Ablam saatine baktı.

“ En az iki saatleri var gelmelerine” Dedi.

Abim “ senelerdir laf geçiremiyoruz ki babama” Dedi.

Enişte bey,

“Kaç kere dedim koç alalım diye“

Ablam tebessümle

“ Aslan babam” Dedi.

Dayanamadım,

“Neler oluyor bize de anlatın.” Dedim.

Orkun yine “Az sonra “ Dedi.

Kendisine şakayla çıkışarak;

“Başlatma az sonrana” Dedim.

Daha fazla dayanamayan eşim,

“ Bayılacağım. Biri bize az sonraları anlatsın” Dedi.

Orkun “Abla anlatsana” Dedi.

 “Yok yok Ben anlatmayım abim anlatsın” Dedi.

Abim,

“Orkun sen daha iyi anlatırsın.” Dedi.

“Madem öyle anlatayım” dedi Orkun.

“Babam ne zaman kurban kesecek olsa Hacı Ürüfet amcanın kapısını çalar . İlle de benim kurbanı kes der. Ürüfet amca bin bir nazla kurban kesimini kabul eder. Tabii mahallede kasap da olmadığı için herkes eline bakar.  Ürüfet amca uyanığın teki. Herkese “ilk senin kurbanını keseceğim” diyerek mahalleyi kendine bağlar. İlk önce kendisinin kurbanının kesileceğini sananlar bekleşe dursun Ürüfet amcamız aklındaki sıraya göre kurbanları keser ve kesilen kurbanın sahiplerine “siz derisini yüze durun ben geliyorum” diyerek o kurbandan bu kurbana, ondan ona derken bütün mahalleliyi kurban başında asker eder."

Enişte bey ,

”Bu sene kayınpederin işi zor.. Yedi  yaşlı adam aynı kurbana girdiler.”

Ablam;

“ Desene akşam ezanından önce gelirlerse çok iyi.”

Abim;

“Annem gitti ya artık akşama değil de ikindiye gelirler.”

Benim hanım,

“Her sene aynı şey mi oluyor?”

“Evet her sene böyle. Tüm ihtiyarlar Ürüfet’e kestirir. Sevapmış. hani Hacı ya? Dedi ablam.

Abim,

“Hacı olduğuna da inanmıyorum. Gençliğinde iki ay Sudi Arbistan’a gitmiş. Ama haç vakti değilmiş.. Kendine sorarsan hacı. Kabe’yi görmüş Arafat’a çıkmış.

Biz sohbete devam edip bayramlaşma için gelenleri ağırlayıp yolcularken ikindi ezanı da okunmaya başladı. Ablam ben gidip bir bakayım diye kapıya yöneldiğinde babam üstü başı kan içinde ardında annem ve onun ardında da eli yüzü kan içinde Ürüfet ağa elinde bıçakla çıka geldiler. Onların ardında da bir el arabasına doldurulmuş kurban etleri görünüyordu.

Ürüfet ağa başını kapıdan içeri uzatarak,

“ Yeğenler hepiniz hoş geldiniz. Bayramınız kutlu olsun”Dedi.

Hepimiz içeri buyur ettiysek de daha parçalanması gerek üç kurbanını  olduğunu ama en yeğin kurbanın babamların kurbanının olduğunu da söyleyerek gitti.

Annem kurbanın başındayken doğradığı etleri irice bir tencereye doldurup kavurmaya başladığında babam elini yüzünü yıkamış ve üstünü değiştirmiş olarak yanımıza geldi. Sonra da;

“ Hacı Ürüfetin maşallah eli şip. Sabahtan beri kaç tosunu böldü parçaladı” Dedi.

Annem,

” Onun elinin şipliği batsın.”

Ablam anneme takılarak;

“Ürüfet emmime kızma? Bak kaç tosunu kesip devirmiş.”

“He devirmiş. O ancak babanızı kandırır.”

“Niye kandırsın kadın? Ne güzel kesti parçaladı işte.”

“Saat kaç oldu haberin var mı?”

“İkindiyi kaçırdık mı yoksa?"

“ Sıkışınca doğru namaza”

“Daha vakit çıkmadı. Git kıl baba” Dedi abim.

Babam namaz için yan odaya geçerken annem,

“Bi gettim ki tosun hala kesilmemiş. Yıldırım gibi gittim Ürüfeti yakaladım getirdim. Ama ne fayda tosun yeğin. Ahretlikler zaten üç bacaklı. Bastonları olmasa ayakta durmayacaklar. Ürüfet “tosunun kuyuruğunu tutun” diyo iki gişi tutuyo emme, tosun hoop bi oyana bi bu yana gıç atınca hepsi yerlerde. Neyse güç bela yatırıp kurbanı kestik. Biz kurbanı yüzecek parçalayacak derken “elimi bi yıkıyım diyen” Ürüfet kaçıp gitti. Yedi ahretliğin elinde de bıçak var emme  hiç birinin ne oturmaya, ne kalkmaya mecalleri var. Gözleri de görmez. Aldım elime bıçağı da hayvanın derisini yüzdüm. Ürüfet’i zorunan geri getirip hayvanı parçalattım. Bölüştürdüm.” Dedi.

Kurban eti ocakta kaynarken kurban payları da poşetlere dolduruldu. Kardeşim Orkun’la beraber mahallede yoksul bildiklerimize dağıtıp eve döndüğümüzde akşam ezanı okunmaya başlamıştı ve kurban kavurması masada yenmek için bizi bekliyordu.

“Ürüfet emmim mi?”

Kurban kesimi için on gayme ve iki üç kilo et alarak helalleşmiş herkesle .

Biz ise babamıza bir daha büyük başa girmemesini, girerse de Ürüfet amcamıza kestirmemesini söylediysek de rahmetli babam,

“Atmış senedir kurbanımızı keser. Onu nasıl bırakırım? Biraz eli yavaşladı, kocadı ama olsun. Aha bak kesildi de yiyoruz bile" Dedi.

O kurban babamla bizim son kurban bayramımızdı. Bir daha hiçbir kurban da bir araya gelemedik.

Babam rahmetli olduğu seneye kadar kurbanını Ürüfet amcaya kestirmiş.

Yıllar geldi geçti.

Babamızın rahmetli olduğu seneden çok sonra ölülerimize ve geçmişimize mevlit için hayvan keserken, yine Ürüfet amcamızı çağırdık. Artık iyice kocamıştı. Kurbanı kesecek durumda değildi.  Ama yine de çağırdık. Onun yolunu  saatlerce beklemekte baba yadigarı bir bekleyişin güzelliğiydi.

Duydum ki bir iki sene sonra Ürüfet amcamızda hakka kavuşmuş.

“Aralı ölüm sıralı ölüm” derler. Önümüzde büyüklerden kimse kalmadı. Şimdilerin en büyüğü bizleriz artık.

Ne yazık yıllar bizi kurban etmek için sıraya alıyordu ve ömür dediğin, kayıp gidenlerle AZ SONRA diye kendini bize hatırlatıyordu.

Yaşamak ve mutlu olmak için gün bugündü. Üzmek  ve üzülmek için sebep çok olsa da sevmek  ve sevilmek için kalbe ulaşmak gerekir.

İncitmediğimiz bir kalbe ulaşmamız  kolaydır.

En azından bir tebessüm her şey için yeterlidir.