İnsanın ruhunda PAYLAŞMAK fiili etkinse; yemenin-içmenin, gezmenin paylaşımı ÖZEL olup BİLGİ paylaşımı GENELDİR.

İnsanın ruhunda PAYLAŞMAK fiili etkinse; yemenin-içmenin, gezmenin paylaşımı ÖZEL olup BİLGİ paylaşımı GENELDİR. Bu paylaşımda ZİHNİN güçlenmesi, HIRSIN zayıflaması, HARSIN süreklilik kazanması vardır. Aşağıdaki bilgileri bizimle paylaşanlara SELÂM olsun,
MERHABA onlara, MERHABA okuyanlara-anlayanlara, anladıklarını anlatanlara ve yorumlayıp paylaşanlara !..
BATANAY anısı içinde EZAN ve M. KEMAL !?
 
Tanbûrî,bestekâr,hâfız ve hattat Kemal Batanay anlatıyor: (Müridoğlu Mehmed Kemaleddin, 1893-1981) ...

Soğuk bir kış günü cuma namazı için hazırlık yaptıktan sonra biraz erken Üç Şerefeli Cami'ye gittim. Cami avlusu cuma için hareketlenmiş, cemaat camiye girmeye başlamıştı. Bu ulu mâbed karşısında ecdadımızın büyüklüğünü bir daha derinden hissettim. İçimde camiye girip Kur'an okumak arzusu uyandı. Doğruca müezzin mahfilinde yer almış bulunan müezzinlere yaklaşarak hâfız olduğumu ve Kur'an okumak istediğimi söyleyerek izin istedim.

“Bir subay, hem de hâfız” diyerek çok sevindiler ve: - “Tabii lutfedersiniz, buyrunuz, okuyunuz efendim” dediler. Mahfile çıktım aralarında yer açtılar. Oturdum ve Kur'an okumaya başladım. Kısa zamanda da cami lebâlep doldu. Cemaat huşû içinde sessizce beni dinliyordu.

Cuma saati geldi, ezan okundu ve ilk sünnet kılındı. Müezzinbaşı iç ezanı da benim okumamı işaret etti. Bu teklifi kabul ettim. Bütün vücudumu dinî bir heyecan sarmıştı. Hicaz makamında müessir bir ezan okudum.

Namaz bittikten sonra cemaatin büyük ilgi ve sevgi gösterisi arasında kalmışken bir er bana yaklaşarak: - “Efendim, kumandanım sizi istiyor” deyince “Eyvah resmî elbise ile ezan okuduğum için usule aykırı bir iş yaptık” galiba diye endişe ve korkuya kapıldım.

Maiyeti ile avluda bekleyen kumandana yaklaştım. Bu Anafartalar'da savaşın akışını değiştiren dâhi, efsane kumandan Albay Mustafa Kemal idi. Heyecanım bir kat daha arttı. Ne ile karşılaşacağımı bilemiyordum...

Bana: - “Oğlum terbiye görmüş güzel bir sesin var. Okuduğun ezanı çok beğendim ve duygulandım. Seni tebrik ederim” deyince biraz rahatladım. - “İsmin?” - “Kemal Efendim” - “Adaşmışız. Hangi kıtada bulunuyorsun?” - “Efendim, 16. Telgraf Bölüğü’nün hesap memuru olarak tayin edildim.” Yaverine: - “İsmini ve kıtasını yaz” dedi, sonra bana dönerek: - “Oğlum! Edirne'de kaldığımız süre içinde ben cuma namazına hangi camiye gidersem sen de o camiye gelecek iç ezanı okuyacaksın.” - “Baş üstüne efendim” diyerek kumandanı selâmladım. Sonra Mustafa Kemal maiyetiyle beraber camiden uzaklaştı.

Hafta içinde yaveri Ali Rıza Bey beni arayarak Mustafa Kemal'in cuma namazı için Selimiye Camii'ne gideceğini ve benim de orada hazır bulunmamı Kur'an ve ezan okumamı, ayrıca durumun cami görevlilerine de bildirildiğini söyledi. Cuma günü erkenden hazırlık yaptım. Selimiye Camii’ne gittim.

Mimaride hacim, çizgi ve en güzel ölçülerin gerçekleştirildiği bir cami, dinî heyecanın en yüksek seviyeye ulaştığı bir mekân. Bu mâbedde Kur'an ve ezan okumayı ne kadar çok arzu etmiştim. Bu duygular içinde doğruca müezzin mahfiline çıktım. Müezzinbaşına kendimi tanıttım. Bilgisi olduğunu, istediğim zaman Kur'an okumaya başlayabileceğimi söyledi. Mânen de okumaya hazırdım. Cuma vakti girinceye kadar Kur'an okudum. Sesime hâkim ve rahattım. Caminin iç mekânının güzellik ve ihtişamı, cemaatin kalabalık oluşu da beni coşturdu, okuyuşuma heyecanıma tesir etti. Duyduğum zevk ve huzuru anlatamam. İç ezanı da aynı hal içinde aşkla okudum.

Namaz çıkışı etrafımı saran meraklı, takdir ve hayranlıklarını ifade eden cemaat arasından yine avluda maiyetiyle beni bekleyen Mustafa Kemal'e selâm verdim. Elini uzattı, hemen elini öptüm. Bana: - “Oğlum! Bugün yine bizi yaktın. Gelecek haftaya hangi camiye gidersem sen de oraya geleceksin.” Ertesi hafta Eskicami’ye gitmem emredildi. Orada da Kur'an ve ezan okudum. ***

Hafta arası görev başındayken bir geldi. Yüzbaşı Ali Rıza Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın yatsı namazından sonra ikametgâhında beni beklediğini, kendisinin de bana refakat edeceğini bildirdi. Ali Rıza Bey'le buluşarak Mustafa Kemal'in huzuruna çıktık. Oturmamı ve rahat olmamı söyledi. Sonra söz mûsikiden açıldı. Mûsikiyi kimlerden ve hangi eserleri meşkettiğimi sordu. Sonra bana: - “Birkaç eser oku da dinleyelim” dedi. - “Efendim, daha çok klasik formda eserler geçtim” dedim ve Dellâlzâde İsmâil Efendi'nin, Isfahan makamında nakış yürük semâisini okumaya başladım.

"O güzel gözlerine hayran olayım, O şirin sözlerine hayran olayım." Sonra Tab‘î Mustafa Efendi'nin bayatî nakış ağır semâisini okudum. "Çıkmaz derûn-ı dilden efendim muhabbetin, Kurbanın olduğum, bize yok mu mürüvvetin."

Mustafa Kemal de hafif bir sesle hatasız, usul vurarak bana eşlik etti. Kendisi, Leylâ Hanım'ın (Saz), hüzzam makamında: "Harâb-ı intizar oldum aman gel aman gel Yeter üzme efendim her zaman gel heman gel" şarkısını usul vurarak okumaya başladı. Benim de okumamı istedi.

Mûsiki faslı böylece gece geç vakte kadar devam etti. Onun mûsiki bilgisi, zevki ve eserlere hâkimiyeti bende büyük hayranlık uyandırdı. Bende derin izler bırakan bu hâtırayı hiç unutamam. Onun Osmanlı kültürü içinde yetişmiş, yoğrulmuş bu şahsiyetine daima hayranlık duymuşumdur...

Kemal Batanay II. Dünya Savaşı’nda yedek subay ve hesap memuru olarak Kilyos’ta Karadeniz Boğazı muhafızlığında on dokuz ay ihtiyat zâbiti olarak askerlik yaptı. 31 Ekim 1942'de terhis oldu. (Prof.Dr. Muhittin Serin, Kemal Batanay, Bestekâr, Tambûrî, Hattat, Hâfız, İstanbul 2006) ...''
 
İSTANBUL KADIN OLSAYDI !?...
İstanbul kadın olsaydı.
Oğlu Levent olurdu, kızı Bebek.
Denizleri mavi, martıları beyaz.
Cumbalı evlerde, camdaki saksılarla konuşurdu.
Erkek isimleriyle dolu semtlerine inat.
Kadın olmanın asaletini dağıtırdı bütün sokaklara.
***
İstanbul kadın olsaydı.
Kalbi Taksim olurdu.
Ara sokaklardan çıkıldıkça varılan meydan gibi.
Damarlarında gençlik kanı.
Özgürlüğe açılırdı alyuvarları.
Duvarlarına resimler çizilir, şiirler yazılırdı.
***
İstanbul kadın olsaydı.
Gözleri Galata Kulesi olurdu.
Güneşe tutkusu kocaman.
Yeşile özlemi delice.
Şehrin silueti bozulmasın diye gözü gibi bakardı her karış toprağa!
***
İstanbul kadın olsa, göğsü Darüşşafaka olurdu.
Evlat edinirdi sokak çocuklarını, emzirirdi.
Saçını süpürge ederdi hayata.
Evlerde kardeşlik şarkıları söylenirdi
***
İstanbul kadın olsaydı.
Saçları Çamlıca olurdu.
Tebrik kartlarında üzeri simli çam ağaçları.
Burnu Haliç.
Harika kokular yayılırdı şehrin her yanına.
Elleri şehir hatları vapuru.
Martılara simit ısmarlayan.
***
İstanbul kadın olsaydı.
Dudakları Boğaz olurdu.
Oturup şiirler okurdu denize karşı.
Şarkılar düşerdi yüreğinin tellerine.
Gemiler geçerdi de, haram lokma geçmezdi boğazından!
***
İstanbul kadın olsaydı.
Kulakları Emirgan olurdu.
Güllerin yakasını bırakmayan bülbül seslerini duyardı.
Adalet sarayı Baltalimanı.
Kadınlara şiddet uygulayanları korkusuzca yargılayan.
Özgürlüğün izlerini bırakırdı kumsallara.
***

İstanbul kadın olsaydı.
Dişleri Adalar olurdu.
Ayakları Aşiyan.
Yazlık sineması Kalamış.
Her gece bir tatlı huzur alırdı.
Gece mavisinde ah çekerdi tambur sesi.
Yüreğinin penceresi bütün insanlara açık olurdu.
***
İstanbul kadın olsaydı.
Her gün biraz daha aşık olurduk.
Bakışlarında siyah beyaz resimlerin tadı.
Özlediğimiz ve unutulmuş gecelerde, elbette huysuz ve tatlı kadın olurdu.
Dillerde nağme adı...  (KAAN MURAT YANIK)


                                                                                                                                                                
                                                                            03.10.2021
                                                                 Dr. Hayrettin Parlakyıldız
                                                                 Kıbrıs İLİM Üniversitesi
                                                                 E-posta: hparlakyildiz@mynet.com