İçimden geçen bir ifade; ARAYAN BULUR?!...

İçimden geçen bir ifade; ARAYAN BULUR?!...
Avuç açardık kurnaya, kana kana içerdik sokak çeşmesinden kan ter içinde iken suyu..
Ayrı bir keyif alırdık.. Hatta, kurnaya dayardık uzatırdık adeta ağzımızı. Bizden önce biri de böyle içmiş midir diye düşünmeden, tiksinmeden, iğrenmeden hiç, doya doya giderirdik susuzluğumuzu.. Çocuktuk.. Aynı ardaktan, aynı gazoz şişesinden içerdik arkadaşımız ile gazozumuzu..
Bir başka nesildikr biz.. Korkmazdık, bilirdik ki mahallemizdeki büyüklerimiz, tehlikeye karşı  korurdu her birimizi.
Sokak çeşmesi, su demiş iken, şimdiki çeşmeler düştü aklıma.Bozuk para atmadan, musluğundan akmayan su geldi birden aklıma..Nası4l çeşme ki bunlar, parasız su sunmuyor ihtiyaç duyana..
O günkü, yani çocukluk yıllarımdaki aklım olsa: su sırra kadem bastı, belki de ondandır, tasarrf içindir bu uygulama diye düşünürdüm ya neyse..
Sahi, bundan mıdır çeşmelerdeki bu tedbir.. Barajlar tam takın oldu yağmursuzluktan, ondan mıdır sahiden de, sokak çeşmesinin para atmadan akmayan bu halleri?!..
Arayan bulur durumuna mı düşelim bizler şimdi?!.. Şimdi bahsedeceğim o hikayede geçen, çeşmeyi mi  aramaya yoksa hep birlikte.
İşittiniz mi sizler daha önce bu hikayeyi?..
Hani, bir  inanışa göre; Yemyeşil, balta girmemiş bir ormanın ortasında bulunan ve etrafında küçük aşk meleklerin olduğu çeşme ve onun doyumsuz lezzetteki suyunun hikayesini.
Bizlik bir mevzu değil elbet, antik dönemlerin bir hikayesi bu.. hikaye bu ya; Tanrılar tarafından kutsanmış kutsal kadehten içilirse, içenler bir daha asla ayrılmamak üzere aşkın doruklarını delicesine yaşarlarmış, o çeşmenin  suyundan içti mi...
Hatta, bu konuda kaleme alınmış bir araştırma yazısına konu detaylarda  okumuştum, Fransız ressam Jean Honore Fragnoard'ın 'The Fountain of Love ' adlı tablosunda, bu çeşke konu edilmiş.
Resimde,  genç bir adamla bir kadın hevesle bu çeşmeye doğru koşuyor, çeşmenin yakınına sadece ayakları değebilecek kadar ulaşabilen çift, aşk meleğinin tuttuğu kutsal kadehten sihirli suyu içiyor.. Hikaye işte..  Maksat, sedava su değil, ölümsüz hal alacak bir aşk uğraşı..
Hikayeler, efsaneler bi hayli çok antik dönemde inanılan. Dahası, tüm efsanelerde 'Aşk Çeşmesi' gibi, mekanlar hep geçiyor.
Tabi o vakiler, küresel ısınma falan hak getire.. Kar yağıdı mı, metrelerce.. Sağanak başladı  mı günlerce..
Adamların derdi, su sel falan değil. rahatlar yani..Tek dertleri tasaları, ölümsüz Aşk'lar..
Paraları altın, masalarının üzeri  et yığınları..Kimi, tam but, kimi seçmece et'Rler..
Kalpleri sevgi ile aydınlatacak güce sahip olmak, tek dertleri.. haliye hikaye de çok, efsane de..
İda dağı için de vardı türlü efsaneler.. Kazadğlarında yapılan ilk yarışmanıın adı dır Güzellik.. En güzele Altın elmadır verilecek hediye.
Bin phırlır denir hep Kazdağlarına, yani İda' ya.. Bin pınır kurudu san ki, dağdan ocvaya, havzaya dökülmez oldu sular..
Bayramiç Barajı mesela, tam takır şu sıralar?!..
Atikhisar' da da manzara farksız, diğer barajlarda da.. Yağmur yok, su yok, kaynaklar kurudu, başka da yapacak bi şey yok?!..
Kimimize göre sorunun nedeni., yani yağmur’ suzluğun sebebi: Küresel ısınma.
Kimimize göre yanıp kül olan, bir çoğu da kökten kesime uğrayan ormanlar..
Neden çok. Sebep saymakla bitmeyecek kadar fazla. İnsan elinin uzandığı her yerde, sonun başlangıcı diyen de çok.
Belki de, yaradan terbiye ediyor bizleri.,  anlayan yok?!..
O ya da bu.. Su kaynakları bir bir kuruyor, ya da kurumaya yüz tutmuş, yaşamın sonu mu yaklaşıyor?
Bin Pınarlı İda dahi S.O.S. verir iken, hepimizi bekleyen susuzluk bar bar bağırıp, geliyorum mu diyor?!.. 
Aklımda deli sorular ile yeni haftaya giriyorum.. Yanıt bulurum mu bilemiyorum lakin, bulur isem bir cevap, söz hemen sizlerle paylaşırım..
Çok yağınca dertlendiğimiz, yağmayınca endişelendiğimiz yağmurlar, bi başlayın artık..