İnceden bir anlatım önce; 'DENİZİN ARKADAŞI BEYAZ UMUT'

Balık önemli, bir konudan söz eder iken... Öyle de yapmış rahmetli.. . Biriciği, kız kardeşi Arzu paylaştı, rahmetli  Tuzlu beyin'in kaleme aldıklarını..
Tarih verdi bir de; '02/09/2013' diye..
Yine bir rahmetli gazeteci ağabeyimin, ustalarımdan Cemal Ordal' ın dijital bir sayfası vardı hatırladınız mı… Adı: 'Memleket'
Tuzlu bey' de yazmış o adreste, ÇANAKKALE MEMLEKET diyerek hem de haykırarak...
Ve, her cümlesi anlam yüklü ifadeleri gelmiş sonra…
"Gemiler oldum olası beni heyecanlandırmıştır. Koskoca mavilikleri yara yara özlem rıhtımlarına yol aldıkça kavuşmaları ve ayrılıkları beraberinde yaşatmıştır bana." demiş mesela..
Kurduğu sonraki cümlesi ardından, yine ton' la basan bir anlatım ile gelmiş.,.
Demiş ki rahmetli Tuzlu bey, sevgili ağabeyim Ertan Tuzlu;
"İlk gemi seyahatim ana okulana başladığım ilk yıl olmuştu.
Biga’dayız. Babam manifaturacı ve belli aralıklarda mal almak için hep İstanbul’a giderdi. O yolculuğa bir gün beni de dahil etti.
Bir gece vakti Biga’dan Karabiga’ya yola koyulduk. 
Gece karanlığında büyük bir iskelede buldum kendimi. Karşımda kocaman bir beyaz gemi. Yanlış hatırlamıyorsam “Ayvalık Gemisi” idi."
Bir dönemin efsane yolculukları varmış Çanakkalelilerin çıktıkları... İşte, geçmişten bir örnek ve hep akıllardaki o gemi. AYVALIK
Bakın nasıl anlatmış rahmetli Ertan ağabey, o yolculuğu...
"Alt ortada giriş kısmı… Alt alta, üst üste insanlar hayvanlarla birlikte zemine yayılmış, üstlerinden atlayarak geçiyorduk.
Üst katta ki yerimize geçtik. Babam, ben ve çoğunluğu yaşıt olarak babamdan daha genç iş sahipleri ile birlikte sohbet alanında oturuyoruz ama aşağıda gördüğüm o manzara gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu.
Muhabbetin en koyu anında;
-“Baba, neden onlar aşağıda hayvanlarla orada, biz buradayız?” diye sorduğumda gereken açıklayıcı cevabı vermişti babam.
Böylelikle benim de nasıl bir dünya görüşüne sahip olacağım ortaya çıkmıştı.
“İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o dur” derler ya. Halen değişen bir şey olmadı.
1960’lı yıllar. Bu kez ilkokul yıllarım. Gemi yolculuğunu çok sevdiğimden İstanbul dönüşlerimde ortanca halam Vasfiye ya da küçük halam Selma, Moda’da ki evlerinden beni alır doğru Sirkeci’de ki Ayvalık Gemisi’nin hareket edeceği limana götürür, biletimi alır ve ben Karabiga’ya doğru yola çıkardım. İstanbul dönüşleri hep gündüz vakti olarak seçildiği için kendimi güverteye atmam uzun sürmezdi.
İşte beni doğanın eşsiz güzelliğine sürükleyecek olan yolculuk başlıyordu. Uçsuz bucaksız deniz ve ben. Hangi mevsim olursa olsun  güvertede sıcak, soğuk demeden yunuslarla yolculuğumu sürdürürdüm.
O seyahat ettiğim gemiler tek kişilik gibi görünen, aslında çoklu yolculuğumun en güzeli gemileriydi. Oysa ben; martılar, yunuslar, mavilikle ve rüzgarlarla çok kalabalıktım bu yolculuklarımda.
1970’li yılların ilk yarısı ve ben ortaokula gidiyorum. Bu kez yolculuklarım derin, serin maviliklerle sevişen benim büyük beyaz kutum ile Çanakkale’ye doğru olmaya başlamıştı.  Bir de o yaşlarda çok sık aşık olur ve kendimi bir gemiye benzetirdim. Kimileri iniyor, kimileri ise biniyordu kırık kalpler limanıma uğramak için."
Ne güzel ne anlamlı bir ifade.. Rahmetin bol olsun be Ertan ağabey… 'Kırık kalpler limanı...'
Vurmuşsun ve gol olmuş... Anlayana elbet, bu vurgu...
Sonrasında gelen ifadeleri, tam da şöyle olmuş rahmetli Ertan ağabeyin…
"Her limandan ayrıldığında benimle birlikte hüzün çığlıkları atan beyaz umudum, bir başka limana kavuşma vakti geldiğinde gülümseyen şarkılarımı söyleyen o Ayvalık Gemisi idi.  Vardığımız, uzaklaştığımız o limanlar yüreğimin renkleri ve sevinçleriydi.
Avşa ve Marmara Adası, Karabiga, Şarköy, Gelibolu ve Çanakkale. Yaklaşık sekiz saatlik kalabalık yalnızlıklarımdı uğranılan tüm bu yerler. Marmara Adası’ndan sonra geminin hep Erdek’e doğru gitmesini isterdim çünkü çocukluğumun en bozulmamış, doğal ve bereketli yılları orada geçmişti. Uzaktan Erdek’i düşler haşarı mutluluklarımı hayal ederdim.
Ulaşılan limanlarda benim kadar küçük çocuklar gemiden denize atılan her metal para için iskeleden atlayıp dalar ve sonra yakaladığı ya da dipte bulduğu parayı çıkarıp gösterirdi. Bu başarı gemidekiler tarafından alkışlarla onaylanır ve günlük harçlıklarını çıkarırlardı. Her limanda gemiye yanaşan seyyar satıcıların bulunduğu sandallar olurdu. İstanbul gidiş ve dönüşlerinde Gelibolu’ya uğradığımda mutlaka konserve tuzlu balık alırdım. Bu adettendi. Hediye olarak alınırdı. Biz gemi yolculuklarımızda büyüklerimizden böyle görmüştük. Hala Gelibolu’da ki tuzlu balık üreten konserve fabrikaları duruyor mu bilmem. Bir de eskiden Eceabat’ta deniz kıyısında bir ya da iki benzer fabrika hatırlıyorum.
Ve benim için son durak Çanakkale’m...."
Hepimizin son durağı, muhteşem güzellik, Coğrafyasında bin bir medeniyet barındıran bir Cennet şehir.,. Sen hep var ol be Çanakkale.. (diyesim geldi benim de..)
Ertan ağabeyin sona bıraktığı şu sözlerinde şimdi sıra..  
"Ayvalık Gemisi geldiğinde iskele bir bayram yerine dönerdi. Tanısa, tanımasa da herkes en şık giysilerini giyer Ayvalık Gemisi’ni ve içinde ki yolcuları karşılamaya gelir, iskelenin bir ucundan diğer ucuna turlarlardı.
Yine bir kavuşma, yine bir ayrılık geçti. Gülümseyen dudaklar, nemli gözler birbirine karışır. Sevgililer, anneler, babalar, çocuklar, teyzeler, amcalar, dayılar, kavuşmalar , vedalar, ardında tüm sessizlikleri bırakan bir geminin ardından sallanan eller. Az önce buluşturan Ayvalık Gemisi, o andan itibaren Ayrılık Gemisi olurdu.
Beni ise kimse karşılamaya gelmez, yine kalabalık yalnızlıklarımla doğru evimin yolunu tutardım.
Sevgilerim ile. Ertan TUZLU 02/Eylül/2013 Pazartesi"
Böyle diyordu Ertan ağabey. Bir ekleme de ben yapacağımı, umarım işitirsin dediklerimi;
"Çanakkale olur bazen sadece karşılayan... Toprağında, yüz binlerce Mehmet i, kefensiz bağrına basan, kendine emanet alan Çanakkale..
Varsın olmasın karşılayan, sen buradasın ve hep kalbimizdesin be Çanakkale.."