Bu başlık için kim bilir neler neler söylersiniz ?!...

Bu başlık için kim bilir neler neler söylersiniz ?!...
Haksız da değilsiniz, ama kelimelerde aşk olmalı ki, dinleyenler de hem aşka gelip kelimenin fonetik olan ritmik yapısını kavrayarak-kavratarak,  zihinlerde kalıcılığı sağladığımızda “maharetimiz-becerimiz” ortaya konsun; hoş söyleyişler çoğalsın, boş söyleyişler hem bizden hem de dedi-kodu unsuru olmaktan çıksın..
Kelimelerin kökünün ekiyle uyum sağlaması, insanın kökü olan anne-babanın çocuklarıyla  uyum  sağlaması aynı değil midir?.. Fiil köklerine ve isim köklerine rastgele getirilen ekler, ne  kadar sırıtırsa, aynı uyuma fiil kökü  olan babaya ve isim kökü olan anneye getirilen  ek olan çocuklar gibi sırıtıp kalmaz mı?  Böylece her iki anlamda da bir gariplik sezilmez mi ?!..
Kelimeleri aşka dönüştüren söylemdeki ritim ve uyum güzelliğiyse,  ailedeki soya çekimde  halk arasındaki yaygın söyleyişle, “armudun dibine düşmesi” veya “kızın halaya, oğlanın dayıya” benzetilmesinin anlamının nereden geldiği, yüzyıllardır bu benzetmenin anlamının  “kelimelerin aşka dönüşmesinin” kendisi değil de nedir ?!..
Kelimeleri söyleyenle-söyleten uyumlu olmazsa; şiir türlerini bölümleyebilir  misiniz. ? Şiir, duyguların kelimelere döküldüğü zaman anlamlarının tavan yaparak, gönül hoşluğu içinde zindelik yaratması halinin ta kendisi olunca, şiiri sağlayan ritmik ögelerin yerine oturtulması bir beceri (maharet) değil midir?!..
Kelimeleri dans ettirmek için sözlü ifadede ritm-müzik-vurgu ile ses benzerliklerini konuşturmak, yazılı ifadede imlâ ve noktalama işaretlerini yerine  koymak gerekmez mi?,,, Aşk insanı olmak ayrı, iş insanı olmak  ayrı, aş insanı olmak ayrı, eş insanı olmak ayrı, cinsJ söylemli insan olmak ayrıdır…
Kelimelerin aşka dönüşmesi; zemin ister, zaman ister, anlam ister, anlatım ister, anlayan ister…
Günümüzün sıkıntısı içinde kelimelerin aşka dönüşmesinde zaman zaman anlam kaymaları olmuştur… Herkes kelimeleri aşka dönüştüremez, dönüştürmesi için soyutlanacağı unsurların farkında olması gerekir…
Ticarette, siyasette kelimeler aşka değil, ÇIKARA dönüşerek, tavan yaparsa veya yaptırılırsa, sövme başlar, dövme başlar… Aşksız kelimelerde zalimlik, zulme dönüşür ki siyasette zamanı gelince de MİZAH  başlar, mizah da İZAH istemez… Ticaret yapılan yerde de hoşnutsuzluk içinde “içinden yüzüne karşı sövme”  başlar…
Kelimeler aşka dönüşmeyip de “aşka gelirse, kelime bolluğu çıkar ki bu da anlatımı sıradanlaştırır,  kişileri sıkar, aşk kaybolur,  duygu, düşünceye, düşünce duyguya hakim olmaya çalışır;  duygunun  duyurması, düşüncenin düşünmesi  çatışır…  Mantık-felsefe, duyguyu ezer,  duygu öksüz kalır,   düşünce başımıza  ağa olur…
Bizler yazılarımızı herkes anlasın diye değil, okumasını-anlamasını bilenlere anlatalım diye yazar, kelimeler aşka dönüşürken asaletini koruyalım  diye duygu yükünü sırtımızda taşırız…
Sevmek, sevdirmek; kelimeleri aşka dönüştüreceğim derken o kelimeleri güçsüz kılan eklerden arındırmak gerekir…
Kelimeleri aşka döndürülmeseydi;  Cahit Sıtkı’yı, Atilla İlhan’ı, Arif  Nihat’ı, Fazıl Hüsnü’yü, Yavuz Bülent’i, Abdurrahim Karakoç’u, Âşık Veysel’i, Ayla Oral’ı, Yunus Emre’yi, Hacı Bayram’ı, Hacı Bektaş’ı ve benzerlerini (vb) sevebilir, zaman zaman onların kelimelere kazandırdıkları aşkı sezebilir miydik ?!..
Aşk yerine; ya param, ya çıkarım, ya  bitcoinim diyerek, ortada dolaşan, “seviyorum” gibi kelimenin aşk bütünlüğü olan söylem ve yazım ÇIKAR uğruna “internet şifresi yapılarak” yerlerde sürünür müydü?...
Fuzuli ;
“Aşk imiş her ne vâr âlemde/
İlm bir kıyl ü kaal imiş ancak”
Âlemde vâr olan yegâne şeyin AŞK olduğunu, gerisinin dedikodudan ibaret bulunduğunu söylerken neyi kastediyordu, acaba ?!..
Maddi aşkları yaşayamayanlar-yaşatamayanlar, manevi aşk nasıl anlayacaklardır…?!
Kelimeleri  AŞK’a dönüştürme  gücünüz bitmesin, bu konuda etken olan şairlerimiz, bizlere KÜSMESİN…!?
 
                                                                                16.04.2023/
Dr. Hayrettin Parlakyıldız
Kıbrıs İLİM Üniversitesi
hparlakyildiz@mynet.com