.

Malum sebeplerle eve çekilip dışarı çıkmayanlardanım ben de. Her yer kapalı, iş yerim bile. Zaten doğru olan da evde kalmak bu süreçte. Bu konuda hemfikiriz. Ancak sürekli çalışan ve üreten insan için evde olmak hiç de kolay değil.
 İlk günler ev temizliğine verdim kendimi, deli gibi dip köşe temizlik yaptım. Perdelerden mutfak dolaplarına kadar ne var ne yoksa evde titizlikle temizledim. İki artı bir evde temizlik de haliyle en fazla üç dört gün sürüyor. Sonra kıyafetlere dadandım. En çok kullanılanlar ile daha az kullanılanları ayırma seansı da diyebiliriz buna. Bu iş de bitince evin tadını çıkarayım bari dedim. Kitap oku, film izle, kızınla vakit geçir, yeni yemekler yapmayı dene…
 
Evde kalakalınca...Koşturacak bir yer, kaçırılacak bir şey olmayınca, yavaş yavaş üç hafta içinde, ruhum kendine yumuşak bir kanepe bulup oturdu.
Derin bir nefes verdi.
Bunca yılın telaşından tutulan kaslarını esnetti.
Belki de uzun zaman sonra, hiçbir şey yapmamanın güzelliğinin tadı geldi ağzına.
Duruyordu. Sonunda.
Dışarda yağmur yağıyordu, uzun uzun yağmurun sesini dinledi, çayından bir yudum aldı.
Geçmişin musluğunu açmayacaktı.
Oradan içeriye hep çamurlu su akardı. Olanlar olmuştu, olacak olanlar da olacaktı.
Bazen olmuş olanların bitmiş olmasına, olacak olanların da nasılsa olacak olmasına kendini bırakmak gerekirdi.
Şimdi o gürüldeyip, sürükleyen akıntı durduğuna, sular durulduğuna göre, tırnaklarımızı tutunduğumuz şeylerden söküp, şöyle suda kendimizi sırt üstü bırakmak iyi olacaktı.
Tam da öyle yaptı ruhum, kendini sırt üstü bırakıverdi.
Hiç korkmadan.
Üzerine aylarca yağmur da yağsa, öyle yatıp bulutları izlemeye hazır olduğunu hissettirdi bana.
Bu hisle gurur duydum.
Bu hisse yaslandım.
Geçen gece uyumakta zorlandım, endişeler kaşlarımın üzerinde sivrisinek gibi vızıldarken, buhran gelip bütün ağırlığıyla göğsüme oturdu.
Sinekleri kovalasam, buhran bastırıyor, buhranı kaldırmaya çalışsam sinekler vızıldıyordu.
Karanlıkta kendi kendime cebelleşiyordum.
İşte tam o sırada ruhum geldi, bırak dedi mücadeleyi.
‘Ağırla endişelerinle buhranlarını.
Aç kapıyı, kapıya vurup durmasınlar, içeriye almazsan çekip gitmezler.’
Ben de kabul ettim onları mecbur. İçeri girdiler, vızıldayıp bastılar, basıp basıp vızıldadılar.
İzledim onları.
Anladım dertlerini. Dinledim bağrış çağrışlarını.
Sonra uyumuşum. Sabaha yoktular.
Güneşsiz bir sabaha, içim ışıl ışıl uyandım.
Saat takmıyor ruhum. Takvime bakmıyor.
Haber okumuyor. Gelecek bir günü beklemiyor.
Şiir okuyor, kuş dinliyor şarkı söylüyor. Takviminde günler yazmıyor.
Bülbüller ötüyor, çiçekler açıyor, ipek böcekleri yumurtadan çıkıyor.
Geçen gün ‘kuğu fırtınası’ yazmış bir yere.
Merak ettim, nedir ki kuğu fırtınası.
Sessiz oturmayı öğretti bana. Adına meditasyon filan demiyor.
Nefes al, say, bırak demiyor.
Otur diyor şu mindere, kapat gözünü, kal bakalım kendinle bir süre.
Sonra elime bir kağıt kalem tutuşturuyor, yaz diyor, çiz diyor.
Çiçek çizdim dün, sapsarı.
 Koronavirüs salgını nedeni ile hepimiz bir panik ve ne yapacağımızı bilemediğimiz bir haldeyiz. Durup sakinleşebilmek kendimizi koruyabilmek için yapmamız gereken ilk şey. Sakince düşüneceğiz ve planlı hareket edeceğiz. Dışarı çıkmayacağız ancak çıkmamız gereken durumlarda- haftalık market alışverişi, acil durum, vs.- tüm korunma önlemlerimizi alacağız.  Bu kötü günlerin biran evvel son bulması adına hep dua edelim. Normal hayatımıza geri dönebilmek için sevgiyle kalın…