Ne kadar ürkütücü bir başlık değil mi?

Sanki gizli bir el varmışta, bu gizli el jandarmamızı ve polisimizi halka, yani bize karşı kullandırıyormuş düşüncesine kapılıyor insan.

Bu satırların yazarı devletin askeri-jandarması olarak görev yapmış bir emekli subaydır. Gerek İstanbul’da ve gerekse başka illerde görev yaparken toplumsal hadiselere hem piyade ve inzibat subayı olarak, hem de Jandarma olarak  müdahale etmiş, görev almış insandır.

Bu tür görevlerde bulunan rütbeli devlet görevlisi olarak en çok karşılaştığım olay türü,  devlete karşı aşırı fraksiyonların silahlı ve silahsız eylemleridir.

Sıradan halkın, hak arayan halkın karşında geçip de görev yapmadım. Ama hak arayan sade bir vatandaş olarak sokağa çıktım.

Gerek askerimiz ve, jandarmamız, gerekse polisimiz devletin kadife kaplı demir elidir. Subaylar ve emniyetin rütbeli amirleri, devlet adında devletin şiddetini yönetmekle mükelleftirler.

Jandarma ve polis önleyici zabıta görevi görürler. Yani olayların, eylemlerin veya suçun oluşmasını önlemeye çalışırlar.

Her güvenlik veya kolluk kuvveti, daima hukukun içinde kalarak kendisine emredilen vazifeleri yerine getirirken mutlaka ama mutlaka işin yargısal boyutunu da göz önünde bulundurur ve devletin savcıları ile iletişim halinde olurlar.

Bir emniyet müdürünün en güzel görev anlayışı örneği Çanakkale Emniyet Müdürü Selim Arıcı’dır.

Kendisine bir törende de teşekkür ettim.

Nedenini de hatırlatma babından yazayım.

Devlet ait öğrenci yurtlarının birinde asansörün düşmesi sonucu bir üniversite öğrencisinin ölümü üzerine protesto amaçlı olarak yürüyüş yapan Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi öğrencilerinin eylemine hoşgörü ile yaklaşmış, öğrencilerin protestosunu demokratik hak olarak görmüş ve öğrencilerin eylemlerini bitirmesini beklemiş ve sonunda da tüm öğrencileri polis otobüsleri ile yurtlarına götürerek herkesin gönlünü de kazanmıştır.

Bu anlayış, devletimizin bir emniyet müdürünün demokrasiyi özümsemesinin de göstergesidir.

Ama FETÖ’nün Ergenekon Balyoz gibi kumpaslarında, duyarlı halk yığınlarının TSK komutanlarına ve diğer insanlarımıza sahip çıkmak için sessiz çığlıklarda, Silivri kapılarında aşırılığa başvurman zararsız protesto eylemleri karşında polis ve askerimizi halkın üzerine gönderen devlete sızmış FETÖ’cüler olduğu aklıma geldikçe, hala tüylerim diken diken oluyor.

Biz aylarca yıllarca FETÖ’nün Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına karşı birçok protesto gösterilerinde bulunurken çok ama çok fazla biber gazları yedik.

Bu konuyu da anlatan geçenlerde yayınladığım “Silivri’de bir kelin kafasını öptüm” isimli öyküm, yaşanmış bir hikâyenin kaleme alınmış şeklidir.

Şundan herkes emin olsun ki polisimiz, jandarmamız ve elbette ki askerimiz asla halkla karşı karşıya gelmekten hoşlanmaz. Çünkü asker, jandarma ve polislerimizin hemen hemen tamamı yoksul ailelerin orta ve dar gelirli ailelerin çocuklarıdır.

Onlar sadece emir kuludur ve kendilerine verilen vazifeyi yerine getiriler.

Ben, emekli bir subay olarak hem toplumsal olaylara müdahale eden devlet görevlisi tarafında vazife yapmış ve hem de halk tarafında hak arayışı mücadelesi vermiş bir insan olarak yaşadığım iki olayı örnek olsundiye anlatmak isterim.

Birincisi sivil vatandaş olarak anlatayım.

Emekli olmuşum, Ergenekon kumpasının bir düzmece olduğuna da inana biri olarak Silivri’ye doğru akın akın giden insanlarının arasına yürürken, polis ve jandarmanın yolları kapadığını görünce halk yığınlarından ayrılıp tarlaların içinden Silivri Hapishanesine doğru giderken bazı kimselerde beni takip etmeye başladı. Tarlanın çok uzak noktasında iki motosikletli Jandarma astsubayımız bizi görmüş olacak ki önümüzü kesti.

“Geçemezsiniz” dedi.

İki jandarma astsubayımıza şöyle dediğimi hatırlıyorum,

“Sevgili komutanlarım. Ben de emekli yarbayım. İçeride tutuklu bulunan komutanlarımızın ve diğer insanların suçluluğuna inanmadığım için, bir emekli subay olarak ordumuza yönelik yapılan bu saldırılara itiraz için buralardayım. İçeride yatan insanların büyük çoğunluğunu tanımam. Hiçbiri ile de görüşmüşlüğüm de yoktur. Ancak onlara sahip çıkmak TSK’nın onurunu korumak demektir. Şimdi biz buradan geçemeye çalışacağız siz de vazifeniz gereği bizi geçirmemek için mücadele edeceksiniz ve belki de vazifeniz için ellerinizdeki copları da bizlere karşıda kullanacaksınız. Bu tepkinizi de son derce doğal karşılarım. Çünkü vazifeniz size bunu emrediyor. Ama sakın bize hakaret etmeyin, bizi devlet düşmanı veya kötü insan gözüyle bakmayın “dedim. 
O aslan vatan evladımız jandarmamızın gözün yaşlandığını gördüm. Ama aynı gün Silivri kapısında halkı tatlı dille bariyerlerden dışarıya sevk eden bir jandarmanın, demir bariyerler arasındaki sıkıştırdığı halka karşı askerlerin başında bulunan jandarma yarbayın askerleri halka müdahale ettirdiğini görüp de “Yarbayın siz ne yapıyorsunuz. Halkı böyle kıstırıp müdahale etmeniz size yakışıyor mu? Dediğimde “ bu yaptığımız size az bile” dediğini de duyuca dehşete kapıldım.

Bu yarbayın yaptığı, hatalı müdahaleyi gün/saat vererek ilgili askeri birimlere yazılı olarak bildirdim ama sonucunun ne olduğunu bilmiyorum.

Sonuçta devleti ele geçirmeye çalışan ve devlete sızan FETÖ militanların TSK’ya, devlete ve vatandaşlara karşı sürdürdüğü terörist saldırıların bir kumpas olduğunu görmedik mi?

Olan istikbali söndürülen general ve subaylarımıza, ölen insanlarımıza ve hapislerde ömür tüketen insanlarımıza oldu. Bizim yediğimiz biber gazları ve kovalamacalar yanımıza kâr kaldı.

Diğer bil olayda devlette göre yaparken yaşadım. Türkiye olaylarla ayakta. Rütbem yüzbaşı. İnzibat bölük komutanı olarak bölüğümle sabah beşte olay mahallîne intikal ettim. Diğer askerlerle birlikte askerlerimi toplanma alanında saf düzenine geçirdim. Bizden epey uzakta mahalleden dumanlar yükseliyor, yollar maskeli kişilerce barikatlarla kapatılmış ve alevler barikatlardan yükseliyor.

Bu haldeyken yanımda habercimi de alarak barikata doğru yürümeye başladım. Habercim de benim gibi Tokatlıydı. Kulakları çınlasın. Komutanım burada Tokatlı çok dedi ve barikattakilerden birinin de köylüsü olduğunu söyledi. Ondan o barikattaki çocukla ilgili bilgiyi de alarak barikata yanaştım. Sabahın körü hava da soğuk tabi. Bu arada bana telsizden anons ediyorlar “yüzbaşım çok fazla içlerine girdin geri gel vs.” diyorlar. Bariyere gelince çocuklar üşüdüm az daha odun atın ısınalım deyip sohbete başladı. En sonunda da maskeli çocuğa dönüp

“Ne haber tokatlı köyden haber var mı?. İneğiniz de buzağılamış. Ağız geldi mi” dedim.

Çocuk çok şaşırdı.

”Benim Tokatlı olduğumu ve bunları nereden biliyorsunuz?” Diye sorunca gülümseyerek;

“Eee!... işte böyle. Devlet her şeyi bilir.” Dedim.

Sonra da bu yaptıkları eylemin yanlışlığından bahsederek barikatları kaldırmalarını tatlı dille isteyip askerlerimin yanına geri dönerken sokağı kapatan bariyer kaldırılmaya başlamıştı.

Diyeceğim odur ki demokratik haklarını kullanarak yürütmenin verdiği kararlara karşı masum protestolarını yapan ve sürdüren halka karşı jandarma ve polisimizin de azami gayretle halkı incitmemeye çalıştığına eminim.

Esas demokratik mücadele, haklıya hakkını vermesi gerek yargımızın adil ve tarafsız savcı ve hakimleri ile iktidarı yanlış kararlarından dolayı uyarması gerekirken yan gelip yatmayı alışkanlık haline getirmiş muhalefet partilerinin kimi milletvekillerinin duyarsızlığıdır.

Devlet’i seçilmiş siyasiler yönetir ama devleti ve halkı da haksız yürütme kararlarına karşı koruyup kollaması gereken de tarafsız yargımızdır.

Yargımız özgür olmadığı sürece devletimiz çöküşe geçer, sokaklarda mafya arta, halk yoksulluğa sürüklenir ve halk birbirine düşürülür.

Türkiye’nin kurtuluş reçetesi bağımsız savcı ve yargıçlarımızın elindedir.

Asker, polis ve jandarma ile halk ve devlet uzun süre korunamaz.