Türkiye’de her şey öyle çok değer kaybetti ki iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ahlaki değerler üzerinden değil, siyaset anlayışımız üzerinden ayırt eder olduk.

Utanma duygusu duygu artık kalmamış.
Hani bilmesek sahtekarlığı dürüstlük olarak yutturacaklar  bize.
Bildiğimiz doğruya eğri diyorlar.
Hırsızlığı, çalışma olarak lanse ediyorlar insana.
Yargı sinmiş, suskun.
Memleket soyulup soğana çevrilirken gıkı çıkamıyor.
Bildik siyasiler bildik nakaratlarını terennüm edip duruyor.
Siyaset arenasında sahaya otuz beş kırk hadi kırk beş yaşında gençler  çıkmalı.
Onlar coşturmalı memleketi
Milleti onlar heyecanlandırmalı.
Onlar devlette söz sahibi olmalı.
Onlar idare etmeli memleket.
Hayatta yapacak işi kalmamışların,
Parayı bulmuş, köşeyi dönmüşlerin memleket yönetmeye hayallerine ve girişimlerine dur demeli.
Devlete kene gibi yapışıp yolunu bulanlar bir bir devletin gövdesinde ayıklanmalı.
Bunu yapacak olan önce halktır.
Sonra atak gençliğimizdir.
Ve onlara sahip çıkacak demokrasinin temel direği yargıdır.
Aklı başında bilge siyasilerdir.
Yargı yargı deyip duruyorum.
Ülkemizde yargı yok mu? Elbette var.  
Ama çok güzel binaların içinde siyaseten mahsur bırakılmış  yargıçlarımız.
Vatandaş kendi hak ve hukuku için yargıya gittiğinde aslan gibi yargıçlarımız onların derdine derman oluyor. Bunda zerre şüphe yok.
Ama bizim bahsettiğimiz yargı eksikliği vatandaşın yargı ihtiyacı değil. O zaten işliyor işlemesine. ,
Esas dert, devletin hakkını arayacak, toplumun sosyolojik olarak, hukuksal olarak maddi ve manevi haklarını kim yargıya taşıyacak?
Yargının kendiliğinden harekete geçmesinde sıkıntı olduğunu bilenlerdeniz.
Duyduğumuz işittiğimiz, basına yansıyan hangi yolsuzluk üzerine yargımız harekete geçebiliyor?
Yargımızın elini kolunu kim bağlıyor?
Mesela Sedat Peker’in açıklamalarındaki iddialar ne oldu?
Tamam, Sedat Peker belli bir kişiliktir.
İyi de neler anlatı? Anlattıklarını ve ifşaatlarını neden hiçbir yargıç dikkate almaz?
Çünkü biliriz ki siyasetten siyasetçiden çekinir.
Vatandaş vatandaşa derdini kime anlatacağını şöyle tarif ediyor;
Devasa adliye binasını göreceksin.
Adliyeye sırtını dön,
Dümdüzü git,
Kocaman bir bina çıkacak önüne. O bina devlet hastanesidir.
Oraya varınca yönü kıbleye doğru dön yeni yapılan büyük camiyi varacaksın. Onu da geç
Az ileride yeni yapılan hükümet konağını karşına çıkacak.
Hah işte hükümeti konağını bulunca önünde Atatürk heykeli var. Git derdini Atatürk’e anlat, belki rahatlarsın diyor.
Ülkede elle tutulur bir dal kalmadı.
Deprem de yaşananlar ortada.
Devlet yeteri kadar etkin kullanılamadı.
Laçkalık almış başını gitmiş.
Kızılay, deprem anında çadır satmış.
Göçük altında ve üstünde kalmış sıradan vatandaşların açlık, soğuk ve ölümlerini anlatan  hüzünlü hikayeleri dinliyoruz.
Ama her şeye rağmen yaşamak zorundayız.
Hayata tutunmak zorundayız.
Umudumuzu kaybetmemeliyiz.
Umut neredesin?
Vakit tamam haydi gel…
Umut neredesin?