Bir öğretmenim var, Bir elinde yıldız, bir elinde ay..

   “ Bir öğretmenim var,
      Bir elinde yıldız, bir elinde ay,
      Vay öğretmenim vayy!..
      Biz senin oklarınız, sen bir yay;
      Bizi uğrunda şehit say, tümen tümen alay alay,
      Bize karşı duranların haline vay, vayy!?” (A.Kaşıkçı)
 
   Öğretmenlik, insana saygıyla başlar, kaygıyla değil. Öğretmenlik, fedakârlık ister, cefa ister, çalışmak ister…
 
     Klâsik söylemle;
   “Öğretmen, bir muma benzer, erir fakat aydınlatır…” idesiyle yetişmek ister. Öğretmenlik,     
   “Mehmet’i” tanımak ister…! Mehmet’i tanımazsanız, veli sizi tanımaz…
 
     İşte, bir anı:
     Öğretmenliğimin Urfa Ticaret Lisesi’nde ilk yılı, okulda nöbetçiyim. Merdivenlerden yorgun, kasketli, ceketini sırtına almış. Selâm verdi, hemen arkasından bana şöyle soru sordu:
      -- Loğ, bizim Mehamet nerde?
      --Dedimki;
      --Amca, hangi Mehmet ?
       --Dedi;
       --Loğ, sen hoca mısan… Evet deyince, hemen arkasından hoca mısan, soytarı mısan, benim Mehamet’i tanı misan?
 
          Ben bu sözün üzerine, adamın suratına şaşkın şaşkın bakarken, birden durgunlaştım,
bir ters cevap da vermedim, hemen bir öğrencimi çağırarak, derdine çare olmasını istedim. Meğer, - o velinin oğlu, gece eve gitmemiş, annesi sabaha kadar göz yaşı dökmüş - baba, tabii perişan…! Sonradan öğrendim ki, kan davasından, vurulma korkusundan vatandaşın Mehmet’i eve gitmemiş… Anladım ki, vatandaş (veli), öğrencisinin, öğretmen tarafından bilinmesini, takip edilmesini istiyor… Bundan sonra derslerine girdiğim öğrencilerime, öğretmenliğin, Mehmet’i tanıma sanatı olduğunu vurguladım. Hocalığın, soytarılık olmadığını veli ağzından almış olduk…
 
 Öğretmenlik, eğitim ister, öğretmenlik hedef-kitle ister, öğretmenlik alan bilgisi ister, öğretmenlik araç ister, öğretmenlik amaç ister, öğretmenlik program ister… Öğretmenlik, okuduğunu anlama-anlatma ve paylaşım ister. Öğretmenlik para ile ölçülmez, para ile satılmaz, öğretmenlik rastgele görevden atılmaz… Öğretmenlik arkasında destek ister, öğretmenlik veli-öğrenci-okul üçgeninde güç ister…
Benim adım nokta nokta,
  Kimliğim öğretmen !...
  İsmim hecelenir her dudakta,
  O sokakta, bu sokakta,
  Bir evde gökyüzündeyimdir,
  Bir evde yedi kat toprakta,
  Bölük-pörçük nokta nokta…!” (A. Kaşıkçı)
 
   Öğretmek mi, öğrenmek mi ? İç içe giren iki kavram ki,  ömür boyu devam ediyor… Kim   öğretecek, öğrenecek olan kim, nerede, hangi araç-gereçle, hangi programlarla…?! Sorular, soruları kovalıyor… 80’li yıllardan önce öğretmen, öğrenciyi kovalıyor, öğreteceğim diye; 90’lı yıllardan sonra öğrenci, öğretmeni kovalıyor, öğrenmeyeceğim diye…2000’li yıllarda öğretmen isteksiz, öğrenci iştahsız…  Dert çok, ders yok…TEOK var, KPSS var, ÜDS-YDS var; kazanan yok, yargılayan çok… Bilgi var, hayata uygulama yok; bilgi yok, laf çok… Plân yok, pilav çok…!?
Andımız var, heyecan var; andımız kalktı, Hüseyin Ağa yattı… Andımız, oldu andaç, artık memleketten, kaç..!? And’ı, verdik o’na;  o da sattı  sana, kimler geldi-gitti HAN’a, bu işlere kim kana !?  And’da vardı değerler, and kalkınca, artık bizi kim eyerler..?!
Kılık-kıyafet dendi mi, öğretmen okulları, öğretmen yetiştiren kurumlar gelirken akla, öğretmenler şimdilerde kılık-kıyafetle atıyor takla…
Model öğretmen, bilgi yükü öğretmen, araştıran öğretmen yalnız kaldı okullarda öğrencileriyle baş başa; TEOK’çu, dershaneci öğretmenler sen çok yaşa…! Dershaneler, özel okullar oldu baş tacı, devlet okulları için ne acı…! Bayrağın dalgalandığı yere giderim diyenler; bayrağı dalgalandırdığı yerlerde, sallandırıldı.…  Sallananların sayısı Çanakkale Eğitim mezunlarından sayısı oldu, 25 ; çocuğu yetim, karısı dul  bir eş… !
Eğitim fakülteleri öğretmen yetiştirdi, yetiştirdik, ama formasyonlar bizi geçti; işsizler, alansızlar, öğretmenliği seçti… 
Sevgili okurlarım, 24 Kasım gelince, duygulanır, duygulandırırdık sınıflarda… Duyguyu anlamayan, duygu nedir bilmeyen, formu olmayanlara, formasyonlar verirdik şiirle, anlama-anlatım verdiğimizde, anlamadığını gördük, anlattık diye övündük…!? Duyguyu anlamayan nesle aşina olmadığımızı anlatamadık, savuştuk; ama pilavlarda buluştuk…?!
Öğretmenlik, öğretmekle başladığına göre;  öğretilenlerin sonucunda  âlim, biz muallim olduğumuzu anladık… Ya, sizler bizi anladınız mı? Bilemem, bizlerle dalga geçtiniz, işinize gelmeyince, şikâyet yolunu seçtiniz… Gördük okuyan öğretmeni, sevindik;  okumayı yeni söken öğretmenle dövündük…
Çözümleme dedik, verdik; ses tembelli cümle çözdük.  Okuma-yazmada süreklilik istedik, okuma-yazmayı süreli kıldık… Hızlı okuma için cümle verdik, harf verip hızı kestik…Konuşma eşittir sesli okuma dedik, ne okuduk  ne konuştuk...!?  İmlâ – noktalama esastır dilde;  sosyal medyada kayboldu bir günde…
Dert çok dert yok !..
Eğitim Fakültelerinde dört yıl devam eden eğitimin yerine, Formasyon denen kaçakla öğretmen yetiştirmeyi amaçlayan zihniyet, form vereceğim derken, deform yaratmışlar… Öğretmeni şekilsiz hale getirenlerin; 16 Mart 1848’den bu yana değişik isimlerle devam eden öğretmen yetiştiren kurumlar içinde ne dârülmuallimin, ne öğretmen okullarını, ne Köy Enstitülerini ne de Eğitim Fakültelerini anlamaları, yorumlamaları mümkün değildir… Kısacası, Eğitim Fakültelerinin öğretmen yetiştirme görevi, kendi hocaları vasıtasıyla başka fakültelerin forması içinde kadükleştirildi. 
Yıllardan beri, öğretmen yetiştirme politikamız, bir türlü yerine oturamadı. Fillandiya,  bizdeki öğretmen okullarının politikasıyla öğretmenini yetiştirip PISA sınavlarında dünya başarısı yakalarken, biz öğretmen yetiştirme politikamızı parasal amaçlı hale getirdik… Heyecanlı öğretmenlerimizi, heyecansız kıldık, okulunda yapmadığı çalışmayı, dershanede ve özel okullarda yaptırarak, kendinde  heyecan bulduk.
“ Dünyanın bütün çiçeklerini ” sulayacak öğretmenlerin, suyu kurudu… 
Bir öğretmenim var; açtığı yol, kurduğu ülkü, gösterdiği hedef andımız oldu:
Mustafa Kemal’in Kocatepe’den bakışıdır öğretmen olmak, dalga dalga sürüklemektir gençleri... Samsun’dan karanlığın üstüne doğmaktır öğretmen olmak... Önüne katıp cehaleti Ege’de sulara gömmektir. Berrak bir Türkçe’dir öğretmen olmak, diline, kültürüne sarılmaktır. Ay-yıldız olup göklerde dalgalanmaktır öğretmen olmak. http://www.ogretmenlersitesi.com
 
Öğretmenden, eğitmenden, akademisyenden hizmet almak istiyorsak;  onunla bütünleşmek zorundayız, değerler sistemimizin bekçisi, çocuklarımızın gözcüsü, beklentisi onlardır. Atatürk’ün, öğretmenden beklentisini bulmak için, önce öğretmen;  “fikri hür, vicdanı hür, cüzdanı PÜR”  olmak zorundadır. Bunu feysbuk sloganıyla süslerseniz, öğretmenin, eğitmekte yetersiz kaldığını; polis yakalamak, hakim tutuklamak,  gardiyan beklemek zorunda kalır…”  
 
Bilen, başaran, dikkatli ve arzulu olan öğretmen, öğrencileriyle başa başa olup onlara gelecek kazandırırken, moral değerlerle  moralleşen;  öğretimi - eğitimi davranışa dönüştüren, insanı yetiştirmeyi inanç ve ilke kılan, kendini gelecekle bütünleştiren öğretmenlerimize merhaba demek ne güzel…
Ne güzel; çocukların, gençlerin dilinde, bakışlarında olmak..?!
Bakışlarınızda huzur bulabiliyorum .
Sizi gördüğümde heyecanlanabiliyorum .
Konuşurken sesiniz bana söyleyeceklerimi unutturabiliyor .
Öğretmenim , benim kalbim sizin yanınızda çook hızlı atıyor…(Pınar Arslan)
Başöğretmenimizin açtığı yolda hiç yorulmadan yürüyen tüm öğretmen
öğrencilerimle, ülkemizin ücra köşelerinde seslerini duyuramayan idealist öğretmen arkadaşlarımızın 24 Kasım Öğretmenler Gününü kutluyor, bu günü öğretmenlerle bütünleştiren  ve Öğretmenevlerini açan,1982’deki Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam’ı da rahmetle anıyorum…!