Bin yıllık Türk tarihinin her anı ayrı bir gurur kaynağı.. Kazanılan zaferler, yazılan destanlar.. Öyle çok ki gururlanılacaklar..

Başlı başına, Çanakkale Savaşları dahi, dünyanın şaşa kaldığı başarılar ile dolu.. Bu anlamda, en şanslı nesiliz, çünkü bizler Çanakkaleliyiz..
Şurada, bir kaç bin metre uzakta, 108 yıl evvel yazılan destanın izleri ile iç içe büyüdük.. Doğduğumuz topraklarda kefnesiz yatan, yüzbinlerce, Şehit Şüheda.. Bazen, düşündükçe o günleri göz yaşlarına hakim olamıyor insan olan..
Cumhuriyetimliz Asırlık Bir Çınar Oldu..
İlelebet Var Ol Cumhuriyet...
Çanakkale manevi başkent.. Çanakkale, Önsüzün adı.. Çanakkale, TÜRK' gücünü unutanlara, kısacası  dünyaya bir kez daha tattırıldığı yer.
Asırlık oldu Şanlı Cumhuriyetimiz.. Bir çok paylaşım var, bu anlamlı yıl dönümüne özel hikayeler ayrıca..
Biri vardı ki rastladılarım arasında, bahsetmeden edemeyeceğim müsadenizle..
“YİRMİ BEŞ KURUŞ’UN HİKAYESİ"  başlığı ile geliyordu, okulunca içimin ürperdiği yaşanılanlar..
Sanır komşumuz, Balıkesir' den bayşlıyşor anlatım..   Seferberliğin ilanıyla beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya gelerek, trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk ediliyor..
23. Alay’ın Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha  kısa olacağı hesabıyla, Burhaniye–Edremit– Çanakkale yoluyla cepheye sevk halinde..
Bu tabur yürüyüşe geçmeden önce, geçecekleri yollara yakın köylere, gönderdikleri çavuşlar vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat belirtilerek, köylülerden asker için yemek hazırlamalarını, misafir olarak geceleyecekleri yerleri hazırlamaları şeklindeki istemlerde bulunuyor.
Amaçlanan ise; yürüyüş sırasında, asker için iaşe ve ibate (yeme ve barınma) telaşından bir ölçüde kurtulmak..
Aynı şekilde, o yıllarda henüz  bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik, yemek  ve yatak hazırlayabileceklerini sorunca.
Muhtar; “Burasının köy olduğuna bakmayın.  Burası büyük bir köydür. Sizin taburun hepsini ağırlayabiliriz, yedirir içiririz.. Merak etmeyin" der..
Bu sözler üzerine askerler, köyden ayrılır.. Gerçekten de belirtilen günde Havranlılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek ile yatacak yerlerini hazırlamışlardır.
Tabur, Havran yakınlarına geldiğinde, Tabur Kumandanı, Edremit’in çok yakın olduğu ve çok daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollamıştır. Bir taburluk hazırlanan yemek, bir bölüğe göre çok çok fazla gelmiş, artmış, hattâ ertesi güne bile kalmıştır.
Bir taburluk yatacak yer hazırlayan Havran Muhtarı, gelen askerleri sadece büyük evlere taksim ederek, küçük ve fakir evlere yük olmasın diye kimseyi göndermemiştir.
Bölük kumandanı şöyle anlatıyor yaşanılanı:
“Ben her zaman, seferi durumlarda en geç yatar ve en erken kalkarım. Askerleri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım.
Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu. Asker yatmaya, uyumaya başlamıştı. Aydınlatma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım.
Sokakta, birden, iki büklüm, bastonuna dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına rastladım. Neredeyse çarpışacaktık. Aklıma çeşit çeşit şeyler geldi.
Kadına:“Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?” diye sordum.
“Evlatlarımı arıyorum… Oğullarımı arıyorum…”
“Kim senin evlâtların?”
“Dün bana muhtar, askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlât vereceğim, dediydi… Onlara yataklar hazırladım… Yemekler hazırladım… Gelmediler… Onları arıyorum..”
Bir tabura göre hazırlık yapan muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye, bu ihtiyar nineye, misafir etmesi için asker yollamamış.
O yıllarda, kadınların hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor durumda kalıyorlar, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkildikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak, biraz gelir elde etmeye çalışıyorlar, buna da “başakçılık” deniyordu.
Bu nene de böyle birisi olduğu için, muhtar acımış, ona kimse göndermemişti.
Fakat nene büyük sevinç içinde dokuz kişilik yer ve yiyecek hazırlamıştı.
Nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, ışıkları henüz sönmemiş bir eve gidip, daha yatmamış olan dokuz askeri neneyle birlikte yolladım… Kadıncağız nasıl sevindi bir görseniz…
Ertesi gün sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım, yoklamayı yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken, iki büklüm, yaşlı bir kadın, bastonuna dayanarak elinde bir torba yanıma geldi.  Galiba akşam karşılaştığım nene idi.
“Kumandan oğlum, bu torbada, evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum. Üstüne de biraz çökeleğim vardı onu koydum… Bunları benim asker oğullarıma yedir emi…”
Almasam, nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nene bu sefer, sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı. İçinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı. Bana uzattı.
“Kumandan oğlum… biliyorum, çok az. Ama bütün param bu kadar… Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir, olur mu?..”
Şaşırdım.. Biliyordum ki, nenenin başka parası yoktu… Bütün servetini getirmişti. Yirmi beş kuruşu aldım. Kaldırarak bölüğe gösterdim..
“Bölük… Bakın neneniz, size bütün servetini bağışladı..  Bunu ona helal ettirin..!”
Yürüyüş emrini verdim ardından.. Nene arkamızdan el sallıyordu.. Bölüğüm.. O yirmi beş kuruşu helal ettirdi… Yarısından çok fazlası Çanakkale’de, Gazze’de şehit oldu… Bu millet böyle bir millettir…"
Milleti böyle olan bir ulusun, Askeri de  Vatan için Şahadete gözü kapalı koşandır, NOKTA..
İlelebet Var Ol Cumhuriyet...