Sen her neysen, ne kadarsan osun çünkü.

Derler ya ‘herkes layığını bulur’ diye o kadar doğrudur ki bu laf. Bulduğun, edindiğin güzelliklerin tamamı neye layık olduğuna endeksli olduğundan, ne üzüleceksin kaçırdığını zannettiğin güzellikler için ne de sevineceksin etrafını dolduran diğer güzellikler adına. Sen her neysen, ne kadarsan osun çünkü.
 
Kimse kimseye yaşamdaki  güzellikleri hediye etmez.  Güzellikler zaten hep vardır. Görene, hissedene, elini ve ruhunu uzatıpta tutana tabiki. Mesela siz hiç düşündünüz mü ben zaman zaman düşünürüm.
Yaşadığımız zaman içerisinde mutlu olmuş yada olabilme ihtimalini yakalamış  çiftleri hiç gördünüz mü? Ben gördüm ama sayısı çok fazla değil sanırım . Bu çiftlerden biriside benim annemle babam 45 yılı aşkın süredir mutlu ve huzurlu bir evlilikleri var.Ama bakıldığı zaman ise  Bu zaman da bence Mutlu çift yok gibi. Nedeni nedir biliyormusunuz?  çünkü mutlu kadın  yada mutlu erkek yoktur.
 Mesela kadınlar Şeytanla meleğin aynı ruhu paylaştığı tek canlı dır .Meleklik tarafları hepimizce malumdur, şeytanlık taraflarıysa yıkmak istediklerini erkekleri kullanarak becermelerindeki maharette yatmaktadır.  Sevgiyi verende onlar, alanda. Sevgiyi başlatanda onlar, bitirende. Sevilmeye izin verenlerde onlar, sevilmekten vaz geçirenlerde. Erkekler neredeyse  birer kukla olmuş günümüzde . Yapanla yıkan aynı;  yine biz kadınlar. Bir kadının yaptığını bir başka kadın yıkıyor. Yıkılan kadın gidiyor bir başka adama veriyor elinde kalanı, sonra bir başka kadın geliyor alıyor bir evvelki kadının nesi var nesi yoksasını. Erkekler üstünden yer değiştiriyor kadınların tasarrufları, katkıları ve kattıkları kadından kadına. Ve de kadınlar üstünde sörf yapıyor erkekler düşe kalka. Kadından kadına yer değiştiren ve akan tasarruflar ve de erkeklerin sürekli  yürütülmeleri sonucu tek bir insan karlı çıkmıyor bu itiş kakıştan.
 
 
Bana göre erkekler sadece seyirci . Pazuları aktif sadece. Birde son kalan akılları ile para kazanmaya çalışıyorlar telaş içinde. Erkekler şaşkın. Erkekler sadece kırıp döküyorlarmış ‘taklidi’ yapıyorlar binlerce onbinlerce senedir. Pazu gücüne dayalı refleksleriyle başkacana bir şey de gelmiyor ellerinden. Kadınlarsa akılları, genleri ve tüm yetenekleriyle ‘gerçekten’ (taklit değil) her istediklerini yapıyorlar, ediyorlar, alıyorlar, kırıyorlar, döküyorlar, büyük bir ihtirasla hedeflerine koşmaya çalışıyorlar ve de sonunda (hep bir son oluyor) ellerinde kadehleri ve sigaraları (nedense sigara veya içki içmeyene rastlamadım) anlatıyor, anlatıyor ve anlatıyorlar . Sonuçsa tam bir felaket, rezalet, kepazelik.
 
Mutluluğun tarifi bile kalmadı neredeyse günümüzde . Bıkkınlık hat safha da. Herkes arıyor, hepsi arıyor. Herkes de bir umut, hepsinde bir umut. Herkes bir mucize bekliyor, hepsi bir mucize bekliyor. Herkes birbirinin hatta herkesin gözünün içine bakar oldu. Herkesin elleri havada hani  bir el çıksada tutsa diye bekliyor.
Elinizden her şeyiniz alındığı zaman ve de elinizde ki her şeyi kaybettiğinizde bir tek ‘umut’ kalır yaşama tutunmak adına geride. Umudunsa kanı da canı da sadece ‘o’ anlardır. İnsanlar sadece ‘o’ anlar için yaşamaya başlarlar, umutlarını yitirmemek için. Bizlerde bu durumun müptelası olduk ve de dibe vurduk sonunda. Sahi insanlar şu üç günlük dünyada neden mutlu olmazlar ki? Hayat o kadar kısa ve fani iken.
Bana sorarsanız; bizim için,
hepimiz için,
insan türü için
en önemli gerçeği hatırlatarak başlamak istiyorum:
Yalnız bir kez yaşayacağız.
Şu günü, şu saati, şu anı bir kez daha yaşamayacaksınız.
“Bu nedenle; mutluluk, en önemli amacı olmalı insanın.
Her şeyi mutlu olma ölçeğiyle değerlendirmeli.”
diyorum.
Gerçi; herkes amacının bu olduğunu söylüyor; biliyorum. Acı çekmeyi, tatsız tuzsuz bir yaşamı kim ister…
Evet; Bir bakıma herkes mutluluğun peşinde.
Ama şaşırtıcı olan şu: Ciddiye alıp araştırmıyoruz bu konuyu; üstelik hiç kimse araştırmıyor.
Örnek olarak ; Bir “İş Psikolojisi”, bir “Algı Psikolojisi” gibi bir “Mutluluk Psikolojisi” yok.
Hem en önem verdiğimiz şey mutluluk,
hem de hiç üzerinde durmadığımız,
hiç merak edip araştırmadığımız konu
gene mutluluk…
Sanırım bunun nedeni, isteklerin kendini bize sunuş biçiminde:
Her istek kendisini tek mutluluk şartıymış gibi sunar kendisini: Bir onu doyursak, sanki başka hiçbir güçlük kalmayacakmış gibi yaşarız isteklerimizi.
Birini sevsek “Ah bir sevse beni” deriz, “Bir yaklaşabilsem…, bir birlikte olabilsek, bir evlenebilsek… dünyalar benim olur; başka hiçbir şey istemem hayatta…”
Böyle deriz ama isteklerimiz devam eder.
Ve gene her seferinde her şeyi, mutluluğumuzun tek şartıymış gibi isteriz: “Şu arabayı alabilsem bir.”, “Bir şu iş bana kalsa.”, “Ah bir…”, “Ah bir ….”, “Ah bir …”
“Ah bu bir…”ler bitmez.
Ama hiçbir zaman uyanmayız. Her seferinde yeniden inanırız isteklerin kandırmasına: Koşarız. Uğraşırız. Didiniriz…
Doğanın dili bu: Her istek ebedi mutluluk sunarak konuşur…
Bu nedenle mutlulukla ilgili araştırılacak bir sorun görmüyoruz.
Niye araştıralım ki; o sırada yaşamakta olduğumuz istek mutluluk va’d ediyor ya bize: Bir o isteği doyuralım; mutluluk kendiliğinden ayağımıza gelecek… O kadar açık ki bu; hiç araştırma gereği duymuyoruz…
Bence araştırın derim, çünkü mutluluk:
Mutluluk sahip olduğun herşeyle ve en önemlisi kendinle barışık olmandır. Kendini,yaptığın veya yapmayı planladığın işleri sevmen;sana değer veren insanlarla birlikte daha fazla birlikte olman demektir.En büyük mutluluk kendi içsel yolculuğunda kendini sorguladığında kendinle çelişmeden kendini yaşıyor olmandır. Başına her ne gelirse gelsin herşeyin gelip,geçici olduğunu kabul edip, ölüm gerçeğini unutmadan bu dünyada sırf maddiyat için yaşamamış olmandır. Ne çok kalbi mutlu etmişsen ve yüzün bu mutlulukla gülümsüyorsa sen zaten dünyanın en mutlu insanlarından birisindir. Bu dünya ne yazık ki maddi hırslarına yenik düşen mutsuz pek çok insanla dolu...Kendisi mutlu olmayı bilmeyen bir kişi unutmayın ki başkasını da mutlu edemez. Hepinize mutlu bir gelecek diliyorum...