Muş, Konya ovasının bozkırlarının ortasında, Kuşadası - Bodrum arasında şirin mi şirin, güzel mi güzel bir şehirdir ve eteklerine tutunmuştur ...

 

Yörük obalarının doruklarını börke çevirdiği Torosların. İşte bizim Muş, kaysısı ile meşhur Malatya’nın, üzümcü Manisa’nın hemen yanı başında, İstanbul Emirgan’a komşudur. Muşlu boğazın midye dolmacısı, benimse komşumdur.

Hadi len oradan, Muş nere, Emirgan nere mi diyorsunuz? Eğer böyle diyorsanız siz daha memleketi tanımamışsınız. Şenoba’nın Onbudak köyünde, kayalardan gürleyerek çıkan Beşiktaş’ın suyunu karşılayacak kadar bereketli pınardan da habersizsinizdir. Şimdi yine diyeceksiniz ki Şenoba neresi, on budak neresi? Ben biliyorum, Şırnak’ın hemen burnunun ucundadır. Mesela siz Patnos’un Erciş yolundaki dereden maden suyu da içmemiş, Van Gölü’nün sodalı suyunda da yıkanmamış, yüzmemişsinizdir. Sason’da Meleto Dağını seyretmemiş, balını yememiş, cevizini kırmamışsınızdır. Sonra da çıkar “ Burası Huştur yolu yokuştur” türküsündeki Huş’u Muş sayarsınız.

Siz türküye bakmayın. Huş’ta da Muş’ta da yokuş mokuş yoktur, bulut da yoktur. Muş’tan her gün Malatya’ya giden 17 45 treniyle İstanbul’a kaçan haşarımı haşarı, muzur mu muzur Maradona Erol diye bir hayta çocuk vardır. Esas mesele Maradona’dır. Eroldur. Aslında neden Maradona Erol dendiğini de bilmiyorum. Bu lakabı kimseden de duymadım. Peki nereden mi duydum?... Erol dedi bana “Ben Maradona Erol’um.”Dedi.. Ben de tamam dedim. Bu yetmez mi ? Bana yeter.

*********

Süphan dağının soğuğu ile Van gölünün sıcağı Muş’un ovasını cennete çevirir. Tatvan yüzünden Muşlularla Vanlılar arasında tatlı bir rekabet yaşanır. Birinci rivayete göre , Vanlılar Muşlulardan kurtulmak için gölün karşı yakasına Tatvan’ı kurmuşlar, ikinci rivayete göre de Muşlular Vanlılara kızdıkları için Tatvan’ı kurmuşlar. Aslında Muşlular mı Tatvan’ı kurdu, Vanlılar mı Tatavan’ı kurdu ne benim, ne de Maradona Erol için zerre kadar umurunda değildi.

Uzun kış gecelerinde köyün ihtiyarlarının bitmek bilmez askerlik hatıraları, Van Tatvan hikayeleri,eşkıya masalları Erol’ ilginç gelmezdi. Erol’un hoşuna gideni şey siyah beyaz televizyonun anlattığı zengin oğlan fakir kız masallarıydı. Hele de Yılmaz Güney, Battalgazi, Cüneyt Arkın filmleri ile Şeytan Rıdvan’ın Maradona’nın cambazlıkları Erol’u zevkten dört köşe oluyordu.

Erol oldum olası farklı bir çocuk farklı bir gençti. Babasının anasına “Allahıma dinime bu çocuğu uzaylılar başımıza bela etti. Bu velet bizim çocuğumuz değildir.” Dediğini duyanlar çoktur. Babansın böyle demesine karşılık evin en büyüğü ve aşiretin ağası olan amcasının Erol’u, hem kendisinin hem de aşiretinin çocuklarından ayrı tutması, koruyup kollaması bilinmeyen bir şey değildir. Hatta Erolu kendi evinde barındırır. Millet balık istifi gibi yarken, Erol tek kişilik odada, televizyonu olan bir odada krallar gibi yaşamaktadır. Babası, “ ağam etme bu veledi başımıza bela edeceksin.” Diye ağabeyine yalvarsa da bir netice alamamıştır. Çünkü ağa olan amcası, aşiretin onca çocuğu içinde Erol’ u beğenmekte .Erol’u aşiretin gelecekteki ağası görmektedir. Lakin babası ağayı, yani abisini sürekli uyarmaktadır.” Abim,ağam bu adam köyü de satar, ağalığı da satar.Haberin ola” der de başka şey demez. Ama ağa Erol’a inanmak da ve güvenmektedir vesselam.

Erol ağanın evinde Süpermen filminden etkilenip uçmak için camdan atlamışsa da o sırda evin önünden geçen koyun sürüsünün üstüne düşüp kurtulmuştur. Yılmaz Güney’in isyankar halleri, Cüneyt Arkının Bolu Beyine baş kaldıran Köroğlu halleri Erol’un hayal gücünü ve kişiliğini geliştirmiştir.

Erol mutlaka kazanır. Erol mutlaka haklıdır.

Yine bir kış günü babasının evinde, köyün bilgelerinin televizyon karşında galata köprüsünün uzunluğu konusunda iddialaştıklarına şahit olmuştur. Biri yedi yüz elli adım, diğeri üç yüz elli adım uzunluğunda olduğunu söylemiştir.. Sonunda iddia uzadıkça uzamış ve neticede İstanbul’a galata köprüsünü adımlamak üzere tarafsız birini gönderilmiştir. Bir hafta sonra dönen adam galata köprüsünün tamı tamına 615 adım olduğunu söylemiştir.

İşte bu iddianın olduğu günlerde bizim Erol’da iddiacı olmaya karar vermiş. Köyün çocuklarına kendisinin de galata köprüsünü görmeye İstanbul’a gideceğini ve kendisinin de adımlayacağını söylemiştir. Erol o zamanlar ben deyim 9 siz deyin 10 yaşlarındadır. Neticede Erol bu, köyün gelecekteki ağası,köyün gelecekteki belası. Ama fakat lakin, kadın milleti akıllıdır. Bir insanda gelecek vadeden bir şey gördüm mü hemen kafayı çalıştırır. Köydeki bir çok kadın Erol’un geleceğinin parlak olduğunu keşfetmiştir. Kör topal şaşı demeden kızını Erol’a yamamak için şimdiden çalışmalara başlamıştır bile… Umut her zaman dünyanın en güzel afrodizyağı ve afyonudur. İnsanı canlandırır ve sakinleştirir.

Hal böyleyken, millet Erol’la ilgili hayal kurarken, Erol kendi gerçekleri ve büyük hayallerin peşindedir. Erol İstanbul’a kaçacak ve İstanbul’da galata köprüsünü adımlayacaktır. İstanbul ve galata köprüsünü seyrettiği her filimde hayranlıkla , büyük bir tutkulu aşkla takip etmektedir.

Aşk adamın aklı alır geriye kör bir adam kalır demişler.

İşe bu aşkın kör ettiği Erol, gece yarısı babasının ağılından koyunları aparmış , anlaştığı alçak topal kasap Musa’ya sattırmış ve cebine üç beş kuruş para koymuştur. Erol artık baharın gelmesini okulların tatil olmasını beklemektedir. Erol cilalı hayallerin üzerinde kayıp geleceğe ışınlanırken köyün kahir ekseriyetindeki çocukları hayranlıkla onun peşinden uçmaya çalışmaktadır. Erol’a şüphe ile bakan az bir çocuk da ki azınlıkta olan bu münafık çocuklar özellikle gelecekte Erol’a ağalıkta rakip olma ihtimali olan çocuklardır. Bu münafıklar, Erol karşıtı çocuklar, Erol’un bu yaşta İstanbul’a kaçamayacağını, kaçsa da bir daha köye geri dönemeyeceğini düşünmektedirler. İşte bu yoğun ve acımasız baskı ile geçen kışın ardından bahar köye ve Muş’a pıt diye gelmiştir.

Baharla birlikte canlanan koca köyde, kim kime, dumdumadır. Millet atın ,otun, koyunun kuzunun peşindedir. Baharın bu anarşist provokasyonunu ve kaosunu fırsat bilen Erol, parasını iç donunun cebine çatal iğne ile tutturup, az bir miktar parayı pantolonunun cebine koyarak soluğu otogarda almıştır. O gün İstanbul otobüsüne binemeyince Muş tren garında saat 17 45 trenine binip kalabalık çocuklu bir ailenin arasına karışarak nisan ayı sonunda maceraya başlamıştır. Ne kondüktör ne de arasına karıştığı aile kaçak yolcuyu fark etmemiştir. Hatta arasına karıştığı meçhul ailenin ninesinden çok gürültü yapıyor diye de birkaç patak yemiştir. Meçhul ailenin Ninesi bizim Erol’u milleti ayartmakla, çocukluğundan beri haylazlıkla suçlayıp dövmüştür. “Senin gibi torun olmaz olsaydı.”diye bağırmış ve bütün tren yolcuları da bu bağırtıyı duymuştur. Onca çocuk arasında bunalmış bir kadın, “ Ana ellerin kırılsın, çocuklarımın en akıllısını dövüyorsun.” diye Erol’u sahiplenip bağrına basarken, kaynanasına da sitem etmiştir. Erol, bu aile ile yolculuk etmenin tehlikeli olduğunu hissederek Malatya da kendini trenden aşağı atmıştır.

Malatya – İstanbul otobüsü yolculuğu Topkapı’da son bulmuştur. Otobüs yolcuları otobüsü boşaltmasına rağmen Erol hala uyanmamıştır. Temizliğe başlayan muavini Erol’u uyandırıp kaptığı gibi otobüsten aşağı atmıştır.

Uyku sersemi Erol, Topkapı terminalinin insan kalabalığına, veyveyine karışmıştır. Biray toparlayınca galata köprüsünün yolunu sağa sola insanlara sormaya başlar. Ama hala şokta ve şaşkınlık içerisindendir. Galata köprüsünü sorarken bir yandan da ister hayran hayran deyin, isterseniz aval aval deyin nasıl derseniz deyin etrafı seyrederek dolaşan Erol’u birileri takibe almıştır. O alçak, o nankör otobüs muavini başının belaya gireceğinden korkarak bizim Erol’umuzu polise ispiyon etmiştir.

Sivil ekip arabasından Erol’u yarım saat seyreden Konyalı komiser Hasan daha fazla dayanamayarak Erol’un yanına giderek. “ Ne haber delikanlı.” Dedi. Erol aynı şaşkınlık ve afacanlıkla komisere baktı. “ Buyur” .Dedi. “Oğlum bak hava kararacak evine gitsene.” “Ben galata köprüsünü göreceğim. Görmeden mi gideyim.” Yarın gelirsin.” “Taa Muş’a mı gidip geleyim? Vallah sen delinin tekisin. Yok geri gidersem gelemem. Ben şimdi göreceğim.” Hava karardı göremezsin ki.” “ Bende yarın görürüm.” “ İyi ya işte yarın görürsün. Sonra galata köprüsü buraya çok uzak.” “Sabaha varamaz mıyım?” “Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen evden kaçmışsın.” “Yok valla kaçmadım. Muş’dan geldim.” “ İyi ya işte baban Muş’tan telefon etti. Benim oğlan galata köprüsünü görmek için İstanbul’a kaçtı diye.” “Babam Muş’tan telefon etti… Yav get sen. Adamınan dalgamı geçiyorsun vaalaha… Babam beni arayacak he?. Yav babam değil anamda aramaz, akrabalarımda aramaz.Benim İstanbul’a kaçtığımı ben deyince anlarlar ama derlerki gene bu deli dalga geçiyor. İstanbula falan kaçmamış emmilerinde yatmış kalkmıştır. Gene bir domuzluk yaptı derler..” Seni sevmiyorlar mı?” “ Sen evladını seviyorsun?...” “Seviyorum.” “ İşte öyleee… Yav insan evladını sevmez mi?.Yav sen kimsin?” ben komiserim..” “Komiser kimdir” Komiser devlettir.” “Sen valla yalan söylüyorsun.” Devlet değilsin. Devlet jandarmadır. Adam oğlu adam beni kandırıyor ha. “ Bende buranın jandarmasıyım.” “Erol çok kızmıştır.Yav sen kiminen konuştuğunu bilmiyorsun. Bugüne bugün büyüyüncene köylerin ağası olacak adamla nasıl böyle konuşuyorsun?” “ Haaa sen ağa olacaksın. Köyleri idare edeceksin.” “He. Beğenmedin mi?”Ağam galata köprüsünü niye göreceksin? Anlat bakalım.” “Filmlerde görmüşüm. Boyunu ölçeceğim.Sonrada köyde diyeceğim ki ben Galata’yı ölçtüm diyeceğim.” Komiser cevap vermeden yanındaki polise dönerek “Bunu alın Laleli’ye götürün. Hasan’a teslim edin gelin .Sabah ben alacağım. “Dedi.