Bizim gözyaşlarımız düşer yanaklarımızdan

BOP projesi ekseninde ABD ve AB tarafından Ortadoğu ve Afrika kuzeyini dizayn etmek üzere hayata geçirilen “Arap Baharı” ayaklanmalarının en büyük zararını her halde Türkiye görmüştür. Aslında ABD’nin coğrafyamızda attığı adımın, uyguladığı savaş planlarının ceremesini Türk halkı çekmiştir.
“Ne işimiz var Libya’da” sonrası Türkiye’nin aldığı uluslararası pozisyon, General Sisi ile ilgili söylem ve demeçler, “Kardeşim Esad” sözlerinin havada kalması, FETÖ tarafından aldatılmalar, Irak ve Suriye’de harekatları sonrası “savaşa hayır” naraları atanlarla yapılan açılım süreci.  Ve elbette ki Kıbrıs’ta başlatılan “yes be annem” sloganlı Annan planının kabul çalışmaları, milli kahramanımız Denktaş’ımızın incitilmesi ile birlikte savrula savrula bugünlere geldik.
Yıllar geçtikçe uluslararası ilişkilerde her şey başladığı yere dönüyor. Ama gelin AKP’li yılları bir gözden geçirelim.
2002-2022 AKP ve Sayın Erdoğan’ın dönemini üçe ayırmak gerekir.
Birinci dönem; Kasım 2002- 17-25 Aralık 2013,
İkinci dönem; Aralık 2013 ile 14 Temmuz 2016,
Üçüncü dönem; 15 Temmuz 2016 FETÖ ayaklanmasından günümüze kadar (2022) geçen dönemdir.
Bu dönemler içerisinde Erdoğan’ın yakın çevresinde kimler vardı iyi tahlil etmek lazım. Erdoğan’ın ilk döneminde FETÖ’cülerin olduğu kesindir. Devlete sızan FETÖCÜ bürokratlar memurlar, FETÖCÜ yargıçlar, FETÖCÜ askerler, FETÖCÜ siyasetçiler, FETÖCÜ iş insanları, siyasi veya ticari ikbal peşinde koşanlar uyanıklar, devletten nimetlenmek isteyen neoliberaller, sağcılar-solcular, yazarlar vs vs... Tamamı AKP’ye yani Erdoğan’a sıkı sıkıya sarılmıştı.
İşte Sayın Erdoğan bu kuşatılmışlık içerisinde veya Sayın Erdoğan’ın etrafına toplamayı başardığı oportünist kadrolarla çalıştığı süreçte, bambaşka bir Erdoğan’la karşı karşıyayız.
AKP iktidarının daha ilk yılı dolmadan ABD, AKP’den ciddi bir talepte bulunmuş ve Erdoğan ve Gül’den Irak’ı işgal planlarında önemli bir manevra alanı olarak Türk topraklarında askerlerini konuşlandırmayı istemişti. ABD’nin bu stratejik planı 1 Mart 2003 tarihinde TBMM’de görüşülen   "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükûmet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi"  reddedilince ABD, reddin arkasında gördüğü tüm siyasi ve askeri yapılardan intikam almak üzere TSK’ya ve AKP hariç tüm devlet yapısına ve oluşumlara karşı savaş başlatmaya karar vermiş ve FETÖ’nü devreye sokmuştu.
1 Mart 2003 tarihinden tarihten sonra “devletin kılcal damarlarına kadar sızmış” olan FETÖ’cü militanlar ABD’nin belirlediği ve yönlendirdiği milli unsurlara karşı açıktan saldırıya geçmiş, çeşitli, kumpaslar, tuzaklar ve iftiralarla, düzmece delillerle Türkiye’yi yeniden inşaya yönelmiştir. Bu esnada da mutlak bir kudretle iktidar olduklarını düşünen AKP’yi kuranlar; akıllarındaki siyasal planları, çevrelerindeki çıkarcılarında desteğiyle sosyolojik ve psikolojik olarak harekete geçmiştir. Bir yandan toplum yeniden yeni siyasi iradeye uygun olarak şekillendirilmeye çalışılırken diğer yandan da Türkiye’nin kangren sorunu olarak gördükleri meselelere el atılmış, sorun olarak gördükleri her meseleyi, engelleri ve engelleyicileri, tasfiye sürecine girmişlerdir. Bu dönemde AKP’nin üzerinde ABD menşeili FETÖ tesirinin azami boyutta olduğunu söyleyip yazmak sanırım bir hata olarak değerlendirilemez.  
Bu fırsatla PKK&FETÖ hakkında görüşlerimi de izah etmeliyim; ABD’nin onlarca yıldır Türk Devleti’ne karşı Türkiye’de taşeron olarak iki örgütü kullandığını değerlendiriyorum. Silahlı örgüt olarak PKK’yı, istihbarat ve beşinci kol faaliyet unsuru olarak da FETÖ’nü kullandığını herhalde bizim kadar devletimizde biliyordur.
FETÖ liderinin ifadesiyle “devletin kılcal damarlarına kadar sirayet eden” şakirt ve militanları, kabuklarına sığmaz olmuş, bir bütün olarak devleti ve ülkeyi ele geçirmek ve zengin olma hayaline kapılmışlardır. 
İşte bu aşamada bu anlayışla çekirge sürüsü psikolojisi ile hareket etmeye başlayan FETÖ şakirtleri ve kimi çıkarcılar, cumhuriyetin kuruluş değerlerine, devletin temel kurumlarına ve cumhuriyetin kazanımlarına karşı var güçleriyle saldırıya geçmişlerdir. FETÖ’ye samimiyetle inanan saf Anadolu insanları FETÖ’nün kalleşçe hazırladığı tuzağına düşmüşlerdir. Bu “mutlu tuzak” sayesinde kifayetsiz avam takımı FETÖ’nün torpil, şantaj, soru hırsızlıklarıyla hayallerinde gelemeyecekleri mevkilere gelmişler, siyaseten ve ticaretin büyük olanaklarına kavuşmuşlar ve devlette yüksek kademelere gelmenin sarhoşluğu ile ABD ve FETÖ beyin takımının tuzağında, gaflet ve delalet içinde olduklarını fark edememişlerdir. ABD’nin amaçlarına hizmeti gaye edinen FETÖ elebaşlarının desteğinde “çekirge sürüsü” psikolojisine kapılan yağmacı azgın FETÖ’cü şakirtler; Ergenekon ve Balyoz vs gibi kumpaslarla askerlerimizi ve aydınlarımızı, bürokratlarımızı, yargıçlarımızı ve insanlarımızı tutuklamaya, alçakça iftiralara atmaya başlamışlardır. Bu durumun hatasını ve ihanetini fark eden kamu vicdanı harekete geçmiş kamuoyunda hükumete karşı ve özellikle FETÖ’ye karşı bir öfkenin doğmasına neden olmuştur.
Ben hala o kanaatteyim ki devlet içindeki ve dışındaki FETÖ’cü unsurlar başlangıçta izah ettiğim ABD planı çerçevesinde AKP’yi yıkıp devleti ele geçirmek için, GEZİ OLAYLARI’nı özellikle teşvik etmiş ve polislerimizin göstericiler üzerine orantısız güç kullanmasına sebep olmuşlardır. Amaçları ise; halkı AKP iktidarına karşı düşmanlığa sevk etmekti. Galeyana gelecek AKP karşıtı kitlelerin yağmalamaya, kırıp dökmelere, öldürmelere başlaması ve ülkemizin savaş alanına dönmesiydi. Ancak gezi olaylarına karışan sağduyulu vatandaşlar, gösterileri esnasında,  aralarına sızan her türden terör örgütlerinin ve provokatörün kışkırtıcı eylemlerine destek vermemiş ve ne devletin ne de kişilerin mal ve canlarına zarar vermeyerek tuzağa düşmemişlerdir.  
Gezi olayları ile AKP hükumetini yani Erdoğan’ı devirmeyi başaramayan FETÖ,  yani ABD; bu seferde Erdoğan’a yakın kişileri rüşvet, MİT başkanını tutuklama gibi eylemlere girişmişse de yine istediği desteği kamuoyundan basından ve halktan bulamamıştır. İşte bu yaşanan olaylardan sonra Sayın Erdoğan hem ABD’ye hem FETÖ ve PKK’ya sırtını dönmüştür.
Erdoğan bu süreci sonraki yıllarda şu şekilde açıklamıştır.
"FETÖ'nün bizim zamanımızda büyüdüğü iddiasını ben reddetmem. Bunlar büyük bir ihanet şebekesi içerisindeymiş. Aldatıldık. Taa Erdal İnönü'ye git, Bülent Ecevit'e. Ecevit, İnönü bunların en yakın arkadaşıydı. Erdal İnönü'nün bunların okullarını ziyaret ettiğini iyi bilirim.”
İkinci dönem yani ARLIK 2013-14 TEMMUZ 2016 tarihleri arası dönemdir ki;  bu dönemde devletin içine yerleşen FETÖ’cü gruplarla, devletin asli unsurları arasında yoğun bir mücadele süreci başlamıştır. Sayın Erdoğan’ın, FETÖ, ABD ve PKK&HDP’ye sırtını dönmesiyle birlikte bu şer triosuna karşı olan devletimizin güçlü yapıları Sayın Erdoğan’la birlikte hareket etmeye başlamış, bu şer üçlüsünü tesirsiz hale getirecek planlarını yaparken, her türden kalkışmaya karşı da zımnen tedbirler aldıkları düşünüyorum. Veya en azından PKK, ABD ve FETÖ karşıtı ve fakat vatanına, milletine ve devletine bağlı askerlerimiz, polisimiz ve Milli İstihbaratımız gibi ana koruyucu unsurlarımız doğal refleks olarak FETÖ’cü ayaklanmaya karşı cephe almışlardır. Bu sürece giden yolda devletin, ordunun ve istihbaratımın içinde FETÖ kalkışmasına karşı da bir tedbirin olduğu da yaşanan süreçte ortaya çıkmıştır. Çünkü bu süreçten önce huduttan içeri on binlerce av tüfeğinin yurda sokulduğunu da gazetelerde okumuştuk. Şayet FETÖ ayaklanması başarılı olsaydı büyük olasılıkla ülke bir iç savaşa sürüklenecekti ve PKK bu fırsatı iyi değerlendirmek isteyecekti.
Birinci safha AKP’lilerin siyaseti öğrendiği, devleti tanıdığı devredir. İkinci safha ise ABD’nin Türkiye’deki kontrolünü kaybetme paniğinin başlamasının göstergesidir. ABD’nin paniğe kapılmasının ana gerekçeleri ise özellikle ordunun 1 Mart Irak teskeresine mesafeli durması, kimi asker ve bürokratlarımızın Rusya, İran ve doğu eksenli açıklamaları, Trabzon’da ABD ve NATO’ya deniz üssünün verilmemiş olması, 17-25 Aralık Erdoğan’a ve Mit başkanına yönelik operasyonlarının başarısızlığı ana nedenlerdir.
ikinci safhada bağlamında Sayın Erdoğan gerçekten çok şanslı bir siyasetçidir. Çünkü AKP sayesinde devletin içine hunharca sızan, devletin olanaklarını hunharca yağmalayan FETÖ’ye karşı, zannımca devletin içinde pasifize duruma düşürülen anti FETÖ’cü ve anti ABD’ci devlet unsurları, Sayın Erdoğan’ı yoğun bir korumaya alarak, onun siyasi güç ve otoritesini kullanarak FETÖ, PKK, AB ve ABD’ye planlar yapmaya ve tedbirler almaya başlamışlardır.
FETÖ’nün kalkışma yapacağı öngörüsü üzerinden şekillenen planlar tamamlanıp gerekli tedbirler alındıktan sonra FETÖ şakirtlerine ve yöneticilerine ve özellikle TSK içindeki FETÖ’cü general, subay ve astsubaylara karşı 2016 Ağustos Askeri şurasında, FETÖ’cülerin tamamının ordudan atılacağına yönelik yoğun bir kara propagandaya başlatılmıştır. Hazırlanan plan ve yapılan propaganda fazlasıyla işe yaramıştır.
Esasında devlet içinde örgütlenmiş FETÖ’cüler tam bir köstebeğe benziyorlardı. Bu köstebekleri ortaya çıkarmak için adeta çiftçi kurnazlığına başvurulmuştur. Nasıl ki, toprağın içine tüneller kazıp, sığınma, kaçış ve çıkış yolları hazırlayan köstebeklerin deliklerinden yuvalarından çıkarmak için ya yuvanın içine duman veya su basılırsa aynı yönetme devlet ve ülke içine yuvalanmış FETÖ’cülerin için uygulanmıştır. Ağustos 2016 askeri şurasında tüm FETÖ’cülerin TSK’dan atılacağı haberi ve propagandası FETÖ’cü generalleri, yöneticileri ve subayları panikletmiştir.  Kendilerini kurtarmak için tüm FETÖ teşkilatı, ABD destekli bir organizasyonla Ağustos 2016 askeri şurasından önce 15 Temmuz 2016’da saklandıkları deliklerinden bir anda ortaya çıkmış ve kanlı yüzlerini göstermişlerdir. Devletimizin ve halkımızın güçlü iradesi bu FETÖ sıçanlarını deliklerinden çıktığı gibi tepelemiştir.
Üçüncü dönem yani,  5 Temmuz 2016 FETÖ ayaklanmasından günümüze kadar (2022) geçen dönemde, FETÖ, ABD, PKK&HDP gibi baskılardan kurtulan AKP iktidarı, darbeyi önleyenlerin önderliğinde Türkiye’yi yeniden dizayn etmeye başlamışlardır. Üçüncü safhada devletin tüm gücünü kontrol altına alan Sayın Erdoğan, 15 Temmuz 2016’dan bu yana devleti şahsi bilgisi ve çevresindekilerin aydınlatması oranında idare etmektedir. Özellikle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Erdoğan üzerindeki etkisi ve tasarrufu Türkiye’yi bu günlere getirmiştir. Bu ikiliye katılan Vatan Partisi lideri Doğu Periçek’te dikkate değerdir.
Türkiye üçüncü dönem sonlarına doğru Sayın Erdoğan’ın yakın çevresini kuşatan zayıf bilgili insanlar nedeniyle ekonomi batmış, Türk halkı hızla yoksullaşırken devletin olanakları da çarçur edilmiştir. Bu üçüncü dönemde halk ciddi olarak sıkıntılar çekerken sınav sonuçlu iş bulma umutları tükenmiştir. Çünkü AKP’nin üçüncü döneminde basına yansıdığı kadarıyla FETÖ sonrası düzeleceği tahmin edilen işe bulma ve işe başlama usul ve yöntemleri aynı şekilde devam etmiştir.
AKP’ye dostça bir uyarıda bulunmak istesem veya Sayın Erdoğan her halde bana sorsa, şimdilik FETÖ gibi olmasalar da, kimi cemaat ve tarikatların, devletin Diyanet işlerinin aşırı siyasallaştığını, İslam’ı siyasal ve iktisadi olarak kullandıklarını, devletin belli kurumlarında söz sahibi olmaya başladıklarını basından ve kamuoyundan duyduğum kadarıyla söylerdim. 
Türk halkı; AKP’li olarak bilinen müteahhitlerinin, AKP’lilerin kurduğu dernek ve vakıfların avantajların artarak devam ettiğini, ülke ekonomisini adeta dümeni kırılmış gemi misali hızla akıntıya kapılıp felakete sürüklenmeye başladığını, TÜİK’in aylık enflasyonu belirlemedeki güvenilirliğini yitirdiğini ve güvenirliliğinin bu alanda var olan kurumlar arasında en alt seviyelere düştüğünü ve hatta devletin, yani AKP hükumetlerinin TÜİK vasıtası ile enflasyonu düşük çıkararak dar ve orta gelirli ücretli ve emeklilerinin ücret artışlarını enflasyonun altında zamlandırarak halk yığınlarını hızla yoksulluğa sürüklediğinin görüldüğü ifade edebilirim.
Sağlıklı bir aile hayatı hedefleniyorsa ekonominin de güçlü olması sağlanmalıdır. Hayat pahalılığı almış başını giderken, vatandaşın hem psikolojisinde ve hem de aile yapısındaki huzursuzluk ve şiddet eğilimleri artmaktadır. Hayat pahalılığı, geleceğe dair umutsuzluklar Türk toplumuna” toplumsal anemi” yaşatacak seviyeye gelmiştir. Toplumsal huzursuzluğu boyutları sosyolojik olarak araştırılmalıdır.
İşte bu savrulmuştuk içerisinde Türk dış politikası da kendi payına düşeni almaktadır. Dün bağırıp çağırdığımız devletlerle bugün kol kola girmemizin ondadır.  Uluslararası alanda devletimizin itibarının hangi seviyede olduğu; paramızın değerinden, vatandaşlarımın batı ülkelerine giderken vize alışından, gençlerimizin yurt dışına kaçıp gitme hayalleri kurmasından bellidir ve eğitim sitemindeki bozulma kötü şeylerin başlangıcının da anahtarıdır.
Atatürk’ün devlet kurarken ve yönetirken izlediği sosyolojik ve hukuksal anlayışla, AKP’nin devlet yönetirken izlediği sosyolojik ve hukuksal anlayış çok ama çok farklıdır. Atatürklü dönemlerde, padişahın ve devletin kulu olmaktan kurtulup özgürleştiğini ve şansının herkesle aynı olduğunu düşünen halk yığınları, AKP döneminde daha fazla umutsuzluğa sürüklenmektedir ve özgürlük ve eşit şans ve hakları adeta kaf dağının arkası kadar uzakta görmektedir.
Sonuç olarak AKP ile ilgili onlarca eleştiri getirsem bile; eksiğiyle fazlasıyla savunma sanayi alanında ülkemize yaptırdığı atılımları, ABD, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen ABD’nin PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG’ye silah ve para yardımı yapmasını Türkiye kendine yönelmiş bir tehlike ve tehdit olarak görmüş Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı, Ocak 2018 tarihinde Zeytin Dalı Harekâtını ve son olarak 9 Ekim 2019 tarihinde Barış Pınarı Harekâtını gerçekleştirmiş olmasını destekliyorum. Ukrayna Rusya savaşındaki izlediği politikayı destekliyorum.
Özellikle belirtmeliyim ki; Türkiye’nin son yıllarında AKP, adeta turnusol kağıdı vazifesini görmüştür. Türkiye’de kimin kim olduğunu deşifre etmiştir.
AKP veya bundan sonra gelecek siyasi iktidarların 2023 yılı sonrası önerim şudur.
Türkiye’yi yönetenlerin ülkede huzur ve güveni sağlaması çok da zor değildir. Yapılacak iş son derece kolaydır ve kararlı bir siyasi irade ile bu kolayca bir yıl içerisinde harekete geçirilebilir.

  1. Suriyelisi, Afganlısı vs si, ne kadar kaçak göçek göçmen varsa derhal ülkeden çıkarılmalıdır.
  2. Siyasilerimiz söylem ve demeçlerinde kutuplaştırıcı değil, barış dili kullanmalıdırlar.
  3. Yargımızın bağımsızlığı sağlanmalıdır,
  4. Nereden buldun yasasının çıkarılmalıdır,
  5. Yasama, yürütme ve yargı erkinin bağımsızlığı yeniden tesis edilmelidir.
  6. Seçim sistemi ve partiler yasası her siyasi parti tabanının bizzat adayını belirleyeceği şekilde değiştirilmelidir.,
  7. Gelir dağılımında adalet ve eşitlik sağlanmalıdır,
  8. Liyakate ve bilgiye önem verilmelidir,
  9. Rüşvet ve yolsuzlukla mücadele edilmelidir,
  10. Ülke vatandaşı olarak hiçbirimizin siyasi, dini ve etnik ayrıcalığının ve üstünlüğünün olmadığı kabulü ile politika üretilmelidir,
  11. Savunma sanayi başta olmak üzere devletin ileri teknolojiye, çok ama çok fazla destek vermesi sağlanmalı var olan çalışmalar daha da geliştirilmelidir.
 
 
YARIN: AKP’nin İYİ Partiye ilan-ı aşkta bulunması üzerine bir yazı kaleme alacağım.