Mutlu olmak, üzülmek, ağlamak, gülmek, depresyon ve daha bir çokşey için sahip olduğumuz olguların adıdır duygu...

Mutlu olmak, üzülmek, ağlamak, gülmek, depresyon ve daha bir çokşey için sahip olduğumuz olguların adıdır duygu... Bunları hissedemezsek yaşayamayız mesela kasım ayının başlarıyla gelen kışın hazırlıklarını anlatırken şöyle bir soruyla devam edelim: Malum kış geldi…
Sizlerde kendinizi yorgun, uykulu ve mutsuz mu hissediyorsunuz? Yalnız değilsiniz! Depresyon en çok kış aylarını seviyor!
 
Kış aylarında güneş ışığını daha az görmek karamsarlığa neden oluyor. Açık alanda yapılan aktivitelerin azalması ve kapalı alanlarda fazlasıyla vakit geçirmek psikolojiyi olumsuz etkiliyor.
Kış psikolojisi
Kış aylarında güneş ışığını daha az almamız beyindeki bazı hormonların işleyişinde bozulmalara neden olabiliyor, bu sebeple depresif duygularımız da artmaya başlıyor. Artık yüzünü göstermek istemeyen güneş, bizi kalın giysiler içine hapseden soğuk hava ve yavaş yavaş ruh halimizi sarıveren karanlık... Kış mevsimi ve onun getirdikleri çoğumuzu olumsuz etkileyebiliyor.
Gecelerin uzun, gündüzlerin kısa ve sisli olduğu kış aylarında insan organizması normal olarak uyanık-uyku ritminin ihtiyaç duyduğundan daha fazla melatonin üretir. Bu uyku hormonunun fazla olması sadece bedensel aktiviteyi frenlemekle kalmayıp ruhsal durumumuzu da etkiler.
Melotonin hormonu hareketsizleştirir, ruh halini olumsuz yönde etkiler, uykulu ve yorgun yapar. Çoğu zaman on, on iki saat uyuduğumuz halde dinlenemeyiz, zihinsel ve bedensel verimlilik bitme noktasına gelir. Dahası durmadan bir şeyler yemek isteriz, özellikle de tatlı şeyler. Ve bu hormon sadece karanlıkta üretilir.

Kış depresyonu
"Kış depresyonu" olarak tanımlanan hastalık tablosuna sahip bazı kişiler, kış aylarıyla birlikte ruh hallerinde değişiklikler hissederler. Şikayet olarak isteksizlik, azalan enerji, huzursuzluk, artan iştah ve uyku isteği onların yaşadıkları başlıca sıkıntılardandır.
 
Aslında mevsimlerin ruh sağlığına ve hastalıklarına olan etkisiyle ilgili bilgiler, antik yunan tıbbına kadar uzanmaktadır. Kışları uzun süren Kuzey Avrupa ülkelerinde intihar oranlarının yüksek olduğunu bildiren çalışmalar, sonbaharda depresyona girme ve hastaneye yatma sıklığının arttığını ortaya koyan araştırmalar da güneş ışığıyla ruhsal durumumuzun fazlasıyla bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.



Stresli yaşam olaylarından herkesten daha fazla etkilenen, morali çabuk bozulan ve alıngan kişilerin kış aylarında daha fazla depresyona girdiğini belirtmektedir. Ayrıca güneş ışığının azalması vücutta Vit D3 sentezinin azalmasına da neden oluyor ki bu da psikolojik duruma negatif yönde etki etmektedir. Bazı yapılan çalışmalarda kış aylarında doğan çocuklarda psikiyatrik hastalıkların daha çok gelişmesine neden olan bilgiler vardır.
İnsan, yanındaki herhangi bir başka insandan, başka mıdır hakikaten? Yani dış başkaysa, iç başka mıdır?

Yoksa hepimiz, aynı gezende bir yudum daha nefes için çırpınan, dışı ayrı içi aynılar mıyız?
Bence biz asıl bunu halledemedik. Dünya halledemedi.
Farklılıkların aynı duygularda buluştuğunu, aynı korkularda, aynı arayışlarda ortak olduğunu kaçırıyoruz. İnsan, bir.
Nasıl görünürse görünsün, ne giyerse giysin, neyi seçerse seçsin insan, bir.
“Bir Başkadır” dizisinde, herkes, filtre kahve yapar gibi bastırmış duyguları, oturmuş aşağı.
Kendi yelelerimizi sabah akşam kabartsak da, tıraşlanınca kalakalıyoruz cılız ve çıplak.
Bunu bir hatırlasak... Hatırlasak diyorum çünkü çocuktuk.
Çocukluktan başlamak lazım düşünmeye.
Hepimizin beş yaşında yan yana dizildiğimizi düşünsek.
Bir otobüs dolusu beş yaş olsak akşam trafiğinde, böyle mi olacaktık?
Birbirimizden korkarak süzecek miydik, yoksa “o sakızdan başka var mı” mı diyecektik?
“Abi bir şarkı çal dans edelim” diyecektik şoföre.
“Aaa, dışardaki spor arabaya bakın” diye bağırmayacak mıydık?
“Abi kornaya bassana bir daha” demeyecek miydik?
Biri bebek olacak koltuğa yatacak, annesi babası yanında onu uyutmayacak mıydı?
O dar alanda, ‘tıkışıklıkta’ da arkaya kadar koşu yarışı yapmayacak mıydık?
“Çok oturduk, biraz da zıplayalım şu koltukta” demeyecek miydik?
“Ekmeğinden bana da koparsana azıcık” diye sormayacak mıydık?
Büyüdükçe güya başkalaştık, farklılaştık, çoğaldık. Ama aslında aynıydık, azaldık, bastırdık.
İki insan neden konuşamaz mesela bazen?
Yok, konuşamazlar. Katiyen hiçbiri konuyu açamaz.
Açsa da sessizliği geçemez. O sessiz orman çoğu zaman geçilmez. O yüzden bahsi de açılmaz. Yol oradan geçiyorsa, susulur.
Yutulan cümleler nereye gider?
Mideye, oradan bağırsağa mı yemekler gibi?
Keşke öyle çıksa gitse ama yutulan cümleler, insanın içinde kalmasa.
Hücrelerde yağ yapar, sıkıntı yapar, gaz yapar.
Yorgun kalkar insan yuttuysa cümle. Oturur boğaza, sesi de kısar.
Bu çağda, terapist dışında seni dinleyen biri de kalmadı belki.
Dizide onlar bile dinleyemiyor, mecalleri yok, insandan yapılmışlar.
Herkes bir sonraki şeyi neyse onda, aradığı duygularda, telefonunda.
Eşinde, işinde, çocuğunda, çocukluğunda.
Gençliğinde, endişelerinde, kuyruğunu dik tutma çabasında.
Kimse şu an burada değil ki, ulaşılamıyor.
Dizinin sonunda derin nefesler verip duygusunu çıkartanlar oldu.
Gözyaşını serbest bırakanlar, gidip geçmişin gözlerinin içine bakanlar oldu.
Özlerine sadakatle bağlananlar yollara düştü.
Kabuğu ağır gelenler, bırakıp gitti koca kabuğu.
“Bir Başkadır” bitince, şunu düşündüm ben, Ferdi Özbeğen çalarken, insana duyguları lazım duyguları.