Millet olarak, toplumsal yaşayışımız içinde DÜNE takılmayı, dünden bahsetmeyi, dünü yargılamayı, dünü sorgulayarak, kendimizi haklı çıkarmayı, dünün filozofuymuş  gibi gaipten bilici olmayı...

 Millet olarak, toplumsal yaşayışımız içinde DÜNE takılmayı, dünden bahsetmeyi, dünü yargılamayı, dünü sorgulayarak, kendimizi haklı çıkarmayı, dünün filozofuymuş  gibi gaipten bilici olmayı, dünün berbatı olan bizlerin, sütten çıkmış ak kaşık olarak, DÜNÜN salıncağında sallanmayı, dünkü yaratılan mutsuzluğun sebebi olmadığımızı, ben zaten o gün söylemiştim gibi kehanet söyleyicisi olduğumuzu söyler söyler dururuz, bir de üzerine cilâ olsun diye senaryo uydururuz…
Bu da yetmez, yerini ve dinleyicisini bulursak, ağıtlar da yakarız… Bazen gözyaşı  bazen de tuvalette küçük su dökeriz, eğer bir çıkarımız olursa, hemen bu ağıtları bırakır, yavaşça DİZ çökeriz… İçinde bulunduğumuz gruba göre hareket eder, sövüyorsa söver, övüyorsa över, sonra da bedava dinleyici bulursak, ona en bilici en değerli poz takınarak, anlatır dururuz… Konuşmada kimseye sıra vermez, konuşmaktan-bilgiçlikten yoruluruz…
Dün;  sevgide, âşkta, vefada, özveride güzeldir de yaşadığımız-yaşattığımız olumsuzluklarda değil… Dün, şair Ayla Oral’ın dizelerinde bir başka güzel;
“ Dün mavilik, dün ellerin, dün gözlerin,
   Mutlu kalacaktık, bugünü olmasaydı DÜNlerin…!? ”
 
Düne fazla takılıp kalmak, bizi bir türlü bu günle barışık kılmaz, bu günü yaşatmaz, bu  günü yaşatamaz, yarına da götüremez.  Dünü yaşamalıyız, bu günü görmek için, dünü yaşatmalıyız, bu günü yarına DÜN kılmak için, dünü unutmamalıyız, geleceğimizi etkin ve ergin kılmak için, dünü yaşamalıyız, hatırlama ve hatırlatmalıyız, toplumsal geleceğimizi güçlü kılmak için…
12 Eylül öncesini bir yaşayanlar, bir de sonrasını yaşayanlar var… 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşayanlar, iyisiyle-kötüsüyle bunu anlatsınlar, ona eyvallah !..
YA yaşamadan, yaşamış gibi olanlara, anlatanlara;  “kahve dövenin TIK TIKÇILARINA” ne demeli ?!.. Yaşayanlar, sağcısıyla solcusuyla dürüstçe bir kanalda özeleştiri yapıyorlar zaman zaman, bunların çoğunu biz yaşayanlar olarak tanıyoruz;
12 Eylül öncesinin her iki gruptaki bu idealistleri; hem dürüst hem ciddi hem yemeyen-yedirtmeyen, emanete ihanet etmeyen hem çok okuyan-eleştiri gücü yüksek Türkiye sevdalıları değil miydi ?!.. İçlerinden elbette ki, O KAFA’da olanları vardı, hâlâ da var, bunları istisna kabul edersek, binlerce kaybımıza üzülmemek elde değil…
ÂKİF’in O KAFA mısralarına bakalım;
 “ Oğlum kafan aynı kafa,
   Hoca rahmetli dedin öyle giriştin lafa
   Bilirim oğlum hoca sevmezdi Saray’ı,
   Ama, sövmezdi hoşlanmadığından dolayı !..”       
Yalnız dünü eleştirenlere bakıyoruz, hep aynı KORİSTLER, aynı kanallarda aynı tonlarda aynı zanlarda aynı saç traşında,  aynı bakışta; daha konuya girilmeden kahve ağzıyla başlanan cümleler, LAF atmalar, SÖZ kesmeler, dinleyenlerin nabzını yükseltmeler sonra da program bitiminde dışardaki sohbetlerde  “nasıl konuştum” lu havalı söyleyişle birbirine yoklama çekmeler, özel izleyicilerine MESAJ attırmalar, kendilerine REYTİNK yaptırmalar…
Yalnız dünü eleştireceğiz derken bugün elden gidenleri de gözden ırak tutamazsınız. 12 Eylül, bu gün bizlerin sağ kalmamızın sebebi değil mi? Darbe adı verilen harekâtların, zemini hazırlayanların hiç mi suçu yok? Bunlar ön yargıdan uzak bir zihin ve gözle yeniden ele alınmalı.
Darbe kelimesi arbe etmekten geldiği için, bende anlamsal ve zihinsel bir sarsıntı yaratır. Bu  sarsıntı ister kişisel, ister toplumsal olsun, insan ve insanlık onuruna yakışmaz. Bu kelimeyi kullanırken bile söyleyen de söyleten de hak eden de hak ettiren de sarsıntı geçirir, geçirmelidir de !..

darbe
isim Arapça arbe
1. isim Vuruş, çarpış
2. Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi.
3. Birini kötü duruma düşüren, sarsan olay. Güncel Sözlük TDK
 
 
12 Eylül öncesini biz yaşadık;  nefes almakta, güne vurulmadan,  dövülmeden, derse kavgasız, kaygısız girmeden, her gün okula giderken bu gün neler olacak düşünce ve duygusunu içimizden atamadan, asker ve polis kordonunda okula girmeden, eve giderken her akşam arkamızda takipçi iki kişiye yakamızı kaptırmadan, kurtarılmış bölgelere aylarca-yıllarca adımımızı atmadan, çocuklarımızı evin dışındaki parklara götüremeden, her iki idealist grubun sürülme, vurulma korkusu içinde geçim darlığı-borçlar-parasızlık durumunu hissettirmeden…
 
Şimdi herkes oturmuş, TUZU kurular, bedava yiyiciler, dünü tanımayanlar, cebini doldurup fakir-gariban halkın yaşam şartlarını bilmeyenler, LAF ebeliği, yalakalık gebeliği yaparak, TV’lerde yerli-yersiz BASİT cümlelerle boy gösterip MALI götürmenin yolunu buluyorlar…
 
12 Eylül öncesini de biz iyi biliriz, sonrasını da iyi biliriz… Her iki devrede kaymak yiyenleri de biliriz, o gün övüp de bu gün sövenleri de iyi biliriz, bu gün kaymağını yiyip de darbe diyenleri de iyi biliriz…!?
 
Önce çarpıştırıyorlar, ( çarpışanların içinde zenginlerin çocuğu yok, tuzu kuruların çocuğu yok) sonra ayıplıyorlar,  kendilerini arada kayıp-lı-yorlar,  sonra da oturup sayıklıyorlar
Biz SALAKZÂDELERİ de zede haline koyup ANILARLA yaşatıyorlar…
 
Rahmetli Fikret Hakan’la akademik arkadaşlığımız başladı ve bir ara  Çanakkale’ye konferansa getirdim, akşam yemek davetinde şu anlamlı cümleyle, 12 EYLÜL’ü özetledi:
 
      “ Biz bu memlekette iki şeyi yanlış yaptık; Nazım’ı komünist, Âkif’i de yobaz ilan ettik, işi bitirdik”  dedi.  Bu sözün yorumunu sizlere bırakıyorum…
 
Darbeden yana olmak mümkün mü, gerçek demokrasi ve insan hakları varken ?!..
 
12 Eylül öncesinde idealist kayıp neslin acısını içimizde duyarak; bugünkü durumu irdeleyerek, dünden ibret alarak, bu günü ezmeden-ezdirmeden-ezilmeden, toplumsal gücümüzü yitirmeden, yedirmeden; yarını ETKİN, devletimizi-milletimizi-çocuklarımızı-gençlerimizi YETKİN kılmak…
 
12 Eylülleri yaşamamak için bizlerin omuzlarındaki yükün ağırlığı, geleceğin vebalini; bilimselliğin, teknolojinin, hukukun, gerçek demokrasinin  geçerliliğini sürekli kılmak, “insanı, insana, insanca” anlatıp onu gerektiği gibi yaşatmak, devletin yasalarını  başka amaçlara basamak yapmadan, devleti  korumak görevimiz olmalı…
 
Dünün ve bu günün kaymakçılarını, bal-parmakçılarını ve dünden bu güne çökelek yiyen her iki grubun idealistlerini düşününüz…!?
ELİF’i eğdirmeyen, VAV’ı bozdurmayan ÇÖKELEKLE şükür içinde beslenen, işsiz-nitelikli Anadolu’nun bağrından gelmiş İKİ grubun bu günkü yaşantısını düşününüz…
 
Düne taktılar bizi, Köy Ensitüleri diye;  yerine gelen öğretmen okullarını; eğitim enstitülerini, eğitim yüksekokullarını, eğitim fakültelerine sahip olup da mevcut şartlarda öğretmen yetiştiremiyoruz… Yetiştirdiğimiz öğretmenlerden, verim alamıyoruz.  Hâlâ eski şarkılarla kendimizi bulmaya çalışıyor, emekliler OKEY masalarında, gençler SELFide çözüm üretmiyoruz…  Bizler bu gidişle PISA sınavlarında başarıyı yakalamak yerine PİZZA sınavında bile kalırız…
 
Hatıralara takılırsak, hatırlanmayız, çünkü İBRET almıyoruz, bu sözümüzü unutmayınız…
 
Allah, bu millete sivil ve askeri darbe-arbe yaşatmasın… Askerde bizim, sivil de bizim… Siviller kirletiyor, askerler temizliyorsa, bunlara kızmak yerine, ortamı-geleceği sağlıklı kılmak ise, HEPİMİZİN…?! Hem insan diyeceksiniz hem insanı yok edeceksiniz…Bu konuya  el birliği ile çözüm aranmalı; yoksa,  ölünce arkamızdan yazılan klâsik cümlelerin, edilen duaların hiç birine lâyık olamayız…
 
Bana ait bir sözle, yazımızı noktalamak istiyorum:
“ Ticaret ve siyaset, insanın zaafını yakalama sanatıdır…! ”
 
Herkes, sorumluluğunu bilmeli, Kimseye, yerine geçmek için DARBE yapmayınız
Girne’den SEVGİLERLE…
 
 
                                                                                            15.09.2019
                                                                                           Dr. Hayrettin Parlakyıldız
                                                                                           Kıbrıs İLİM Üniversitesi
                                                                                   E-posta: hparlakyildiz@mynet.com