Pişti olduğum konuya dair düşüncelere beraber kapıldığım isim, sosyal medyadan sıkı takipçisi olduğum kişi olunca, “Etki ve tepki” denilesi hal hasıl oldu.

Böyle desem de inanmayın. Genellikle etki altında kalmam. 

Sadece bir durum haricinde. Tek etkisi altında kaldığım; Bayrağım, Vatanım ve elbette ki Mustafa Kemal ATATÜRKÜM. Var sa, yok sa bu üçlünün etkisindeyim.

Son derece de Türkçü olduğum doğrudur. Kısa keseyim de, ‘benlik’ reklamları geçeyim.  

Döneyim konumuza. Alman vakfı üzerine yazdıklarım ortada iken,  bir de ne göreyim?

Dedim ya sosyal medyadan sıkı takipçisi olduğum bir isimden gelen ve an itibari ile pişti olduğumuz durum.

Sanırım, kimin sıkı takipçisi olduğumu anladınız. Çünkü defalarca o ismi yazmıştım. MHP kurmayı Recep Cahit Özer. Kısacası; Recep ağabey…
 
Hayli açık açık kaleme alınmış bir mektup aslında bu.

Şöyle ki; “ÇANAKKALE Halkının bilgilenmesi için ÜLGÜR GÖKHAN'a açık mektup…” diye başlayan şekliyle mektup olduğu da apaçık ortada. Öyle değil mi?

Mektup şöyle devam ediyor; “Sayın Başkan;

Öncelikle bildiğiniz bir konuyu hatırlatmak isterim. İyi biliyorsunuz ki oturduğunuz koltuk sizin değil, Çanakkale halkınındır.

Yine iyi biliyorsunuz ki Belediye bütçesinin her kuruşu sizin değil, Çanakkale halkınındır.
Bunda anlaştığımıza göre;

1-Türkiye Cumhuriyeti Devleti Almanya ile diplomatik restleşmeye girdiği şu günlerde Alman Konrad Adenauer stiftung derneğini Çanakkale’ye davet etmenizin amacı nedir?

2-Bu derneğin Almanya'daki çalışmalarından bilginiz var mı?

3-Bu dernekle irtibata geçmenizi sağlayan aracılar kimlerdir?

4-Bu derneğin PKK'ya destek verdiğini az da olsa duydunuz mu?

5-Bu derneğin Necip Hablemitoğlu'nu öldürten ve Türkiye'deki özellikle altın madenlerini yönlendiren Alman vakıflarıyla ilişkisinin olduğunu hiç duymadınız mı?

6-Bu derneğin yöneticilerinin Çanakkale’ye getirilip 3 gün 3 gece bakılması yedirilmesi, içirilmesi, eğlendirilmesi Çanakkale Belediyesine kaç TL yük getirecektir?

7-Türkiye'mizin çok hassas günlerden geçtiği ve 15 Temmuz FETÖ’cü darbenin yıldönümünde 
devletimizin düşmanları nazi artıklarını Çanakkale’de eğitim semineri diye ağırlamak isteğinizin, HDP barajı geçti diye verilen pilavla bir benzerliği var mıdır, yok mudur?”
Aslında mektuptan ziyade tam bir soru bankası gibi geldi bana. Bu kadar soru için, başka yorumu olan var mı?

Yok sa, mektup şekline bürünmüş soru bankasının nasıl sonlandığını da görelim;

Şöyle geliyor son sözler, Recep ağabeyden; 
“Şimdilik bu kadar.

Sorularıma inşallah cevap verirsiniz.

Kestane kebap, acele cevap…”

X                         X                       X
RESMEN İTİRAF GİBİ…!

Hazır konu sayın Başkandan açılmış iken, bir değerlendirme sürecine ilişkin gerçekleşen basın buluşması ardından kaleme alınanları okudum da, içinde geçen bir bölüm hayli dikkatimi çekti.

Şahsen o basın toplantısını izlemedim. Bu nedenle de muhtemeldir ki yine eleştirileceğim. Hatta emek hırsızlığı ile de yine suçlanacağım. 

Bir genç meslektaşım, Şebnem Özer’ in izleyip, sonrasında da çalıştığı gazetesinde kaleme aldığı haber metninde gördüm o dikkat kesildiğim denilenleri.

Ben gibi söylenilenlere dikkat kesilen bir Çanakkaleli büyüğüm de, sanıyorum aynı cümleye takılmış.
 
Şöyle diyordu bana; “Belediye Başkanı'nın basın toplantısında konuştuklarını duydun mu?  Son Amerika seyahatinde yurtdışına çıkış izni vermemişler. Kendi ağzıyla söylüyor. Araya birilerini sokarak izin aldık diyor” 

Hakikaten önemli bir konu. Kim araya sokulmuş olabilir ki, hele böyle OHAL döneminde. 

Üstelik izin yok ise, nedeni ne?

Hadi nedenini öğrenemedik, açıklanmıyor, izin nasıl verilebiliyor?

Akla gelen çok söz olabilir. Şöyle de denilebilir. ‘Kim için mi?’,  ‘Araya sokulan biri için’  

Çok mu sorgucu oldum ne… Neyse ne artık, sorduk bir kere…

Aklıma ilk gelen şöyle bir değerlendirme var. Sıkılmazsanız paylaşayım; 
“Bu önemli bir şey. Bütün belediye başkanlarının yurtdışı çıkışları izne bağlı.  Ama Güneydoğu'dakiler ve bir kaç mimli belediye başkanı için izin almak sorun mu olmuyor?”

Bu son dediklerimi, beyin fırtınası yaptığım bir Çanakkaleli ağabeyim ile konuşurken düşünüverdik. Belki de yanlış düşündük. Oldu artık. 

Gelelim, benim yer alıp söylenilenleri bizzat dinlemediğim, O söz konusu, güncel konularla alakalı basın buluşmasında dile getirilenlere.

Sayın başkanın yurt dışı izin konusu ve üzerine dediklerini, genç gazeteci arkadaşım Şebnem şöyle özetlemiş;
“Benim yurtdışına çıkış yasağım var. Sadece benim değil, ülkedeki tüm belediye başkanlarının bu yasağı var. İzin alıyorsun. Ben izin alarak gittim. Benim seyahat hürriyetime neden engel olunuyor. Suçluysam eğer şüpheliysem neden yargılanmıyorum.

 İki tane izin aldım ama üçüncüsüne izin vermediler. Araya birilerini sokarak gidebildim. Şimdi bu adalet midir? 

Şimdi ben buna karşı yürüdüğümde haksız mı oluyorum. Peki bunların hesabını sormayacak mıyız? Özellikle yurtdışına gidip orayı gördüğümde, böyle saçmalıklarla karşılaştığımda tepki göstermek için bende yürüdüm. 

Bu noktada başarıyla sonuçlanacağına inanıyorum. Genel başkanımız büyük bir özveriyle herkes için çaba gösteriyor. Hiçbir siyasi slogan yok, tek bir slogan var hak, hukuk, adalet. Gerçekten adaletin eksikliği toplumları ne kadar rahatız ediyor görüyoruz. 

Ve bütün dinler adaletten bahseder. Takva’nın şartlarından birisi adil olmaktır. Allah’ın adaletine inanıyoruz diyorum, inançlı kişiler için söylüyorum. Onların dilinden konuşmaya çalışıyorum. Adalet bütün dinlerde var. 

Başka ne vardır, ilahi adalet deriz. Allah’ın da adaleti var, o adil davranır deriz. Adil olmayı arıyoruz. Gerçekten bu noktada giderek siyasileşen yargı, güçlerin birleştiği bir sitemde karşısında durmak bir insanlık vazifesidir. Yapılan araştırmalarda gösteriyor ki bu ülkede adalete olan güven giderek azalmaktadır. Yürüyüşümüz devam ediyor, 9 Temmuz’da mitingde hep beraber olacağız umarım.”

Bir solukta okuyup, daha iyi anlayabilmek adına tekrar da ettiğim yazılanlarda bir noktaya takıldığım doğrudur. 

Adalet üzerine kurulan cümleler de hayli ilgi çekiciydi. Lakin aynı yerde takıldım kaldım.

Hakikaten, izin almak için  kim bu araya sokulan?