Meğerse ne güzel günlermiş o günler.

Çok değil, birkaç sene önce semt pazarına gidince, “iki yüz lira harcamandan çıkamıyoruz” diye hayıflanırdım. Hayat çok pahalandı dediğimde bazıları "amca pazardan iki yüz liraya ne alıyorsun? Abartma" derlerdi.

Meğerse ne güzel günlermiş o günler.

Her günümüz bir gün öncemizi, her yılımız bir önceki yılımızı mumla aratır oldu.

Şimdilerde pazara çıkınca artık cüzdanımızı boşaltıp geliyoruz ama yine de yetmiyor.

Tek tesellim, okutacak ve evlendirecek, iş arayan çocuklarımın olmaması.

Çok ender olarak dışarıda çarşı pazarda yemek yiyoruz.

Her şey öyle pahalandı ki canımızın istediği bir giysiyi bile almaktan vazgeçiyoruz.

Öyle bol keseden harcamak, yemek içmek de yok.

Zorunlu temel ihtiyaçlar hariç, pek bir harcama da yapmıyoruz. Sadece karnımızı doyuruyoruz. Üşümeyecek kadar giyiniyoruz, daha az sosyalleşiyoruz ve yaşayıp gidiyoruz.

Ama bu halimizle bile kendimi tuzu kuru kabul ediyorum.

Çünkü tek maaşla ev geçindirme derdine düşmüş, evi kira, çocukları okulda olan, tüm ailesine ekonomik olarak geçindirmeye çalışan anne ve babalar aklıma gelince içim acıyor ve inanın yediğim her lokma boğazımda düğümleniyor.

 Düşünsenize çürük çarık sebzeler bile 10-15 lira. Bir kilo zeytinyağı 330-450 liraya çıkmış.

Bu ekonomik ve sosyal travmaların toplum üzerinde sebep olduğu sosyolojik gerilimlerin bir gün hiç ummadık anda patlak vermesi de kaçınılmaza benziyor.

Siz işlenen onca suçu, onca cinayeti, onca cinnet geçirmeleri ve intiharları kişilerin bozuk psikolojisine yükleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışanlardan sanız gerçekten tam da başını kuma gömen deve kuşundan farkınız yok demektir.

Düşünsenize kızınız veya oğlun büyük zorluklar altında üniversiteyi kazandı ve geleceğine dair hayalleri var.

Diyelim ki Çanakkale On sekiz Mar Üniversitesini de kazandı.

Bu çocuğun veya gencimizin Çanakkale gibi tarım ve turizm şehrinde yaşaya bilmesi mutlaka bir devlet yurdunda kalması ve en azından on bin lira civarında da cebinde para olması gerekir.

Her öğrencinin yurtta kalması da zor olduğu için ya ev tutacak veya özel yurtlarda kalacak.

Çocuğunun temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamayan bir anne baba olarak siz evinizde çocuğunuz da gurbet ellerde ne büyük travmalar yaşayacağı aşikâr değil mi?

Mecliste olanlar, siyasette karar verici yetkili konumda olanlar elinizi vicdanınıza koyarak düşünün bakalım.

Meclisin rahat koltuklarında oturup meclis kürsüsünden nutuk atmak kolay.

Evi nasıl geçindireceğim, çocuklarım nasıl okuyacak endişesi taşımadan siyaset yapmak kolay.

Asgari ücretle veya biraz üstünde bir maaş alanların nasıl ve hangi şartlarda yaşadığını biliyor musunuz?

Halka ve dar gelirli guruba empati yapabiliyor musunuz?

Eviniz kira,

İki çocuğunuz okula gidiyor mu?

Emeğinizin karşılığı olan o da bin bir nazla, kırk dereden su getirilerek verilen aylı ücretinizden başka bir şeyiniz yoksa nasıl geçinileceğini düşünebiliyor musunuz?

Bu durumda ruh sağlığınız düzgün olabilir mi?

Sağlıklı düşüne bilir hayata ve çevrenize hoşgörü ile bakabilir misiniz?

Bırakın kendinizi çocuklarınızın ihtiyaçlarını karşılayamadığınız için kahrolmaz mısınız?

Ama milletin gözünün içine soka soka lüks ve şatafat içinde yaşayan, denetimsiz ve sahipsiz Türkiye’de kimi futbolcular kayıt dışı gelir ede etmek için bir banka müdiresine milyonlarca lira parayı verecek kadar pervasız ve maliye denetiminden ve hesap verebilirlikten çekinmeden gayri yasal akçeli işlere kalkışması ibretlik hikayeler değil mi?

Yargının rüşvetle kimi davalarda karar verdiğini iddia eden ben değilim, bir baş savcının ifadesidir.

Hal ve şartlar böyleyken haydi iktidarda bulunan Cumhur İttifakı partilerine AKP ve MHP’ye bir şey demeyelim. Çünkü Türkiye onların yönetiminde bu günlere geldi.

Ama yıllar yılı yorgun ve yıpranmış iktidarı alaşağı edemeyen beceriksiz muhalefet partili siyasetçilere ne demeli?

Meclise kapağı atınca işlem tamam.

AKP ve MHP siyasetinden yılgın ve yorgun düşmüş halk yığınları nasıl olsa tıpış tıpış sandığa giderek beceriksiz örneği sergileyen muhalefet partilerine oy vermeye de mahkûm olunca muhalefetin anlı şanlı milletvekilleri neden sokakların sesine kulak versin ki?

Yirmi yıldan fazladır daha halka kendini anlatıp da, halkın güvenini kazanamayan muhalefet partileri ve milletvekilleri mi Türk Milletini selamete çıkaracak da AKP ve MHP’nin siyasal ataklarına dur diyecek?

Sokaklara ve sıradan vatandaşlar lehine empati yapmayanların tuzu kuru siyasetçilerin yoksul halkın derdine çare bulması mümkün değildir.

Hiç eşekten düşmedikleri için eşekten düşenin halini anlayamazlar.

Türkiye'de siyaset paralı insanların işi.

Bastırırsın parayı.

Geçersin ön sıraya.

Kendini milletvekili de seçtirdiysen bir ömür boyu geleceğini devlet garantisiyle güvene almışsın demektir.

Diyeceğim şudur;

Meclise gidecek milletvekilini kendilerinin seçtiğini sanan gariban halkın elinden oyunu kapmak için çırpınan siyasetçilerin çoğunda ne ideal vardır ne de ideoloji.

Masa başında, kamera karşında güzel ve parlak sözler söylemekten öte gitmeyen siyaset anlayışı ile mühim insan rollerinde devletin olanakları ile ömür boyu mutlu ve mesut hayatı yaşama devam edeceklerdir.

İster sağ düşüncede olun, isterse sol düşüncede olun, hiç fark etmez.

Yoksulluğun mengenesi hepimizin kemiklerini sıka sıka kırdığını lütfen fark ediniz.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve devletin zenginden yana karar almaya zorlanmasının en büyük nedeni TBMM’de iş dünyasının temsilcilerinin çoğunlukta olmasındadır. Bunu fark ediniz.

Ne yazık ki bu meclis aritmetiği ve kombinasyonu içerinde asgari ücrete talim eden milyonlarca aile ve insan hayata küsmüş vaziyette cambaza bak oyunu ile oyalanmaktadır.

 

İnsan ömrünün,

İnsan hayatın sağı solu, ideolojisi yoktur.

Bu işin sağı solu yoktur.

Bu işin etnik ve dini hatta mezhepsel farkı yoktur.

Hepimizin insanız. Hepimiz bu güzel vatanın ve bu güzel devletin vatandaşlarıyız.

Ortak yanımız ise; yokluğa ve yoksulluğa mahkûm hayat yaşamaya mecbur bırakılmamızdır.

İktidar ve ortakları ile muhalefet partilerinin yöneticilerinin hayat standartları üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Biri Kürtçülük yaparak, biri Türkçülük yaparak, biri dincilik yaparak, biri sağcılık diğeri solculuk yaparak siyaseten saltanatını sürdürürken, bunları meclise taşımak için, bunları mutlu kılmak için aşa, işe ve geleceğe ihtiyaç duyan sefilliğe ve yoksulluğa tabi bırakılan halk yığınları kendilerini parçalamaktadır.

Siyasetin içinde olarak buna şahidim.

Sandıklar açılır, seçilen seçilir, seçenlerse kendini avutur durur.

Gelir dağılımında adaletin olmadığı ülkelerde ne demokrasi gelişir ne özgürlükler artar ne de fırsat eşitliği sağlanabilir.

Değerli dostlar;

Bu ülkede hangi sitem veya hangi iş bozuksa onun erbabı para kazanıyor demektir.

Sonuçta ahlaklı, namuslu, kafası çalışan, liyakat sahipleri her insan mutlaka aktiflik göstermese de siyasete girmeli, özlemini duyduğu siyasetçi tiplerini meclise ve siyasetin etkili yerlerine taşımalıdır.

Aksi taktide parayı verenin düdüğü çaldığı bir nizamda bir değil birkaç kere daha dünyaya gelinse ne bu yoksulluktan ve ne de bu adaletsizlikten kurtulamayız.

İster sağcı ister solcu, isterse hangi görüşten olursanız olun hiç fark etmez.

Yeter ki ahlaklı, namuslu vatanını seven kafası çalışanları siyasi partilerde göreve getirelim.

Hepimiz siyasal olarak farklı düşünsek de insanca güven içinde yaşama noktasında el ele verebiliriz.

Zor mu? Evet zor. Ama imkânsız değil.