Yalama, yutkunma ve yeme fiilleri  neden  birbirlerini tamamlar…?

Yalama, yutkunma ve yeme fiilleri  neden  birbirlerini tamamlar…?  Hiç düşündünüz mü, biz çok düşünüp sizler için inceledik, güncelliğini yıllardır koruyan bu fiillerin dilbilgisi açısından ele alınıp etimolojik olarak ortaya konup tartışılmasında yarar olduğunu kanaatine vardık.
 
yalama
yal- isim kökü.
-a isimden fiil yapan ek.
-ma: fiilden isim yapan ek (hareket isimleri, yalama eylemi yapar),
yutkunma
yut: Fiil kökü,
-kun: Birleşik, (fiil) ek gibi (net değil, ama öyle görünüyor, dil üzerinde çalışanlara bırakalım) !?
-ma: Fiilden isim yapan ek (iş isimleri, yutkunma eylemi yapar).
yeme
ye-  Fiil kökü,
-me: Fiilden isim yapan ek (hareket isimleri, yeme eylemi yapar).
 
Yalama eyleminde, bir yalayan bir yalanan unsur vardır. Bu unsurlar, yere, zamana ve çevreye göre değişebilir. İlk akla gelen “dondurma yalama, bal tutan eli yalama, bal veya pekmez kaşığını yalama” !..
 
Mecazi ve güncel anlamda ise; hakkı olmadığı halde bazı şeylere kavuşmak için işini yapacak veya yaptıracak kişilere yerli-yersiz, gerekli-gereksiz sözle ve yazıyla iltifatlarda bulunma, işini gördürecek kişiyi takip ederek, çeşitli şekillerde kendini gösterip kendini hissettirerek devamlı zihinsel olarak meşgul etme...
 
Bir başka anlamda (mecazi) yalama olma, hiçbir şekilde verdiği sözü, aldığı öğüdü tutamama, söz dinlememe, argoda “y” sesi..
 
Yalama işini yapan kişide bu fiillerin oluşmasını sağlayan organların biyolojik olarak işlevsel olması gerekir ki, yapılan işten zevk alınsın. Dilin tat alma, yemek borusunun yutkunma ve yutma gücü, yemede midenin kavi olması gerekir.
 
Açalım biraz:
 
Yalama işini yapan kişide, bir müddet sonra yutkunma hissi başlar ve yutkunma ihtiyacı doğar.
Yutkunma sırasında midenin boş olduğunu hisseder ki, bu acı verici durumdan kurtulmak ve kendini doyurmak için yemek arar, yeme fiilinin peşinde koşar; işte asıl felaket burada başlar artık, midesinin sesini dinler, haram- helâl dinlemez, ne bulursa YER… Yutkunma hissindeki arayışını, orada sonlandırır… Tabii, bu burada da bitmez, alışkanlık yapar. Bu alışkanlık, yemek için alın teri dökmeden, çalışmadan birbirinden geçinmeyi de yanında getirir.
 
Yalama fiili içinde olan bu kişiler, bunu sanat haline getirmişlerse, o fiili mutlaka yapar, onunla işini halleder, kendini garantiye alır (!?)… Yalama, yutkunma ve yeme fiilinin üçlü ve güçlü birlikteliği, artık o kişiyi esir alıp kıskacında istediği gibi oynatır ve ona kendince yön verir, kişilik kazandırmaz... Daha sonra, günümüze geçerli sıfat halini alan, bir başka kelimeyle karşılaşırız ki, bu da o kişiyi acımasız şekilde arkadaş grubunda veya içinde yaşamak zorunda kaldığı toplumda YALAKALIK sıfatıyla baş başa bırakır.
 
Yalayanın ve yalakanın, cinsiyeti, cibilliyeti, ırkıyeti olmaz, yalakanın kimliği, kişiliği, benliği olmaz... Olsa, olsa yine kendine nev-i şahsına münhasır (kendisiyle sınırlanmış) yalakalığı olur.
 
Tarihin her döneminde, her millette yalama-yutkunma-yeme üçlüsü kendine hizmet edecek adam aramıştır ki, ona yalaka sıfatı versin. Bu sıfatın diğer ülkelerde, bizlerdeki kadar yoğun olduğunun kanaatini taşımıyoruz.
 
Yalakalık aynı zamanda argo söyleyişle “damardan girmek, nabza göre şerbet vermek” deyimleriyle de eş anlamlıdır.  Sonra, bu yalama -yutkunma-yeme üçgenin ortak bir yanı kelimelerin “Y” ile başlayıp, kendini meşrulaştırmak, için yine “Y” ile başlayan yalakalık kelimesiyle bütünleşmesidir.
 
Şunu da özelikle belirtmek gerekirse, “yalama-yutkunma-yeme” fiillerini ortaya çıkarıp, ihtiyaca dönüştüren sebepler vardır, bunlar kendiliğinden ortaya çıkmaz.
 
Hep yalama ve yeme fiiliyle uğraşanlar mı kabahatli ...?! şüphesiz ki hayır... Ticaretteki “arz-talep” meselesini de burada mecazi olarak hatırlatmak gerekir. Yalayanların, yiyenlerin gücü, yapılan işten zevk alanların taleplerinden kaynaklanır ki, iki tarafın da meşruiyeti yoktur, iki taraf da toplumsal hastalığın sebepleridir.
 
Bunun nedenleri ise:
 
1-Günümüzde kişilerin birbirine güven duymadığı ve güvensiz bir ortamda yaşanıldığı,
2-Özel ilişkilerin daha geçerli olup, kamu biriminde daha etken olduğu,
3-Kurumsal ilişkilerin işleyişini gün geçtikçe kaybettiği veya kaybettirildiği,
4-Başarısız, beceriksiz, niteliksiz  kişilerin yalakalığı meslek edinerek, unvan ve makam sağlamada örnek teşkil ettiği,
5-Kişilerin korunmasında, güven altına alınmasında, toplumsal ilişkilerin yürümesinde etkin olan yasaların bulunmasına karşın, bunların uygulanmayıp, fikri, ailevi ve özel yakınlığının etkili olduğunun gözlenmesi, bilinmesi ve yaşanması,
6-Böylece yalakalığın yaşamı kolaylaştırdığı, zorluğu ortadan kaldırarak, alın teriyle yaşamanın enayilik olduğunun bilinmesindendir…”
 
Yukarıda maddeleştirdiğimiz sebepleri ortadan kaldırdığımız zaman ÇÖZÜM kendiliğinden oluşacaktır. (Vitamin gazetesi; 2016 haftalık basımı)
 
Bu konudaki dertlerimizin azalması;  yalakalığı sanat haline getiren zavallıların kendilerine sağlam bir kişilik oluşturdukları, yalnızlıklarının azaldığı, “yalama ve yeme” fiilleri arasında koşanların sona erdiği günlerin yaklaşması dileğiyle…
 
Girne’den SEVGİLERLE !...
                                                                                            18.12.2022
Dr. Hayrettin Parlakyıldız,
Kıbrıs İLİM Üniversitesi
E-posta: hparlakyildiz@mynet.com