“KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE Mİ..?”

Demesi kolay da, kimin umurunda.! Sanki inadına dayak, inadına işkence ve dahası..Tıpkı, sokak hayvanlarına yaptığımız gibi.. Umursamazca şiddet… Kimi zaman görsek de başımızı çevirdiğimiz durum. Nasıl olsa değişen bir şey olmayacak anlayışı yani. Kör sağır olmak, tepkisiz kalmak.
Apartmanda bağrış çağrış alt yada üst kat.. Sadece sessizliği bozuyorlar diye öfkelendiğimiz anlar..
Sonra duyuyoruz ki, adam karısını öldürmüş.. Kimi vakada dayaktan kimi durumda silahtan ölüm.. Bıçaklama falan filan.. Her yıl konuşuyoruz, lakin bir türlü sonuca varamıyoruz..  Çözümü bulunamayan korkunçluk; ‘Şiddet…’
Sanki genlerinde sabitleşmiş öfke..Şiddete her an hazır beyinler.. Bu noktada nasıl olacak soruna çözüm..!!!..  Öfke seline kapılmış hep birileri. Trafikte korna çalana dahi silah çekenler..
Yılda bir kez olsun, gazete manşetlerinde günün önemi.. Sonra unutulup gidiyor, tıpkı diğer önemli günler gibi.. Konuşunca mangalda kül bırakmadığımız pek çok özel günden birine ilişkin yine çok sözler işitti kulaklarımız. Nerede ise ezber ettiklerimiz yani..
Mesela, deprem oluyor, Türkiye’nin bu acı gerçeği üzerine günülerce konuşuyor, sonra unutup gidiyoruz depremi de..
Aklımda geçenleri yazmaya, konuları sıralamaya kalksam, olasıdır ki başıma en püsküllüsünden bir iş açacağım. İyisi mi bu noktada haddimi bilip susayım..
Konuk yazarımız diye sık söz ettiğim Mehmet ağabey, önceki gün yazdı, günü önemine ilişkin düşüncelerini. Ben de bekledim, aktarmadım hemen, paylaşmadım kimsecik ile.. Gün geçip, sonra yine unuttuklarımızdan olmasın diye bu önemli mesele, bir gün ardan sonra yine gündeme getireyim diye idi beklememin nedeni.
Kayserili meslektaşım daha dorusu mesleki büyüğüm Mehmet Uzel, ‘KADIN…’ diyordu önce. Sonra da başlıyordu yazmaya.
“ Kadın erkeğin canı sıkıldığında stresini atabileceği başka birine ya da bir olaya olan kızgınlığının acısını çıkarabileceği bir araç bir eşya..” diye vurguluyordu, toplumda birilerinde var olan  genel düşünceyi.
Sonra da; “Kadın konumunun hayatımızdaki yerinin sağlamlaştırılması için bu kadar çalışma, koruma kanunları, farkındalık yaratma projeleri... Hani nerede ?” diye soruyordu özetle.
Dahası sözleri, altını çizdikleri de vardı kaleme aldıklarında. Mesela, sorusu adından devam ettiği şekliyle yazdıkları;
 “Bunlar kadını bir yere taşıyamamış. Hele de erkeğin ‘hak etti’ savunması,pişkinliği..
Bu şekilde hayat devam ediyor.. ‘Şiddet kötüdür, kadına el kalkmamalıdır. Ama yaparız bazen. ‘ anlayış bu!
Geçen zaman kazandırmamış, ileri götürmemiş kadını.
Kadına sahip çıkmak zor olmamalı..Güçlü kadınlar şikayet ediyor, olayı basına adliyeye taşıyor.
Ya diğer kadınlar ? Kim bilir ne kadar yaygındır sesini soluğunu (elalem) meselesi yüzünden sessiz kalanlar,gizleyenler,her evlilikte böyle şeylerin olabileceğini düşünen...
Hangi işi yaptığının,karakterinin,hobilerinin bir önemi yok..Kadın mı tamam ! Ötesi yok.Kadın..Her türlü aşağı..sosyolojik bir hastalık !Toplumun yarası !İyileşmiyor çünkü hastalık kabul edilmiyor.” diye özetliyordu bu meseleyi Mehmet ağabey..
“Önce kadın görmeli bu gerçeği..” şeklindeki vurgusu ile yazdıkları da pek özel bir anlatımdı bence.
Ve de gerçeği görmesi gerekenin kadın olduğuna dikkat çekip ekliyordu ayrıca;
“Aciziyetin kendinde değil erkekte olduğunu, çocuklarına sağlıklı bir uygarlık bırakabilmek için konuşmak  gerektiğini.. “ diye..
Kadının kendine değer vermesi gerektiğine de dikkat çekiyordu yazısında Gazeteci Uzel ve vurguluyordu açık şekilde;
“İnsanca yaşamanın peşine düşmeli kadın . İnsan olduğunu herkesten önce kendisi kabul etmeli.
Kişi kendine nasıl bakarsa çevresindekiler de öyle görür.Erkeğin içine işlemiş, kadının kendisinden çekirdeğine anlayışı bir anda,  kadını küçük görme anlayışı diğer yanda. Çevrenin ona verdikleri,kendini yetiştirememesi ,toplumun erkeği gereğinden fazla yüceltmesi..
Bunlar olmalı erkeği bu kadar kof,boş kılan.Sevmeyi bilmemesi,sevgisini gösterememesi... Özelikle de sevdiği kadına bunu yapması enteresan. Dışarıdan bir kadına ya da erkeğe değil,kendi sevgilisine,hayatındaki en özel insana,şiddet göstermesi..
Kadın hep suçludur anlayışa göre ne yapsa kabahattir..Kadın kısıtlanan, hor görülen, yetersiz..
Doğuştan kaybetmiş..Biz uygar mıyız şimdi ? Uygar olduğumuzu söylemek kolayda  sergilemek zor galiba.<<<<<oysa kadın toplumun yarısı, erkeğin bir parçası...Üreten çalışan,kalbi olan,hayalleri olan bir insan...” gerçeğini yazıyordu yekten..
Şimdi düşünmek gerek.. Bu durumda kabahat kimde..? Ben hep kafamda sorgularım şiddeti ve şiddete uğrayanı.. Nasıl ir haklı gerekçe olabilir ki bu durumda diye..!!!
Şaka bir yana, atalardan kalma tek bir sözü pek içine sindiremedim.Oysa ki, ata sözlerimiz doğruyu anlatır diye bilenlerdenim bendeniz..
İçime sindiremediğim ve anlam veremediğim söz mü? Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle idi o söz;
“Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin..!”
Şaka gibi değil mi..! Sonra şiddet nereden çıktı der gibiyiz birçok konu üzerine.. Oysa ki, bir ara atalar söylemiş, dillere dolanmış, hafızalara kazınmış.. Haydi buyur buradan yak şimdi..!