Bizim sosyoloji bilimi gerçekten, “acıların çocuğu” arabesk bir bilim dalıdır.

Biraz fitne fesatçı bir bilim dalıdır.
Vakti zamanında sosyoloji bilimi ile ilgili enteresan benzetmeler yapılmış.
Mesela sosyoloji bilimine “eli kanlı bilim” demişler.
Sosyologlara da “terör sorgulayıcı”.
Yani anlayacağınız insanlar nerede yaşıyorsa, orada sosyoloji var.
Nerede problem varsa, orada çözüm arayan sosyologlar var.
Çünkü biz sosyologlar, toplumsal sorunları sorgulamazsak, içimiz rahat etmez.
“En karaman Rıdvan” edasıyla ortaya çıkar mutlaka problemlerle ilgili bir iki çift laf ederiz.
İşimiz insandır, insan yığınlarıdır.
Anlayacağınız biz sosyologlar, ARIZALI insanlarız. Problemlerden besleniriz. Toplumsal problemler olmadan biz yaşamayız.
Diyelim ki bir sorun yok. Toplum refah içinde ve mutlu. Biz bu kez de bir sorun yoksa, neden sorun yok? Diye kendimize yeni bir sorun bulur başlarız araştırmaya.
Yukarıda yazdıklarım işin şakası gibi olsa da sosyoloji bilimi toplumun huzur ve mutluluğu için önemlidir.
Sevgili okurlarım sosyoloji bilimi, yer yüzündeki en genç bilim dallarından biridir ve henüz daha yeni yeni gelişim göstermektedir. Sosyoloji biliminin ortaya çıkışı modernizemle birlikte yani İngiliz sanayi devrimi ve Fransız Devrimlerinden sonradır.
Sosyoloji biliminin alt bölümleri kırkları ellileri bulmuştur. Ve hala da artmaya devam etmektedir. Mesela benim de ilk uzmanlık alanım olan askeri sosyoloji bilim dalı, ikinci dünya harbinden sonra gelişim göstermeye başlamıştır.
Ama sosyal bilimler ve hele de sosyoloji fen bilimleri gibi değildir. Diyelim ki bir baypas ameliyatı yapılacaksa dünyanın her yerinde aynı teknik ve aynı tedavi süreci uygulanır. Ama bir toplumda meydana gelen problem için bulunan çözüm her toplum için geçerli olmaz.
Nedeni de basittir. Her toplumun kendine göre kültürel özellikleri, değer yargıları, demokrasi anlayışı gelenek ve görenekleri vardır.
Nasıl ki her evin kendine has bir kokusu varsa her toplumunda kendine has yaşam tarzı ve değer yargıları vardır.
Bu nedenledir ki sosyologlar; içinden çıktıkları, kültürel ve bilimsel manada beslenip geliştikleri toplumun bakış açısı ile olayları ele alır ve incelerler.
Ne yazık ki ülkemizdeki birçok sosyolog, özellikle batılı sosyologların kendi toplumsal meselelerine buldukları çözüm önerilerini adeta “kopyala yapıştır” yöntemi ile toplumuza çözüm önerisi olarak sunmaya kalkışmışlar ve toplumun bir çok değeri ile ters düşmüşlerdir.
İkinci dünya savaşından sonra Amerikancı anlayıştaki sosyologlar Türk toplumunun sorunlarına gerekli çözüm önerileri sunamadığı gibi milli sosyoloğumuz Ziya Gökalp sosyolojisine de tu kaka demişlerdir.
Toplumsal sorunların ortaya konması ve bu sorunlara çözüm önerilerinin sıralanmasın da esas mesele, sosyologların olaylara hangi açıdan baktıkları meselesidir.
Mesela Türkiye’deki Kürt meselesini ele alalım.
Eğer siz Kürt meselesini batıcı bir anlayışla, yani Amerika iç savaşının ve ardından Fransız Devriminin ulusların kendi kaderini tayin hakkı açından bakacak olursanız  Türkiye’nin er veya geç parçalanmasına da neden olacaksınız demektir. Türkiye’yi Yugoslavya gibi parçalanmaya götürürsünüz.
Batının kendi toplumsal sorunlarını çözüme kavuşturmak için ortaya koyduğu argümanlar ve geliştirdiği sosyolojik yaklaşımlar, küresel batı emperyalizminin hak ve menfaatlerini korumak üzere oluşturduğu çözüm önerileridir.
Batı’nı kendi toplumsal meselelerine bulduğu çözüm yolları elbette ki bizler için de bir araştırma konusu olmalıdır ama Batı’nın çözümleri batının problemleri içindir.
Benim bir Türk sosyolog olarak Türkiye’nin problemlerine çözüm önerilerim elbette ki pozitif yönde ülkemin, milletimin ve elbette ki devletimizin varlığını koruma ve devam ettirmeye yönelik bir bakış açısı istikametinde olmak durumundadır.
Kürtçülüğe bakış açım, etnik ayrılık peşinde koşan PKK yandaşı ve militanı kitlelerin sorunlarına çözüm aramak olmaz, olamaz.
Çünkü böylesine bir çarpık bakış açısı bir sosyolog olarak  benim  PKK ve yandaşlarının lehine ideologluğuna soyunmama neden olacaktır. Belli ki ayrılıkçılar ayrılmak isteyenlerdir. Ayrılmak isteyenlere ve devlete başkaldıranlara karşı mücadele görevi sosyologların işi değildir o daha çok hukukun ve devletin kolluk unsurlarının işidir.
Kürt meselesine bakış açısında sosyologlarımızın Kürt meselesinin sebeplerine ve bu sebepleri ortadan kaldıracak çözümleri bulmada izleyeceği yol alenidir.
Sosyologların esas işi ve çalışması, vatanına bağlı, ülkesinin bölünmezliğine inanmış, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşı olmaktan gurur duyan Kürtlerin sorunlarına sosyolojik çözümler bulmak  olmalıdır. Çünkü bu bakış açısı ile ülke sorunlarına yaklaşmak sosyologları millici bir bakış açısına kanalize edecektir.
Kürt sorunları benim açımdan sosyokültürel problemleri içermektedir.
Her şeyden evvel de sadece Kürtlerin değil bütün Türk toplumunun tamamının sorunlarıdır.
Unutulmamalı ki her insanın sorunları, yaşamsal sıralı ihtiyaçlarının karşılanmaması ile ortaya çıkmaktadır. İşte bu nokta da Kürt meselesine Gestalt Kuramı çerçevesinde ele almak isterim.
Gestalt kuramı kısaca şöyledir; Bir bütün, parçaların toplamından başka bir şeydir ve bireyler bütünü parçalarına ayrıştırarak değil, bütünlük içinde algılar.
Bu konunun daha anlaşılır olması için araba örneğinden yolumuza devam edelim.
Bir araba binlerce parçadan meydana gelir. Ama hepsi sadece bir parçadır. Mesela kaportası, aynası, lastikleri şanzımanı motoru, elektrik tesisatı , soğutma sistemi, frenleri, direksiyonu koltuğu vs. vs. hepsi bir arabanın parçalarıdır. Ne zaman ki tüm parçalar uygun şekilde bir araya  getirilirse işte o zaman giden, hızlanan , duran, yolcu ve yük taşıya arabaya dönüşür. Araba, tüm parçaların toplamına denir. Bizler bir arabaya baktığımızda sadece arabayı bir bütün olarak algılarız. Soğutma sistemi nasıl çalışır, hava filtresi neyden ve nasıl üretilmiştir bizi pek alakadar etmez. İşte toplum içindeki bireylerde toplumsal meselelere meseleleri bir bütün olarak algılar. Esas mesela insanların algısını şekillendirmektir.
Sosyolog olarak Kürt meselesini ele alışım veya yaklaşımım etnik bakış açıdan değildir. Kürt meselesine; iş veya işsizlik, ekonomi, , barınma, eğitimde, sağlık hizmetlerine ulaşma da, gelir dağılımında eşitlik, hukukun üstünlüğü ve bireysel özgürlükler üzerinden özümler üretmeye çalışırım.
Bireysel gelişimin eşit şartlarda sağlandığı bir ortamda Kürt meselesi diye bir meselenin ortaya çıkmayacağını öngörürüm.
Esasında Kürtçülükle alakalı sorunlara bulduğum çözüm önerilerinin sadece Kürtlerin değil tüm insanların sorunlarına da çözüm olduğunu da bilirim.
Kürtçülük meselesine  toplumsal tabakalaşma açında da yaklaşırım. Kültürel gelişmişliğin ileri safhalarında yöresellik ve etisite meselelerinin ikinci, üçünce ve hattat daha sıralara düştüğünü de bilirim.
Düşünsenize; 1970’li,1980’li yıllarda var olan güçlü hemşericilik evlenmeler geçen zaman içerinde tamamen değişime uğramış ve artık kentçi bir anlayışla yerellik yöresellik ve hemşericilik yani etnisite göz ardı edilerek tamamen kültürel anlaşma ve kafa denkliği üzerinden aile bağları kurulmaya başlanmıştır.
İnsanlar özgürleştikçe ve geliştikçe etnik ayrışmalar yok olmakta ve ortak aidiyet ve ortak kültürel değerler daha da artmaktadır.
Bireysel özgürlüklerin önüne konan her engel, toplumsal sorunlara ve toplumsal ayrışmalara sebebiyet vermektedir.
Onun için bir sosyolog olarak önerim;
Adil ve yerinde işleyen bir hukuk sistemi,
Adil bir gelir dağılımı,
Liyakate dayalı fırsat eşitli tüm toplumsal meselelerin çözüme kavuşmasını sağlayacaktır.
Bunu sağlayacak olan ise; rüşvete ve adam kayırmaya karşı olan adalet sever siyasetçilerdir.
Var mı itirazı olan?!....