14 Mayıs seçimleri kadar gergin geçen ve insanın kaderine bu kadar müdahil olacak hiçbir seçim sürecini, şimdiye kadar hiç yaşamadım.

İlk oyumu kullandığımda gencecik bir insandım ve rahmetli Kenan Evren vardı.
12 Eylül’ün en sert günlerindeki bir seçim öncesi, başbakan aday iki siyasetçiden Necdet Calp Boğaz Köprü’sünü sattırmam , Özal satarım diyordu.
O dönemde bile geleceğimize ve demokrasimize dair çok ama çok yüksek umutlar taşıyordum.
Ama gelin görün ki, 2002’den bu yana AKP ve sonrasında da AKP ve Bahçeli ikilisinin iktidarlarında geleceğe dair umutlarım hep geriye gitti. Hatta bu ülkenin vatandaşı ve eski bir askeri olarak kendimi güvende hissetmeye başladım.
Her ne hikmetse  özgürlüklerimin kısıtlandığını, gelir dağılımında adaletsizliğe uğradığımı,
Sanki demokratik laik sosyal bir hukuk devlet olan Türkiye Cumhuriyeti devletimizin gitmiş de yerine demokrasinin, özgürlüklerin, adaletin, hak ve hukukun kaybolduğu, cemaat ve tarikatların sarmalına kapılmış yeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti gelmiş gibi hissetmeye başladım.
Devlet kurumları adeta AKP siyasilerinin söylem, demeç ve davranışlarının adeta bir kopyasına, şubesine dönüşmüş gibi geldi bana. Doğal olarak da Atatürk Türkiye’sinin güçlü devletinin adaletini hissedemedim arkamda önce sindim, sonra korkuya kapılır gibi oldum ve insan psikolojisinin gereği olarak sosyolojik bunalımda olan devlet ve toplumun bir parçası aşırı derecede mutsuz yaşamaya ve kendimi güvende hissetmemeye başladım.

Her nedense, AKP ve Bahçeli iktidarları süresince demokrasiye ve ülkemizin geleceğine dair umutlarım asla gelişmedi. Hatta geriye gitti ve her seçim sonrası endişelerim arttı. Bu ikiliye karşı sanılarım ve önyargılarım arttı ve zaman içerinde birçok gerekçe asla güven duymaz oldum ve asla da güvenemedim.
Çünkü siyaseten atılan her adım, adil ve eşit değildi. Toplumun tamamını kucaklamak yerine belli bir kesime hizmet ve kollama üzerineydi.  
Yaşadığımız FETÖ kumpaslı yıllarda, tuhaf 15 Temmuz kalkışmasında, PKK açılım süreçlerinde Atatürk’ün kurduğu devlete sahip çıkış şekillerini görünce de anladım ki bu ikilinin benim devletime bakışları da benim devlete bakışımdan farklıydı. Hele de FETÖ’lü yıllarla, 15 Temmuz sonrasında devlete sızan yerleşen cemaat ve tarikat yapılanmaları beni derinden sarstı.
Bu durum karşında da Türkiye’nin laik düzenden hızla uzaklaştığı endişesine kapıldım.
AKP’nin iktidar olduğu 2002’den bu yana çok şey değişti ve ben artık atmış yaşını geçtim.
14 Mayıs seçim sonrası için de kaygılarım var.

14 Mayıs sonrası Türkiye'de şeriatçı örgütlerin ve PKK yandaşlarının ülkemde büyük huzursuzluğa sebebiyet vereceğine dair emareler görüyorum.
AKP ve Bahçeli iktidarlarında kendimi ısıtılmaya başlanan suyun içindeki kurbağaya benzetiyordum.
Mutlu değildim, huzurlu değildim.
Ama bu huzursuzluğum sadece AKP ve MHP siyasetinden de kaynaklanmıyordu.
Yıllardır başarısız olan, anti millici ve anti Atatürkçü politikaları savuna siyasetçilerin eline geçen CHP’nin izlediği başarısız politikalarında etkisi çok yüksekti.
Çıkar grupları her yerdeydi. Siyasetin içinde daha da fazlaydı. Parayı verenin düdük çaldığı, siyasi ahlakın erozyona uğradığı Türkiye’de, devletin kurucu değerleri ve halkın dertleri ikinci derecede önemli.
Benim anlayışıma, benim sosyolojik bakışıma göre; ideolojik olarak Atatürk Türkiye’sini ve Türk Milleti’ni korumayı ilke edinmiş siyasi parti, neredeyse hiç yok gibiydi.
Milli anlayış ve ideolojiden yoksun devlet adamlarının varlığı devleti güçsüz kılarken, aynı ideal ve ideolojide Türk siyasetçisinin de az yetişmesi veya var olanların tasfiye edilmesi nedeniyle PKK, FETÖ ve irticacı ideolojik yapılar, bu yokluğun ve yoksunluğun yarattığı gediklerden Türk siyasetinin köşe başlarına yerleşirken devleti de güçsüzleştiriyorlardı.
Benim Atatürkçü bakışıma göre Türkiye Cumhuriyetini kuran CHP’de kurucu idare ideolojisi, parti yöneticileri arasında çoktan tükenmiş, ya da can çekişir durumdaydı ve hala da sürdüğünü düşünüyorum.
Atatürkçü ideolojiden yoksunluk, Türklüğe ve Türk Milletine mesafeli durmak, küçük hesap peşinde koşanlar için en kolay yoldu. Ve bu değerleri sözde savunsalar da pratikte mücadele yerine Atatürkçü mevzileri birer birer terk ettiler.
Oy kaygısına kapılan Atatürkçü ideolojisi olmayan sığ siyasi partilerin büyük çoğunluğu, PKK, FETÖ ve diğer  irticası cemaat ve tarikatlarla kol kola yürümeyi siyaset yapmak sanmaya başladılar. Hatta öyle ki devlete ve millete zararlı bu grupların elemanlarını bünyelerinde barındırarak kendilerini güçlendireceklerini sandılar.
İşte bu gaflet ve delalet içerindeki kimi siyaset aklı, PKK, FETÖ ve irticacı cemaat ve tarikat isteklerini karşılama uğruna, güzelim Atatürk Türkiye’sini günden güne çöküntüye sürüklerken, yüce Türk Milleti’ni parçalanmaya, ülkemizi Yugoslavyalaştırmaya başladılar.
14 Mayıs sonrasında öyle günlere doğru gidiyoruz ki; olasılıkla iktidar ve muhalefet el ele vererek Türksüz ve Atatürksüz yeni bir Türkiye kurmak için büyük bir iş birliğine girecekler. Atatürk’ün kurduğu Türk devletini ve Türk milletini uçuruma sürükleyecekler.
Bu yazdıklarımı okuduktan sonra haydi düşünün bakalım, kaç tane amasız, fakatsız  Türk Milletine ve Atatürk değerlerine sahip çıkan iktidara oynayan parti sayabilirsiniz? Kaç tane FETÖ, PKK ve cemaat ve tarikatlara karşı hakkıyla mücadele eden güçlü partiler gösterebileceksiniz?
Değerli okuyucularım.
Benim Türk Milleti ve Türk devleti için öncelikli tehlike; bağnaz anti laik parti ve siyasetçilerle, irticacı cemaat ve tarikat yapılanmalarıdır.
14 Mayıs seçimlerde, en azından toplumu derinden sarsıp parçalayacak irticası cemaat ve tarikatlar ile ilkel ırkçılık yapan PKK ve yandaşlarınca desteklenen partilere dur demek gerekir.
Türkiye’yi ve Türk Milleti’ni en azından çok sözle ve az eylemle de olsa savunan partilere oy vermeyi, geleceğimiz açısından kıymetli görüyorum.
Demokratik laik sosyal hukuk sahip çıkan çağdaş partilere oy veriniz.
Duygularınızla değil lütfen aklınızla hareket edip aklınızla karar veriniz.
En azından bir geçiş dönemi olarak bir oyunuzu Kemal’e bir oyunuzu Merale veriniz.
Çünkü 14 mayıstan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Umarım ve dilerim ki Türkiye’de her şey çok iyi ve çok güzel olacak.
Ama bir umut filizi olarak ifade edeyim Türkiye 14 Mayıs sonrası demokratik laik sosyal hukuk devletinden taviz vermeyecektir.
Uzman bir sosyolog olarak 14 mayıs sonrasında daha fazla özgürlük, daha fazla adalet ve daha da fazla demokrasi için akıl yakan sosyolojik önerilerimle devletimizin, halkımızın sorunlarına çözüm önerileri sunacağım.
Umutsuz değilim.
Ama unutmamak gerekir ki,
Biz dertlerimize yeterince tespit edip çözümler üretmedikçe toplumsal yaralarımız ya kangren olacak veya ülkemiz üzerine emperyalist güçler daha fazla ölümcül planlarını hayata geçireceklerdir.
Tüm çözüm önerilerimde sosyolojik bakış açım Ziya Gökalp ve Atatürkçe olacaktır.
İYİ olacaktır.
Millice olacaktır.