Ruhlar kaça ayrılır acaba? ‘Ruh’, ‘Ruhçuk’, diye de tanımlanabilir mi?

Her yaşayanın bir ruhu vardır gerçeğiyle yola çıkacak olursak, her ruh sahibinin de, Ruh’a özel anlatımı olabilir. Öyle değil mi?
Peki ya, Ruh meselesi derken, Takma Ruh mu?, Çakma Ruh mu? Diye bir başlık açsak ne olur?
Bu günlerde aklıma çılgın sorular geliyor. Sordukça sorası hali de cabası…
Ruh halimde bir tuhaflığın nedeni, havada uçuşan kar tanesi benzer başıboş polenler de olabilir. Yani denilebilir ki; ‘belki…’
Saçmaladığımı düşünenler olabilir lakin Ruh üzerine takıntılı hallerimi doruğa çıkaran bir ayrıntıyı da yakalayınca, “Tam da yazmanın vakti” dedim.
Dün, önemli bir günü daha yaşadık ve bitti.
Peki ya; düne çıkmamız için yaşanan ‘o’ gecenin detayları…
İşte ruh takıntımı doruğa çıkaran olaylar o gecenin detaylarında.
18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gece 102 yıl önce yaşanılanlar. Hani son yıllarda sıkça düzenlenen törenler. Şehit Tıbbiyelileri anma, İstanbul Erkek Lisesi’nin öğrencilerinin şehit düştükleri o kara gece için düzenlenen törenler.
Dün’e ulaşmamızı sağlayan gece başlayıp, gece yarısından sonra da yüzlerce Tıbbiyeli öğrenci ile birlikte Şehit düşen çocuk askerlerin. Liselilerin anıldığı bölgede düzenlenen törenler.
Atalarının izinde, 102 yıl sonra o geceyi anlamak için toplanıp, yürüyüşün başlayacağı noktada durup, sonrada kilometrelerce yürüyenler bir yanda;
Bir yanda da, kapalı mekânda düzenlenen tören ardından Bu arada da ‘Küçük’ bir hatırlatma. İçlerinde Tıbbiyeli öğrencileri anacak, tek bir öğrenci göremedim) bir de geçmişten okkalı sitem dolu bir örnek vererek törenin gerçekleşmesinde yer alınması.
İçim bir tuhaf oldu. Ruh dengem bozuktu, temerli bozuldu. Diyor ki birileri; “6-7 yıl önceki törenlerde, atalarını anmaya gelenler gitar çalıp, şarkılar söylemişti”
Temerli yani… Temerli…
Gençler atalarının izinde yürümeden önce eğlenmişler. Falan filan. Ruh meselesi tam da bu noktada yaşanmış sanırım.
Ya bu gün? Yani düne geçilmesini sağlayan o gece…?
Tören on numara. Şiirler konuşmalar. Okunan Kuran-ı Kerim. Sonra otobüse doluşup, törenin cira edileceği mesafeye belirli süre durulup, birkaç yüz metre yürümek. Bitti. Gitar yok. Şarkı Türkü yok. Atalarımızı andık.
Bir diğer noktada ise gecenin ayazını çeken, üstelik de ‘Biz buradayız’ demeden, kameralara, objektiflere pozlar verilmeden bekleyen birkaç yüz öğrenci. 
İçlerinde Şehit Tıbbiyelilerin bir dönem çatısı altında öğrenim gördüğü o tarihi binada, bu gün eğitim alan nesil.
Ve diğerleri. Aynı bilim İrfan Yuvasının çatısı altında, değişik dallarda eğitim öğrenim görenler.
Soğuk bir gecenin karanlık anlarında, içleri titreye titrere bekleyip, sonrada onlarca kilometre yürüyüp, Atalarının yani, Şehit düşmeseler belki de tarihe geçecek Tıp Doktoru dedelerini andılar.
Ruh meselesi diyorum, sanırım ruh’ takıntımın nedenini de buluyorum.
Takma Ruh’ mu?,  Çakma Ruh’ mu? Yoksa dibine dek yaşanan Çanakkale Ruhu mu?
Takma akıl gibi, Çakma akıl da bir an durur ve çıkar ruhumuzdan. İçimizdeki Ruh’a dışarıdan hükmetmek öyle kolay değildir vesselam.
Şehit Tıbbiyeli öğrencilerimizi ve İstanbul Erkek Lisesi’nin aslan yürekli Şehit Mehmetlerini yürekten anarken dün bir kez daha;
“Şakır şakır yağmur altında yürüsek ne yazar? Öyle yılda bir kez değil, her gün yürüsek ne olacak?  Onlarca, yüzlerce, binlerce  kilometre…!” diyerek, bir acayip Ruh hali içinde;
“ Şehitlerim, Atalarım, Ruhlarınız Şad olsun. Sizlere olan Minnet borcumuzu nasıl öderiz bilemiyorum. İyi ki vardınız da, bu gün sizleri daha iyi anlıyorum” diyebiliyorum….
Neymiş, 6-7 yıl önce gitar ve şarkılarla ananlardan örnekle; Şimdi bir başka etkinlik.  Hem de kapalı alanda, Sonra bir kac yüz metre yürüyüşle… ‘Atam izindeyim…!’
Temerli yani…. Temerli…
X                                   X                                X
KUZULAR, KOYUNLAR.  GARİP GARİP TEPİŞİYORLAR… !
Şimdi bir anlığına o çobanın yaşadığını iddia ettiği anları düşünün. Düşünün o onları siz yaşadınız…
Çanakkale’mize yakın köylerimizden birinde, önceki gün öğle saatleri. 1 civarı.
Yüzlerce koyun ve kuzu, yemyeşil alanda çember düzeni alıyor bir anda.
Hepsi d; garip ama durduğu yerde zıplıyor, tepiniyor anlamsızca… 
Çoban gördükleri karşısında, olan bitene anlam yüklemek adına, merak içinde yürüyor sürüye doğru.
Yeşil alanın ortasında, taş yığını üzerinde yeni doğan çocuk benzeri bir canlı. 
İşin ilginci; Tüm koyun ve kuzular ona bakıyor hayli de meraklı.
Çoban şaşkın, koyunlarda bir garip hal. Acep; Kafayı mı yedi bu hayvanlar?
Çoban yarı ürkek, elindeki sopayı uzatıyor. Kulağında kulaklı benzeri bir cisim de bulunan, gözleri Zümrüt yeşili 60-70 santimlik o varlığa.
Sonra ne mi oluyor?
Burada masal bitti denilecek hal oluyor. 
Sopanın uzatıldığı o yeni doğmuş çocuk benzeri varlık, göğe doğru yükseliyor.
İnanmadınız değil mi? 
Peki ye; Görseniz de mi inanmayacaktınız? 
Bu yaşandığı iddia edilen anlar bana;  ‘Pan’ ı hatırlattı. Pan derken, flüt markasından bahsetmiyorum. Fakat, o da bu kapıya çıkıyor aslında. Muhtemel ki, o flütler, çoban kavalından yola çıkılarak, markayı kapmış.
‘Pan’ nedir ki? O’nu da aktarayım kısaca;
İşte sizlere ‘PAN’
“Yunan mitolojisinde Pan (???), Hermes' in Arkadya' lı bir periden (Penelopeia, Sose veya Thymbris) doğma oğlu olup çobanların, sürülerin, avcılığın, dağlık ve tenha arazilerin, pastoral müziğin tanrısıdır. 
Belden aşağısı keçi biçimindedir, ayrıca keçi gibi boynuzları ve kuyruğu vardır. 
Kulakları sivri ve uzun, burnu ise küçük ve sürekli etrafını koklar gibi kalkıktır. 
Şarap tanrısı Dionysos' un eşlikçilerinden biri olarak bahar, doğurganlık ve bereketle yakından ilgili bir tanrıdır. 
Mitolojide perileri kovalayıp durması ve ıssız, bakir arazilerde dolaşanların karşısına birden çıkıp onları ürkütmesi ile meşhurdur. 
"Panik", yol açtığı bu ürkü nedeniyle, Pan'ın adından türemiş bir kelimedir. Mitolojide Pan'ın aşık olup kovaladığı perilerin en ünlüleri, kamışa dönüşen Syrinx, köknara/çama dönüşen Pitys ve dağların yankısına dönüşen Ekho'dur. 
Memleketi Arkadya olan Pan'ın sembolü, mitolojiye göre mucidi sayıldığı pan flüt, kutsal hayvanları keçi ve kaplumbağa, kutsal bitkileri ise köknar, çam ve su kamışıdır. Roma mitolojisinde Pan'un karşılığı, yine kendisi gibi keçi biçimli bir kır tanrısı olan Faunus veya Inuus'tur”
Vallahi, bu aralar  Ruh halim, bir tuhaf….!