Yaşı kemale varmıştan, yeni mezunlara, her nerede var  ise öğretmen, müsade ederler ise, ellerinden öperim..

Yaşı kemale varmıştan, yeni mezunlara, her nerede var  ise öğretmen, müsade ederler ise, ellerinden öperim..
Zor meslek öğrtemenlik.. İlkokul öğretmeni de bir, Üniversite' de ders veren öğretim görevlisi de bir. Real'de kabul görmese de bu 'bir' oluş, kutsal meslek öğrtemenlik..
İnsanın yaşamına yön veren meslektir aslında öğrtemenlik.. Terzi misali.. Her kumaştan pantolan, her kumaştan gömlek dikilmeyeceğine göre, insmanoğlu da aslında böyle.. Kumaşında var ise insanlık, ne mutlu o insana. Tabi bir de bizlere..
"İnsan çıkarsın karşına rabbim" duasını boşa etmemiş vaktinde büyüklerimiz..
Mühim olan insanlık.. Öğretmen, öğreten bizlere.. Doğruyu güzeliliği.. Bu öğretim de bir yere kadar...Öğrenmek başta, sonra da uygulayabilmek..
Ne çektiler her birimizden.. Ne uğraştılar nazımızlma, anlayışsızlığımızla.. Pes etmediler hiç, hep öğreten oldular ısrarla.
Bu anlatımsımın en başta geçerli kısmı, ilkokul öğretmenlerimiz.. Üşüyor isek, ateşimizi bile kontrol ederlerdi, şefkatli elleri ile.. Sayılacak çok şey var aslında, ta o yıllarda yaşanılan.
Haylazlıklarımız karşısında, peygamber sabrı gösterenler di aynı zamanda öğeretmenlerimiz.. Oysa ki, okula başylar iken, velilerin bir sözü vardır: "Eti senin, kemiği benim.." şeklinde..
Öğretmen, yıllar sonra vatanrına milletine hayırlı insan olmuş öğrencisi ile bir başka övünür vakti geldiğinde. Gözleri dolar da, biz pek anlayamayızz o vakit geldiğinde.
Haylazdık, yaramazlıkta sınır tanımayanlardıkk.. Kimseni aklınad iyi anıları yoktur geçmişten bahseder iken, hep hatrımızdadır, bu gün de,  zamanı geldiğinde gülerek anlattıklarımız.
Çocukça şakalarımızı, biraz yaş ilerleyince de yapmadık değiliz.. Orta mektep, lise.. Ne haylazlıklar, ne yaramazlık himayeleri var zihnimizde.
Sosyal medya turunda iken dün, bir anlatıma rastladım.. Bir  solukta okduum.. Güldüm de, hüzünlendim de. 
Paylaşım şu ifadle ile geliyordu;  -Türkiye Cumhuriyeti'nin eğitim tarihine geçen bir olay..
Nasıol b ir olay ki bu, tarihe geçmişy...? Soru bu.. Yanıtı da işte bu;
İGNECİLER SINIFI!!!
Türkiye'nin en önemli liselerinden olan İstanbul Erkek Lisesi, 1925 yılında enteresan bir olaya sahne olmuş anlatıma göre. Öğretmene şaka yapmak isteyen bir öğrenci tüm sınıfın kaderini değiştirmiş üstelik. Sürgün bile görmüş koca sınıf.
İstanbul Lisesi’nin onuncu sınıf öğretmeni Salih Hoca ile öğrenciler arasında garip bir olay gerçekleşmiş o tarihte.
Paylaşımda olay anlatılıyor, şu ifadeler ile detaylar vevriliyordu özetle.
-İstanbul Lisesi' nin onuncu sınıfı öğretmeninin sandalyesine bir iğne yerleştiren öğrenciler, pusuya yatmış,  Salih Hoca ’nın iğnenin üstüne oturmasını izleyeceklerini düşünüyorlarmış.
Öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan Arapca öğretmeni (Salih Hoca) sınıfa giriyor. Sandalyeye oturacağı zaman cübbesini iki eliyle düzeltirken eli bir iğneye değiyor
Salih Hoca, sandalyeye  bir iğnenin yerleştirildiğini hissediyor. Ve oturmuyor o sandalyeye.Sınıf defterini imzalıyor ve; “Ben bu muameleye layık değildim, sizlere çok teessüf ederim” diye hitap ediyor öğrencilerine.
Meseleyi Müdür Besim beye bildiriyor ve istifasını veriyor.
Ondan sonra hızlıca araştırmaya geçen disiplin kurulu işin failini bir türlü bulamıyor. O sınıfın dersleri durduruluyor, araştırmalar devam ediyor.b Fakat hiçbir öğrenci itirafta bulunmuyor, 'o koydu; şu koydu' diye..
Sonrasında, 1925 yılının öğretmenler toplantısı düzenlendiği gün, öğretmenler odasında çaylar yudumlanır iken, odaya birden Müdür ve beraberindeki bir diğer etikli isim giriyor.
Müdün sözleri, müjdeverircesine;“Muhterem hocamız Salih efendinin sandalyesine iğneyi koyan iğneci sınıfın tamamen ihracına karar verdik. Çünkü failini ele vermiyorlar…”
Sonra ne mi oluyor? Sınıftaki 41 öğrenci İstanbul Erkek Lisesi ’nden Bursa Lisesi ’ne sürgüne gönderiliyor..
Olaydan seneler sonra ise Salih Hoca' nın sandalyesine iğneyi koyan öğrencinin,  başka sınıftan olduğu anlaşılıyor.. Fakat, bu bir şeyi değiştirmiyor.. çünkü;  İğneciler olarak adlandırılan ve Bursa ’ya sürgüne gönderilen sınıf ,  çoktan mezun olmuştur...
 1925 yılının 10’uncu sınıfı, yani “iğneciler” diye isimlendirilen, sürgün de gören isimler arasından,  kimler çıkıyor.. Burası, pek önemli..
Dr. M. Fuad Umay, o sınıftan çıkarn ünlü isimleri 'gürbüz Türk çocuğu dergisi'nde, sıralıyor tek tek.
Ben de bahsedeyim şimdi o isimlerden. Hem de, öğrneci numaları ile birlikte;
-228 Sait Efendi: Arkadaşları arasındaki lakabıyla H2O, yani sulu Sait. Ünlü hikayeci Sait Faik Abasıyanık.
-697 Rahmi Efendi: Ünlü hekim, politikacı, şair ve akıl hastalıkları uzmanı Dr. Rahmi Duman.
-748 Saffet Efendi: Ünlü hukukçu Saffet Nezihi Bölükbaşı.
-725 Feridun Efendi: Ünlü gazeteci ve yazar Hikmet Feridun Es.
-Sabri Efendi: Türk politika ve diplomasi hayatının unutulmaz isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil.
-Sıtkı Efendi: Demokrat parti döneminin ünlü bakanlarından Sıtkı Yırcalı.
Hikmet Feridun ES’in şu sözü çok meşhurdur. Bir ara işitmişizdir mutlaka;
“Biz 43 iğneci idik. Fakat sonradan o kadar çok kişi iğneci sınıftan olduğunu iftiharla iddia etti ki, hayret etmemek mümkün değil…”
Ve gelelim, bier de şu anlatıma; Koca sınıf Bursa’ya sürülüyor, veliler müdürün odasını basıp tehdit etmiyor. Disiplin kurulundaki hocalar tehdit edilmiyor.
Kalitenin tesadüf olmadığı, ahlaklı olmanın kişiye ve topluma ne kadar büyük bir etkisi olduğu savunulması.. Haklı bir savunma. Bir dönemin öğetmenlerinden öğrerim gören velilerin tutumu da bence çok taktire şayen..
Öğretmenin hakkı, ne yaparsak yapalım asla ödenmez..Günün kutlu olsun öğretmenim. "Eti senin, kemiği velinin" di, ama sen bizi hiç yemedin.. Yemediğin gibi, yemedin yedirdin, içmedin içidin..
Sağlığın daim olsun, öğrettiklerin de hep bizlerin yol göstericisi olsun öğretmenim.