Adalet ararken, alkol duvarına çarpmak bir yana, bir de zehirlenenler olmuş diye duydum.


Muhtemelen,  kumanya azizliği. 
Allah beterinden korusun…    
25 kadar katılımcıyı ishal eden, bozuk kumanya da olabilir, kamp alanında tarihi geçmiş bi şeyleri yemek te.
Şimdi ben meselenin bu bölümünde değilim. Neyinde miyim?
Eskiden derlerdi ki; ‘Sakın çiş’ ini yapma taş olursun…’
Netice itibariyle, doğduğum büyüdüğüm coğrafya. Şehitler diyarı, Gelibolu yarımadası. 
Çocuktuk, en çok da Mecidiye Şehitliği tarafında sapanla kuş avlardık.
Teknoloji gelişince, havalı tüfeklerden edindim. Bu kez, yürüyüş güzergahımız da genişledi. Havuzlar’ a kadar taban-bay ile avcılık turu.
Mesele olan çiş için alırdık hep o uyarıyı. ‘Yapma, taş olursun, çarpılırsın…’
Her yer şehitlik. Adım attığın yerde de olabilir. Destursuz, besmelesiz bir şey yapma. 
Ne zaman avlanmak için araziye çıksam, annem de babam da, tanıdığım tüm büyüklerim de, ‘Aman ha. Sağa sola abdestini yapma. Her yer şehitlik. Taş olursun, çarpılırsın’ uyarısı yapardı.
Bilmem anlatabildim mi?, hep aynı çiş uyarısını neden aldığımı.
Sanmayın ki, ‘sürekli çiş yapar gezer bir çocuktum.’  Elbette ki hayır. 
Fakat,  genellikle av’ a çıktımı, saatlerce arazideydim ya, bir de buz gibi suları içip, zaman zamanda beraberimde götürdüğüm av sırt çantamda olurdu içecek vari şeyler.  Kısacası, temiz hava bol gıda. Bir de çok Sıvı tüketimi, bazen de soğuk. Bu da,  ihtiyaç halini artırırdı. Uyarı da bu anlar içindi. 
Yıllar yılları kovaladı, delikanlı olmaya başlayınca, teknolojinin de daha gelişmesi ile, bir Süper pozem oldu. Hey gidi hey. Halen gözüm gibi bakıyorum. 
Sapan’ dan, havalı tüfeğe, şimdi de avcı tüfeğim, süper pozeme.  Hem de,  alt üst namlu. Herkeste standart çifte, babam bana çağdaş bir silah almıştı. 
O zamanlar nerede bu kadar çeşit. Benim için özel di vesselam. Süper pozem… 
Avlanmak için silahlar geliştikçe benim de avlanma alanlarım büyümeye başlamıştı. 
Yarımadanın her yanı, o vakitler avlanmaya müsait. Sene 1986. 
Çocukluğumdan kulağıma küpe, ‘aman ha çarpılırsın…!’ uyarısı şah damarım kadar hep yakınımda gezerdi.
Allan korkusu kadar, mezar saygısı da vardı bizde, hem de küçüklükten başlayan. Tıpkı herkeste olduğu gibi…
 Ne var ki, şehitler coğrafyasının yaşayanı için, bu değerler, her değerden önce başlar bilesiniz.
Hele hele Şehit olunca mezardaki, korkunun adı Yusuf Yusuf’un  da ötesi.
Çünkü daha çocukken öğrendik, şehitler ölmezi kardeşim.
Hemen her gün, av’a giderdim. Hele, lise birden terk eyleyince tahsil hayatını, Av bir yaşam biçimi oluvermişti.
Tarihi savaş alanlarının içinde, adım atmadık bir yer kalmamıştı av uğruna. 
Nerede şehitlik var,  neresi muharebe alanı bilir, hepsinde ayrı ayrı dua eder, öyle basardık tetiğe.
Gün batımında, tüfek atmazdık biz. Öyle derdi çünkü büyüklerimiz. ‘Rahatsız etme şehidini…’
Şimdi, gelelim içki hikayesine.  
Unuttular desem, unutulur mu hiç?
Uyarmadılar desem, o da ne mümkün…
Velev ki söylenileni kulak ardı ettin. Havadan alırsın yakınındaki Şehitlik kokusunu. Bulunduğun coğrafyada yüz binlerce Mehmedin yatıyor, hem de kefensiz.
Ya bir yaralı Mehmedin son nefesini verdiği yerdir bulunduğun alan, ya da Gazi Mehmedin, sargı yerinde tedavi edilip,  Şehit olmak için yeniden cepheye döndüğü patikadır
Daha ilkokulda öğrenmiş Türkiyem, Çanakkale gerçeğini. Umursamamak  o halde ne mümkün…
Öyle oldu, böyle oldu. Denilecek söz çok da, artık neye çare?
Uzun lafın kısası, Çanakkale’ desin kardeşim. Senin değil ise bile, bir başka sevdiğinin bir dedesi kalmış bu diyarda. 
Ne aramaya geliyorsun, nelere neden oluyorsun. Partine ettirdiğin lafa mı yan, yok sa ecdada ettiğin saygısızlığa mı?
Çok su kaldırır bir durum değil mi?  Tıpkı çok su kaldıran bir pilav muhabbeti…
Yarın öbür gün, bundan da bahsedilecek bir malzeme veriyorsun. Bilmem farkında mısın?
Sonra konuşunca, konuştu diyorlar. Gel de konuşma…
Çanakkale üzerinden siyaset yapacaksan, bir değil, milyon kez düşünmen gerek. Bunu da unutma…
Densizliği yapan birkaç kişiye isyanım. Sonuçta, benim kentimin adıyla geldiler ülke gündemine.
Ne siyasetini sok Şehit mezarına, ne de medet um ecdadından. Burası Çanakkale. Hem de bir değil, milyon düşünmen gereken coğrafya.
Bununla mı anılacak Şehitler diyarı? Yapılan, baştan sona son derece hassas düşünülen bir etkinlik dahilinde, umursamadan atılan bir adımın yol açtığı densizlikle mi? 
Denilecek çok söz var da, kimin umurunda.
Şimdi aklıma gelmişken bahsedeceğim bir konu daha var. Kimse kusura bakmasın ama, bundan da bahsetmeden geçemeyeceğim.
Adalet arayan isimler içinde, birkaç gün öncesinde, kendi partisinin içinde adaleti arayan bir Başkan vardı. Hatırladınız mı? 
Biri de çıkıp demiyor. Çözeceğiz o konuyu diye…
Oysa ki, düne kadar, Sözde akil adam edasıyla, varsa, yoksa, Barışın kenti söylemi edenler mesela. Onlar demiyor ki;  ‘Öyle değil, böyle diye’  
Ve hat ta, yine demiyorlar ki; ‘Sorunu çözeceğiz, üzülme sen Çanakkale’ diye…  
Gerçekte bakarsan, herkesle kavga, her kese atar. Kiminle barışıksın ki?
Bir ulaşım derdi yüzünden, karşılıklı; hem de iki partili başkanın mahkemelik halini gözler önüne seren sözler de göstermiyor mu Adalet arayışını? Daha ne?
Söyledi mi söyledi, yazdı mı yazdı diyorlar…
Ortada bir kocaman alaşmazlık hali. Bundan de çok etkilenecek ne yazık ki Çanakkale halkı.
 İyi de, karşıt görüşten olmayan, sorunlar yumağına neden isimlerin derdi ne? 
Daha da söz sahibi olmak mı sadece?
Birilerinin avukatı gibi yazdığıma bakmayın gayri. Meselem elbette ki eşsiz Çanakkalem…
Sözde kalmasın şu ‘barış’  Var edin de bi görelim…