Yakın tarihte yaşanan ve tüm Türkiye’ yi sarsan 7. 4 şiddetindeki Marmara depreminin üzerinden 18 yıl geçti. Dile kolay…

Ne hayatlar gitti o büyük felakette. O günlerde bir yaşında olan deprem bölgesinin çocukları, bu gün 18’ inde genç kız ve delikanlı…
Ve ne yazık ki, her an yenisi gelebilir. Doğal afetlerin içinde ansızın gelen ve oluşmasına çare olmayan Deprem için konuşan uzmanlar, çok net söylemişler.
“DEPREM BİR DOĞA OLAYIDIR, AFETİ İSE ÇOĞU ZAMAN İNSANLAR YARATIR!” diye.
Ardından de yine çok net bir cümle kurarak olayı özetlemişler; “Afet kader değildir…”
 TMMOB, yarın 18. yılı hüzünle anılacak, binlerce insanımızın göçük altında kalıp can verdiği 17 Ağustos depremine ilişkin keskin sözlerle bir açıklamaya imzasını attı.
Çanakkale İnşat Mühendisleri Odası Yönetimi’ nin, Deprem’e karşı sözleri,  kabullenmesi güç de olsa, hakikat’ ı ortaya seriyordu.
“Ülke tarihinin en büyük ve sonuçları itibariyle en acı depremlerinden biri olan Marmara Depreminin üzerinden 18 yıl geçti.” hatırlatması ile başlayan Çanakkale’ nin inşaat mühendislerinin sözleri,  17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli Doğu Marmara depreminin binlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına yol açtığı vurgusu ile sürüyordu.
Sanki dün gibi diyeceğim o gece yaşadıklarım, halen aklında olanlardanım.
Bu gün için ahkam kesecek değilim de, Can’lar alan o felaket, ekonomik kayba da yol açmıştı elbet.
Yaralar büyük, sarması da güçtü hatırlanacağı gibi..
Hiç düşünmeden, Aziz Milletimiz elini taşın altına koymuş,  devleti ile el ele verip, düzenlenen yardım kampanyaları ile depremzedelerin yanında olmuştu.
Tam bir seferberlik yaşanmıştı o yılarda. Mutfak masraflarından kesen çekirdek aileler gibi, okul harçlığını kampanya’ ya bağışlayan miniklerimiz vardı.
Kısacası, depremin izleri bir şekilde silindi de, ya sonsuza dek gidenler?
Binlerce insanımızı geri getirmek ne mümkün?
Deprem kuşağı Türkiye, deprem gerçeği ile iç içe yaşamayı kabul etse de, felaket geçtikten sonra acıyı da, oluşan yıkımı da unutup gidiyoruz. Sanki deprem bir daha kapıya dayanmayacak gibi. Öyle değil mi?
Yapılarımız ne kadar güvenli? Ne kadarı depreme dayanıklılık için aranan şartlarda yükseldi?
Sorular sorular. Sıralasak, daha neler çıkar? 
İşte tam da bu noktada, hem acının yıl dönümünü unutmamış, hem de gerçekleri yeniden anımsatmış Çanakkaleli inşaat mühendisleri. Adeta demişler ki; ‘Unutmayalım…!’
Ne yi mi? Hem yaşanılanı, hem de yaşanmaya yol açanları…
“Doğa Olayı Olarak Ülkemizin Gündeminde Sadece 17 Ağustos Depremi mi Var?” sorularına yanıt veren Çanakkale’ nin yetkili isimleri;
“Bu yıl da,17 Ağustos Depremi’nin yıldönümü nedeniyle bir kez daha depremi hatırlayacağız. Topraklarımızın  büyük bir kısmının deprem tehlikesi altında bulunduğunu kısa bir süre sonra unutacağız.”  Şeklindeki çıkışları ile kalmayıp, bir de şöyle seslenmişler;
“Uzunca bir süredir, Çanakkale, Manisa,  Adıyaman ve  İzmir ilimiz, son olarak ta Muğla ilimiz ve ilçeleri depremden nasibini aldı.
6.6 büyüklüğünde olan deprem aynı zamanda bir su hareketine (tusunamiye)  neden oldu.
Bodrum ve Datça’da yapılar hasar gördü.
Deniz kıyısında bulunan tekne ve otomobiller üst üste yığılarak çalışamaz hale geldi.
Can kaybı olmasa da, panik ve korku ile koşuşan ve pencerelerden atlayarak yaralanan insanlar oldu.”
Şimdi yine diyesim geldi iki kelime. İç içeyiz ya bizler depremle. Ne zaman olacağını bilmek de ne mümkün. Hadi diyorum; ‘Bilsek bile, yaşam alanlarımızda gerçekten güvende miyiz?’
Sıralanacak yeni sorularla kafa karıştırmak değil elbet niyetim. Korkalım da demiyorum da, hiç değilse unutmayalım…
Şimdi gelelim Çanakkaleli İnşaat mühendislerimizin, yarın 18. Yılı dolacak o büyük depreme ilişkin dediklerine;
“Bugün kişi başına 1.5 m2 yeşilin olduğu; ağacın, ormanın ve su havzalarının yok edilerek boş alanların  betona teslim edilen   bir kentle karşı karşıyayız. Bu kent 7 ve üzeri deprem bekleyen İstanbul’dur.” Şeklindeki hakikaten de dikkat kesildiğim uyarılarına.
Neden mi dikkat kesiliyorum? Böylesine büyük, ciddi tehlikeli beklenti, hepimiz bir olan Milletimiz için yeni bir acının adı demek.
Hadi diyelim, beklenen deprem geldi ve biz Çanakkale yaşayanları olarak sadece sarsıntıyı hissettik ve geldi geçti. Peki ya, Bitti mi? Elbette ki bitmedi… Travması yine bir 17 Ağustos…
Amaç elbette felaket tellallığı yapmak değil. Amaç, gerçekleri bilelim de, en azından yaşam alanlarına yönelik tedbirleri alalım olsa gerek.
İte bu anlamda gelen sözleri duymaya sıkı durun millet.
Bakın, Çanakkaleli inşaat mühendislerimiz, bir de ne diyor;
Kuzey Anadolu fay hattı dünyanın en tehlikeli faylarından biridir. Bingöl ilimizin Karlıova ilçesinden başlayıp Marmara Denizi’ne uzanan, oradan da Yunanistan’a geçen bir fay hattıdır.
Bu fayın herhangi bir yerinde oluşan deprem, başka bir yeri, yeni bir depremle karşı karşıya bırakır.
Bu nedenle 17 Ağustos Gölcük merkezli deprem, İstanbul’u deprem tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Kuzey Anadolu fay hattının ürettiği tarihsel depremlere baktığımızda, yaklaşık 250 yıllık dönemlere denk gelen ve büyüklüğü 7 ve üzere büyüklükte olan depremlerin olduğunu görüyoruz.
1766 Depremini dikkate aldığımızda 250 yıllık periyoda ulaşıldığı anlaşılmaktadır.
Artı/eksi birkaç yıl sarkabilir. Yine İstanbul’un yaşadığı ve küçük kıyamet olarak bilinen 1509 yılı depremi ile 1766 yılında yaşanan deprem arasında 257 yıllık bir dönem var.
7 ve üzeri bir depremin olma olasılığını bilim insanları %63 olarak öngörüyorlar. Açıkçası  İstanbul’un yakınından geçen fayın üreteceği bir depremden kaçma şansımız hiç yoktur.”
Yarın 18. Yılını hüzünle anacağımız 17 Ağustos’ un yıl dönümü için, bilimsel verileri derleyip, Çanakkale’ nin de olasılık senaryosundaki yerini özetlemiş İnşat mühendislerimiz. Ve özetle demişler ki;
“1939 yılında Kuzey Anadolu fay hattının ürettiği ve 33.000 insanımızın ölümüne neden olan Erzincan Depremi, 1966 Varto, 1967 Adapazarı, 1971 Bingöl, 1983 Erzurum Ilıca, 1992 Erzincan, 1995 Dinar, 1998 Adana, 1999 Gölcük(Doğu Marmara) ve Düzce, 2003 Bingöl, 2011 Van depremi ülke topraklarımızın nerede ise tümü deprem tehlikesi altında bulunuyor.
Yine 2017 yılında yaşamış olduğumuz Çanakkale, Manisa, Adıyaman, İzmir ve Bodrum yakınlarında ortaya çıkan deprem, ülke topraklarımızın sürekli olarak deprem tehlikesi altında bulunduğunu ortaya koyuyor.”
Bu ne mi demek? Ben ce her an bir yenisi kapıda demek.
Bilelim, endişelenmeden bir an önce ölmem almaya bakalım.
Rahmetli ‘Deprem dede’, Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara derdi hatırlayalım.
‘Deprem değil, binalar öldürür… ‘
Bu anlamda, inşaat mühendislerimizin de dediği gibi, “Açıkçası ülke topraklarımızın %92 deprem tehlikesi altında; % 66’sı ise birinci  ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgesinde yer almakta. Nüfusu bir milyonun üzerinde bulunan 11 büyük kent ve ülke nüfusumuzun yüzde 70’i, deprem tehlikesi altında bulunmakta.
Büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i de deprem tehlikesi altında.
Üstelik bu tesisler Doğu Marmara’da toplanmıştır. Hatırlayalım istedim.”
PEKİ YA, NE Mİ OLMALI?
Hepimizin aklına gelebilecek bu soruya, bakın inşaat mühendislerimiz ne diyor;
“Ülkemizi, kentlerimizi, yapılarımızı depreme karşı hazırlamanın üç temel yolu bulunmaktadır. İlki mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesidir.
İkincisi yeni yapılacak olan yapıları; bilimin, tekniğin ve mühendisliğin ortaya koyduğu ilkeleri   yapı üretim sürecinin içine sokmaktır.
Bu nedenle proje üretim sürecinden başlayarak yapı üretim sürecinin tüm evreleri sertifikalı mühendisler tarafından denetlenmelidir. Ayrıca ortaya çıkabilecek riski azaltmak için yapıların sigorta kapsamına alınması da deprem zararlarını azaltmanın bir yolu olarak söylenebilir.”
Bu denilenler, elbette konunu bir bölümü. Daha sı da var da, hadi neyse…
Dilek ve temennimiz, elbette ki ‘Deprem hiç yaşanmasın…’
Bu istem hepimizin de, bir de gerçekler var. Ne mi mesela? İnşaat mühendislerimizin de dile getirdikleri mesela;
-Kentlerimiz depreme hazırlıklı değil.
-Sel ve su baskınları doğal bir hal aldı, afete dönüştü.
-Isı adaları oluştu iklim değişti.
-Hava düne göre çok daha fazla kirlendi.
-Yeni inşaat ve kentsel dönüşüm uygulamaları sosyal ve toplumsal sorunları artırdı.
O halde ben de diyorum; ‘Daha ne olsun ki?’