedbirleri alıyoruz. Para politikası ile maliye politikası arasındaki uyumu pekiştirerek Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesine destek vereceğiz. Cari açığı azaltacak adımları atarak ülkemizin risk primini de düşüreceğiz.”
Emeklilerin ücret artışıyla bu açıklamanın ne alakası var diye de sormadan edemiyorum. Yani emeklilerimiz mi bütçe açığının ana sebebi?  Kamunun mali disiplinin tesisinde kamu maliyesinde kalıcı bozulmalara emeklilere verilen zamlar mı var?
Eğer böyleyse şu soruya da  cevap verilmelidir
Aşağıdaki açıklama sayın Mahfi Eğilmez’in kişisel sayfasından aldım. Onun kaleminden çıkmış açıklamalardır.
“2020 yılında nüfusun en düşük gelirli yüzde 20’si gelirden yüzde 6,1 pay alırken bu oran 2021’de yüzde 6’ya gerilemiş. Buna karşılık gelirden en yüksek payı alan nüfusun yüzde 20’si 2020’de gelirin yüzde 46,7’sini alırken 2022’de yüzde 48’ini almışlar.”
Herhalde milli gelirden olsa gerek;
 “En yüksek payı alan yüzde 10’luk nüfus dilimiyle gelirden en düşük payı alan yüzde 10’luk nüfus dilimini karşılaştırıyor. Buna göre en yüksek gelirli yüzde 10, en düşük gelirli yüzde 10’dan (ortalama olarak) 14,2 kat fazla gelir elde ediyor. 2020 yılında bu fark 13,7 kat idi. Demek ki gelir dağılımı düşük gelirliler aleyhine bozuluyor…. Enflasyonun yükseldiği ortamlarda ücretlilerin durumu bozulduğu için gelir dağılımının bozulması normaldir.”
Demek ki neymiş ülkenin milli kaynaklarının paylaşımına göre refah seviyemiz yükselmemiş.
Maliye bakanımıza sormak lazım,
“Bu da ne şimdi? Olacak iş mi?
 
CHP ve başkanlık yarışı.
CHP gerçekten Kılıçdaroğlu eliyle iflasa sürükleniyor. Her ne kadar kendileri CHP’nin kurumsal bütün yapılarını fesh ederek “yeni bir yapılanmaya gidiyorum” dese de siz siz olun Kılıçdaroğlu’na zerre kadar inanmayın.
İşte buyurun buradan yakın.
Akıl aynı akıl. Süratle CHP’nin kurucu değerlerine dönüp memleketi kaostan çıkaracağını açıklamak yerine tutmuş şu beyanatı verdirmiş.
“Cumhuriyetin kuruluşunda temel bir rol oynamış olan CHP, bugünkü Türkiye koşullarında kritik alanlarda öncülük yapmasını sağlayacak yeni bir program hazırlamak ihtiyacı ile karşı karşıyadır” ifadeleri kullanıldı. Bunun yanı sıra üyelerin “katılımcı bir programın” hazırlanması amacıyla görüşleri istendi.
Yahu sizin bu kritik alanlar dediğiniz alan sakın HDP’nin isteklerine, dinci kesimin anti laik isteklerine, veya ne kadar neoliberal varsa onların isteklerine cevaz veren bir program hazırlamak olmasın?
Yazık yazık.
Koca Atatürk’ün kurduğu partinin düştüğü hallere bakın hele.
Bu da ne şimdi? Olacak iş mi?
 
Diyanet İşler Başkanlığı neyin peşinde?
“Çalışanlarımızın ve öğrenci kardeşlerimizin en önemli farz ibadetlerinden birisi olan cuma namazını eda edebilmelerine yardımcı olalım. İş yerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders programlarını cuma namazının vaktine göre düzenleyelim”
Bu da demek oluyor ki memleket din adamlarımızın isteğine göre mesai yapacak. Ama Cuma namazında bu hutbeyi okuyan hoca en sonunda da “bu işin vebali vardır” deyi verdi.
Laik devlet düzeninde bu isteklerde neyin nesi?
Bu da ne şimdi? Olacak iş mi?
 
Disney+ ittir edin gitsin..
Dijital yayın platformu  ABD’deki Ermeni lobisinin baskısıyla Aras Bulut İynemli'nin başrolünde yer aldığı 'Atatürk' dizisini yayınlamama kararı aldığı ortaya çıkması memleketimizde büyük bir tepkiyle karşılaştı. Hele de AKP’nin çiçeği burnundaki Hulki Cevizoğlu hönk hönk bağırıp duruyordu. Disney+ya laf söylemekten çok muhalefet kanadında bulunan kişilere ve sanatçılara laf yetiştirmeye çalışıyordu. Efendim Şahan ve Tarkan neredeymiş falan.
AKP Milletvekili olan Hulki Cevizoğlu iç mesele ile dış meseleleri birbirine karıştırıyor. Eleştirdiği sanatçılar gerçek anlamada Atatürkçüdür. Ama anladığım kadarıyla Sinan Oğan’laşarak AKP’li olma mahcubiyete kapılan Hulki Cevizoğlu, zeytin yağı gibi bulanık Türkiye suyunda, suyun üstüne çıkmaya çalışmaktadır.
Bir zamanların Hulki Cevizoğlu.
Nereden nereye?
Bu da ne şimdi? Olacak iş mi?
 
İYİ Haber
Artvin Yusufeli Barajında su seviyesinin tamamlanmasına 4 metre kalmış. Sonrasında elektrik üretilmeye başlayacak olan Yusufeli Barajı’ndan  yılda 1.8-1.9 milyar kilovatsaat elektrik üretilecek ve 2.5 milyon haneye evine elektrik sağlayacak.