Son yıllarda, ülkemizde işlenen cinayetleri nerdeyse aynı gün ve saatte internet, sosyal medya, ve gazete ve televizyonlardan anında öğreniyoruz.

Hepsi üzücü olsa d,a kadınların mağduriyeti ve  kadın cinayetlerinin sayısı ve sıklığı insanda şok etkisi yaratıyor.Devletin ve devleti yönetenler, kadın cinayetlerinin sebeplerini iyi analiz etmelidir.
Cinayetin nedenlerini, kişilerin tutumuna bağlayan  ve cinselliğe vurgu yapan namus meselesine ilişkilendirilen açıklamaların hepsi yüzeyseldir.  
Cinayetlerin, hele de kadın cinayetlerinin nedenlerini, bireysel ve psikolojik nedenlere dayandırmak, psikolojisi bozuk kişilerin üzerine yıkmak ve işin içinden sıyrılamaya çalışmak sorumsuzluğun ta kendisidir.
Unutulmamalı ki; bireyler ve aileler, çevreden ve toplumdan izole edilerek değerlendirilemez.
Çevrenin, toplumun, dinin ve din adamlarının, devletin, hele de siyasilerin ve hükumetin sorumluluğu göz ardı edilemez.
Kişisel dengelerin bozulmasının, aile mekanizmasının çöküşünün arkasında yatani ana nedenlerin tamamı, genellikle toplumsal ve sosyolojiktir.
Kadınlar hayatın amazonlarıdır. Yaşamın en büyük mücadelesini onlar verir. Onlar sayesinde toplumlar ilerler ve onlar sayesinde medeniyet ilerler.
Maddi ve manevi özgürlüğü yüksek kadınların yaşadığı toplumlarda, medeniyetin bütün gelişmelerini görmek mümkündür.
Erkek egemen toplumların despotizminde, kadınlar köleleşmeye başlar.
Tüm ekonomik ve sosyal gücün erkekte olduğu toplumlarda kadın, alenen ve fiilen ikinci sınıf insan statüsünde yaşamaya zorlanır.
Toplumun ve bireylerin, bağnazlığa ve ilkelliğe teslim edilmemesi gerekir.
Devleti ve ülkeyi yöneten iradenin, dünyanın ve çağın koşullarını yeterince idrak etmemesi, küresel iletişim çağının enjekte ettiği aşırı bilgi, aşırı iletişim, aşırı tüketim ve aşırı tükenme hızını idare edememesi, bireylerin ve aile yapısının hızla çöküşüne neden olmaktadır.
Ulus devleti etkisiz kılmaya çalışan küresel kapitalizmin ileri teknolojileri, üretimi  robotikleştirmekte ve emeğin arz fazlasının işsizliğine neden olmaktadır. İşsiz toplum, ihtiyacı olan kültürel, ekonomik ve sosyal gereksinimleri ekonomik olarak karşılayamamaktadır.
Öyle ki; gelişmiş iş hayatında, otuz beş kırklı yaşlar bile, yaşlı kabul edilmekte ve iş hayatının dışına itilmektedir.
Küresel kentlerin insani ekolojik yapısı, zenginlere ve yüksek gelirli beyaz yakalılara hizmet etmek üzere organize edilmektedir. Sosyolojik anlamda “karakter aşınması” hızla yaygınlaşmaktadır.
Küresel kentlerde iş bulmaya çalışan işsiz kitleler, aşırı şekilde sömürgeci yoksulluğa itilmekte, bireyler elde ettikleri gelirlerle, gerek şahsi ve gerekse ailesinin ihtiyaçlarını karşılayamamakta ve bir müddet sonra da tembel ve işe yaramazlık duygusuna sürüklenmektedir. Bu koşullar, aile içi şiddeti ve çatışmaları tetiklemekte ve körüklemektedir.  
Türkiye şartlarında, vasıfsız grubundaki erkekler daha fazla işsizliğe maruz bırakmaktadır.
Kadınları, bulundukları ortama uyum sağlamadaki yüksek kabiliyetleri , kişisel ev ve el becerileri nedeniyle kolayca, kendisine ve çocuklarına az veya çok bakma olanağı sağlarken, Türkiye şartlarında işsiz erkeler sokakların avenesi, kahvehanelerin müdavimi haline gelmektedir.
İşsizlik ve işe yaramama duygusu; erkeği daha fazla bunalıma sürüklerken, eğitimsiz, bilgisiz erkeklerin çoğu günlük hayatını sürdüre bilmek için çevresine tutunmakta, adeta bir asalak gibi yaşamaya mahkûm olmaktadır. Zaman içerinde ailesi ve çevresi tarafından horlanmaya, dışlanmaya ve aşağılanmaya maruz kalan erkekler, öncelikle kendilerine ve sonra da en yakınlarına ölmeye veya öldürmeye kadar giden şiddetsel zararlar vermelere başlamaktadır.  
Erkeği olumsuz davranışa yönelten, kadına yönelik şiddetin artmasına sebep olan hususlar kısaca şunlardır;
-İslam’dan ve Kuran’dan uzaklaşmış, uydurma hadislerle ahkam keserek, kendine mürit ve yaşama alanı sağlayan, adeta toplumu cahiliye dönemi geleneklerinde yaşamaya zorlayan, ama kendisi mutlu ve varlıklı, çevresi yoksul kimi din adamı geçinenlerin suiistimalleri,
-Devlet kaynaklarını verimli kullanmayan, toplumu kutuplaştıran, yoksullaştıran, adil gelir dağılımını yıkan çıkarcı, siyasiler ve çevreleri,
- Sorumluluk almaktan korkan, vazife ve görevinin yeter şartlarını yerine getirmeyen siyasallaşmış devlet bürokrasisi,
- Adaleti sağlamakla yükümlü olan yargı sisteminin; rüşvete, yolsuzluğa veya aşırı siyasallaşmaya maruz kalması,
-Yoksulluğa ve işsizliğe yenik düşen toplumlarda artış gösteren fuhuş, uyuşturucu ve kumarın yaygınlaşması ve tahribatı.
Yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet yok edilmediği sürece, adalet ve adil gelir dağılımının sağlanmadığı sürece bir toplumun iki yakası bir araya gelmez ve kadına şiddetin de sonu gelmez.