Önce edilmiş bir okkalı söz; “Yaratacak ne kalırdı geriye, Tanrılar var olsaydı?” diye yazmış bir ütat.. Kim o ki, dediniz değil mi?...

Söyleyeyim; Nietczsche..  Nerede mi; 'Böyle Buyurdu Zerdüşt' isimli kitabında...
Peki ya, başka başka üstatlar.. Misal, Genç osman.. Yok be şaka , Genç Osman ne alaka.
Genç osman kadar, bildik bir isim aslında, bir tuhaf laf eden üstat.. O ki, pek çoğumzun bilidği bir isim. Dostoyevski..
Üstat,  Karamozov Kardeşler kitabında; “Tanrı var olmasaydı, O'nu icat etmek gerekirdi” diye bir laf etmiş.. Aslında, bence büyük bir halt etmiş.. Neyse, araya girip sulandırmayayım ben konuyu.
Bahsettiğim bilinhdik üstat, kısacası, duygularını varoluşa dair açık eütmiş olmalı.
Mitolojide, öyle çok ki tanrılar, say say bitmiyorlar..
Belki de bundan esinlenmiş olacak biri de şöyle demiş; Tanrı ve Devlet kitabında; Voltaire'in sözünü tersine çevirerek diyorum ki, “Eğer Tanrı gerçekten versa, O'nu yok etmek gerekir” O kim mi, o; Mihail Bakunin...
Peki ya, Albert Camus' a ne demeli?!..
Bu üstat da, bir denemesinde; “Kişi ancak olanaksızı elde etmek için Tanrıya yönelir. Olabilene gelince; insanlar yeter onu bulmaya” diye yazmış... Ne de felsefik bir bakış..
Bakın bu denilene, ayrıca dikkat..
Sartre Baudelaire; “Tanrı hükmedebilmek için, var olması bile gerekmeyen tek varlıktır” diye, tak diye Şapka çıkarttıracak söz etmiş bir çalışmasında. Tanrının olgusunu, tek cümlede özetlemiş bu muhterem....
Bu da altı çizilecek bir durum.b lahsedeyim mi?..
Bi başka muhterem daha.. Freud..  O da, 'Yanılsamanın Geleceği' isimli  kitabında; “Çocukluktaki aciziyet durumu ve 'koruyucu baba' ihtiyacı, yetişkinlikte Tanrı ihtiyacına dönen bir yanılsama olarak tezahür etmektedir.” diye yazmış..
Tartışılır demeyeceğim, pek anlayamadım.. Bel ki de ben pek derin düşenemiyorumdur..
Bir çalışmasında, Michelangelo’da 'Ademin Yaratılışı' adlı ünlü freskisinde;
 “Tanrı bizi yaratmadı, beynimiz ve hayal gücümüz ile biz onu yarattık” demeye çalışmış.. Bakın, bunu anladım az da olsa..
Ve, bu noktada, biraz daha vurgulu sözler.. Soren Aabye Kierkegaard’ın şu sorusu;
“Tanrı, benimle ne kastetmiş olabilir? Ben ne için varım burada?”
Gelmiş, neden geldiğni bilmiyor bu zaat.. Gel de anlat hadi bu durumda..
Aslında bu muhterem, kendi kendine sorduktan sonhra, cevabını da kendince vermiş...
Demiş ki; “Bu dünyada sadece benim yapabileceğim, parmak izim gibi bana ait bir şey var bir varoluş var.
Onu iyi kılmanın, değerli kılmanın derdinde olmalıyım."
He şunu bileydin be azizim.. Derler ya; İnsan, parmak izi gibi bir mühürle ve doğanın bir parçası olarak yaratılmış olandır..
Dahası, şöyle de denilmiştir; Yaşam döndüsü doğaya bağlıdır, tüm öğrendikleri doğanın hareketleri ile belleğine yazılır ve bildiği tek dünyada en akıllı, en zeki, en becerikli varlık olarak, kendisine organize hayat kurabilen tek canlıdır.
Özel bir canlıdır  yani insan.. Kendi dışında tüm canlılara binlerce yıllık yaşanmışlığı ile üstün gelmiş, tümünü dize getirmiş, vahşi olanları engelleyerek, diğerlerini de evcilleştirerek tehlikeyi ortadan kaldırmıştır insan.. Bu konuda mutabık isek  şeayet, pek de uzatmayayım ben mevzuuyu.
Bilinendir ki; insanın, tek baş edemediği şey, Tanrının kendisini bir parçası olarak yarattığı doğanın egemen gücü... Depremler mesela..
Yaşamı boyunca var oluşuna sebep olduğunu düşündüğü doğal afetler, yok oluşunu da hazırlayan sebepleri yaratmıştır ki; İnsanoğlu öncelilkle neye saygılı olması gerektiğini böylelikle öğrenmeliydi..
Yine bir muhteremin dediği gibi.. Kim mi demiş, muhterem işte.. Adı çok da önemli değil.. Demişki;
"Ne Tanrılar geldi geçti bu dünyadan, biz ancak birini tanıma fırsatı yakaladık, görmeden ama yaşayarak..."
Mitolojiden esinlenmiş öyle çok muherem var ki, çok tanrılar sanıyor, hepimizin tek yaratıcısını.. Allah, onlarada akıl fikir verecek elbet..