Anneler ve oğullar, yetiştirendeki duygu yoğunluğu, yetişendeki VEFA anlayışı bir bütünlük sağlar…

Anneler ve oğullar, yetiştirendeki duygu yoğunluğu, yetişendeki VEFA anlayışı bir bütünlük sağlar… Bu bütünlüğün ANLAMLI şekli içinde ATAMIZA ait bir anıyla; askerler ve komutanlar arasındaki “emir-komuta” coğrafyanın bekası için önemlidir…
KIBRIS çıkartmasında Tuğgeneral Sabri EVREN Paşanın BOĞAZDA BOĞAZ BOĞAZA anısını; ATAYA lâyık olmanın gururunu taşıyan bir paylaşımla da bütünleşmiş görünce, bu çok ANLAMLI iki ANIYI siz gazetevitamin.com okuyucularıyla paylaşmak görev yükletti, bize !?.
ANNESİNİN Mezarı Başında, MUSTAFA KEMAL AĞLIYOR; Çevresindekileri DE AĞLATIYOR.
Atatürk’ün annesinin ardından söyledikleri sizleri de ağlatacak. Zübeyde hanımın 96.ölüm yıldönümünde, herkesin okuması gereken bir yazı...
Atatürk 14 Ocak 1923 günü hayata gözlerini kapayan annesi Zübeyde Hanımın ölümünden kısa bir süre sonra İzmir'deki Ferik Osman Paşa Camiinin bahçesinde bulunan mezarını
ziyareti esnasında görülmektedir. İzmir'in en güzel çiçekleri ile süslenmiş olan mezarın başında annesinin manevi huzurunda bulunan Atatürk'ün solunda elleri önünde bulunan Kazım Karabekir Paşa ve en dipteki resmi elbiseli Mareşal Fevzi Çakmak bulunmaktadır. Gazi Paşa düşünceliydi, durgundu. Bir çiçek yığınının altında yatan annesinin mezarına gelince, ellerini bağladı. Beraberindekiler, Fevzi ve Karabekir Paşalar birer fatiha okudular.
Atatürk, mavi gözlerine çöken karanlığın içinde bir süre sustu ve sonra konuşmaya, annesine ait anılarını dile getirmeye başladı:
“Zavallı annem!.. Şimdi vücudu, bir zamanlar Türk Milletinin ideali haline gelmiş kutsal İzmir'in topraklarında yatıyor. Ölüm, gerçeklerin en büyüğü! Doğanın insana kıyarak yasasını yürütmesi! Bunu hepimiz biliriz de, üzüntüsünden yine de kurtulamayız! Burada yatan annem, zulmün, zor kullanmanın ve bütün bir milleti keyfince yönetenlerin kurbanı olmuştur.
Bu düşüncemi açıklayabilmem için, izin verirseniz, ıstırapla yüklü hayatından birkaç noktasını gözlerinizin önüne sereyim:
“Abdülhamit dönemiydi. 1904 yılında Kurmay Yüzbaşı olarak okulu bitirmiştim. Hayata ilk adımımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil zindana rastladı. Beni aldılar ve keyfi yönetimin zindanına attılar. Annem, ancak zindandan kurtulduktan sonra başıma geleni haber alabildi. Hemen beni görmeye koştu ve İstanbul'a geldi. Fakat İstanbul'da kendisiyle ancak dört beş gün görüşebildik. Çünkü istibdat yönetiminin cellatları, casusları, hafiyeleri evimizi sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem peşimden koşuyordu. Görüşmemiz yasaklanmıştı. Beni sürgüne götürecek vapura bindirilmiştim. Anacığım, gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında taşların üstünde dövünüyor, kahroluyordu. Sürgünde geçirdiğim yıllar anamı ıstırap ve gözyaşları içinde tüketmiştir.”
“Şimdi başka bir noktayı anlatacağım. Mütareke yıllarında, kurtuluş kavgamıza başlamak için Anadolu'ya geçmiştim. Annemi beraberimde götüremezdim. O, İstanbul'da kalmıştı. Yanında sürekli olarak kalan bir adamım vardı. Onu da Anadolu'ya götürmüştüm. Erzurum'dan, bu adamı anneme gönderdiğim zaman, zavallı annem, padişahın benim için çıkardığı idam fermanını bildiğinden, adamın yalnız olduğunu anlar anlamaz, idam edildiğime hükmetmiş ve bu üzüntüsü bir FELÇLE sonuçlanmıştı.” “Benim yıllarım mücadele ile, onun yılları keder ve üzüntü ile geçti. Padişah ve hükümeti ile birlikte bütün düşmanların sürekli baskı ve işkencesi altında yaşadı. Oturduğu ev, bin bir çeşit nedenlerle basılır, aranır kendisi sürekli olarak benim için tedirgin edilirdi. Annem İstanbul'da geçirdiği son üç buçuk yılın bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. İşte bu sürekli gözyaşları, ona gözlerini kaybettirmiştir. Çok kısa bir süre önce onu İstanbul'dan yanıma aldırabildim. Ana oğul kavuşmuştuk... Ama madde olarak ölüydü, sadece mânâ olarak yaşıyordu.”
“Annemi kaybettiğim için, kuşkusuz çok üzgünüm. Ancak büyük bir avuntum var: En büyük anamız vatanı batıran ve yokluğa sürükleyen yönetim, bir daha hortlamamak üzere, yokluk çukuruna gömülmüştür. Annem, sonsuza kadar bu toprağın altında yatacak, Ulusal Egemenlik de sonsuza kadar bu toprağın üstünde bayrak olup dalgalanacaktır. İşte beni avutan en büyük güç budur...
Evet, Ulusal Egemenlik, bu toprakların üstünde sonsuza kadar sürecektir..." "Annemin mezarı üzerinde ve Allah'ın huzurunda yemin ediyorum: Bu kadar kan dökerek milletin kazandığı Ulusal Egemenliği korumak ve savunmak için gerekirse anamın yanına uzanmaktan asla göz kırpmayacağım.
Ulusal Egemenlik için Canımı Vermek, Benim Vicdan ve Namus Borcum Olsun!” Dinleyenlerin gözlerinden ip gibi yaşlar akıyordu... Gazi Paşa da yanağından yuvarlanan yaşları saklamadan konuşmasını bitirmişti... 27 Ocak 1923 http://bandirmamanset.com/kose-yazilari/annesinin_mezari_basinda_mustafa_kemal_agliyor_cevresindekileri_de_aglatiyor-15098.html
BOĞAZDA BOĞAZ BOĞAZA
20 Temmuz 1974 saat 04.00 - Kayseri  Erkilet Havaalanı
Kayseri Hava İndirme Tugay Komutanı Tuğgeneral Sabri Evren az sonra Kıbrıs semalarından demir bir balyoz gibi Rumların tepelerine inecek askerlerine moral konuşması yapıyordu :
-Kadim Türk Yurdu Kıbrısımıza dadanan eşkıyaları temizlemeye, orada zulme uğrayan Türkleri kurtarmaya, ay yıldızlı şanlı al bayrağımızı yeniden ada semalarında nazlı nazlı dalgalandırmaya gidiyoruz. Komandolar hazır mısınız ?
-Komandoooo
-Türk Anaları vatana kurban olsunlar diye evlatlarının ellerine kına yakarak yollarlar asker ocağına onları. Her biriniz benim has evladımsınız. Metehan’ın, Sultan Alparslan’ın, Fatih Sultan Mehmet Han’ın, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün torunlarısınız. Hepiniz önce Allah’a sonra komutanınız olarak bana emanetsiniz. Bu yüzden İLK BEN atlayacağım, sizler de peşimden geleceksiniz. Vatan bugün bizden hizmet bekler. Komandolar var mısınız?
-Komandoooo
-Birazdan şurada gördüğünüz uçaklara binip gideceğiz. Bu işin sonunda gazi olmak ta var,   şehadet şerbetini içmek te. Benim hakkım hepinize helaldir, haklarınızı helal ediyor musunuz?
-Komandooo
-Allah yar ve yardımcımız olsun.
Bu konuşmanın ardından orada bulunan Kayseri Müftüsü askerin maneviyatı yükseltecek bir DUA yaptı.
Saat 04.58 te ilk iki taburu taşıyan uçaklar havalandı.
Tugaydaki subay, astsubay, er ve erbaşların toplamı 1800 kişi civarındaydı.
Onları çok zorlu bir atlayış bekliyordu.
Normal şartlarda 450-500 metre yükseklikten yapılan bu indirme operasyonu, Mehmetçikler havada fazla kalarak açık hedef haline gelmesinler diye 250 metreden yapılacaktı. Bu da paraşütlerin 80-100 metrelik serbest düşüşten sonra açıldığı göz önüne alındığında atlayışları oldukça riskli hale getiriyordu.
Saat 06.05 te uçaklardaki atlama zili çaldı.
Tuğgeneral Sabri Evren Mehmetçiklerine söz verdiği gibi ilk sırada atladı.
Kıbrıs’ta gökten Türk askeri yağıyordu.
Çok küçük bir zayiatla gayet başarılı bir şekilde yere indiler.
Sabri Evren Paşa’nın indiği bölgenin üç tarafı da Rum mevzileriyle doluydu. Ancak hiç siren çalmıyor, hiç ateş te gelmiyordu.
Baskın planlandığı gibi tam bir baskın olmuştu.
İlk Rum ateşi askerimiz Ada’ya indikten yarım saat sonra açılmıştı.
Yıllardır Türk mevzilerine doğru yüksek sesle “Bekledim de Gelmedin” şarkısını dinleten Rumların bekledikleri kabus gibi gelmiş ancak onlar bunun farkında bile olamamışlardı.
Tugayın kalan son iki taburu saat 9 civarında atlayış yaptı.
Hamitköy’deki karargah noktasından havada üçlü kol halinde uçan 30 uçağımızı ve göklerde dört nala giden akıncılar gibi süzülen 1200 aslanımızı görünce Sabri Paşa’nın göğsü kabardı.
Hemen kolordunun emrine girip Girne Boğazının doğusunu savunmaya ve sonrasında da taarruz ederek ilerlemeye başladılar.
20 Temmuz’u 21 Temmuz’a bağlayan gecede Kıbrıs harekatının en kritik anları yaşanmıştır.
Dar bir bölgeye havadan indirilen birliklerimiz oluşan yoğunluk karşısında önceleri bocalamışlardır. Karışan birliklerin düzenlenmesi, uçaklardan atılan topların bulunup atışa hazır hale getirilmesi için hesaplanandan fazla bir zamana ihtiyaç duyulmuştur.
Bununla birlikte Mehmetçik ve Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kahraman Mücahitleri Girne Boğazı Bölgesinde, Bozdağ’da, Gönyeli’de, Doğruyol’da, Ada Tepe’de zifiri karanlıkta düşmanla boğaz boğaza savaşarak taarruz eden düşmanı durdurmayı
başarmışlardır..
Bayrak Tepe’de mevzilerinden geri çekilmek zorunda kalan Mehmetçik, Rumların gönderden ay yıldızlı şanlı bayrağımızı indirdiklerini görünce aşka gelmiş ve insanüstü bir mücadele vererek sabahın ilk ışıklarında bayrağımızı yeniden göndere çekmiştir.
21 Temmuz sabahı şahit olunanlar insan yüreğinin kaldırabileceği şeyler değildir.
Rumlar mevzilerini bastıkları Mücahitlerimizi canlı canlı kayalardan atmışlar, öldürüp yakmışlar, çarmıha gerip uzuvlarını kestikten sonra göğüslerine de bıçakla haç çizerek şehit etmişlerdir.
Sabri Evren Paşa ve onun komutasındaki Hava İndirme Tugayı kendilerine verilen bütün emir ve görevleri harfiyen yerine getirmiş, Sabri Paşa 22 Temmuz günü Girne’ye giren ilk komutan olarak havadan indirilen ve denizden çıkartılan Türk Birliklerinin birleşme anına şahit olmuştur.
İlerlemiş yaşına rağmen Mehmetçiklerinin önünde Kıbrıs semalarına ilk paraşütle atlayan kişi olan Emekli Tuğgeneral Sabri Evren Paşamızı 11 Ağustos 2014 tarihinde 90 yaşındayken ebediyete uğurladık.
Tüm şehitlerimizin ve Sabri Evren Paşanın ruhları huzur içinde yerleri CENNET olsun…
https://www.google.com/search?q=Sabri+Evren+k%C4%B1br%C4%B1s+%C3%87%C4%B1kartmas%C4%B1+BO%C4%9EAZDA+BO%C4%9EAZ+BO%C4%9EAZA&source=lmns&bih=418&biw
ANILARIN içindeki değerlerimizin MODEL alınması dileğiyle, SEVGİLER…
Dr.Hayrettin Parlakyıldız / Kıbrıs İLİM Üniversitesi / E-posta: hparlakyildiz@mynet.com