VE O SÖZÜ, HEP EDİYORUZ 'GÖLGE ETME, BAŞKA İHSAN İSTEMEM...'


Kim kime demiş de, bu güne değin gelmiş.. Merak etmemek elde değil, değilmi ..?
Ata sözlerini benimsemiş ve sık dile getiren, kısacası  bir eskiciyim ben!..
Ben eskiciyim de, Ya siz..!
Günlük hayatta, yeri geldiğinde, bugün dahi her koşulda kabul görmüş o sözler gelir hep aklımıza.. Toplumsal hafıza, çoğunlukla  var demekki hepimizde..
Sözlere örnek verebilmek için, o anı yaşamak gerek.. An gelince söz edilir malum...
Kafam bu aralar pek bir karışık..Bunun nedeni, tam benlik.. Sevince üzülüyorum, üzünce seviliyorum..
Modelden kaynaklı olsa gerek bu halim.. Netice itibari ile, 70 sonları, 80' ler, 90' lar kuşağıyım..
Salçalı ekmek ile büyüyen nesiliz.. Bahçelerdeki ağaçlardan toplandık biz eriği, çağlayı..
Taze baklayı da dalından koparanlardandık..
 O yıllarda başladı, edilen bir sözü hafızaya işleme..  Bellek doldu haliyle..
Bir gün, Davudi ses tonu ile biri çıktı.. Saçı sakalı birbirine girmiş, şişe camı gibi idi gözlükleri..
Tuhaftı cemali.. Ve; "berber yolu bilmeyen bir tip.." diye geçirdim içimden.. çocukluk işte..
Nereden bilirdim ki bi tipin, sokak filozofu olduğunu..
Sokaklarda özgürdük o yıllarda, karışan da yok erişende..Vur patlasın, çal olyansın bir çocukluk dönemi işte..  
Ebe gömecelikler, baldıranların bittiği  her yer, oyun alanımızdı..
Şişe dibi gibi gözlük camları olan, sonradan bildik ki  sokak filozofu, konuşuyordu kendi kendine..
Sesi hayli Davudi.. Hasan Mutlucan' ı bilince, "He iş te tam da bu ses" dedim o aralar.. Yıl 80' ler..
Sesi halen kulaklarımda sokak filozofu kendi kendine konuşuyordu;
İlk etitği söz; - Diyojen, İskender’e ayağa kalkmadı....
Hiç istifini bozmadı. Binlerce insan, İskender geliyor diye kırılıp geçiyorken o, yerinden kımıldamadı bile...!
Sonra devam ediyordu, bende haliyle merak uyandıran cümlesi geliyordu, hayli vurgulu tonlama ile;
“Sen ne yapıyorssun, gelenin kim olduğunu bilmiyor musun? diye onu tartakladılar.
 İskender: “Durun, dokunmayın!…
Görmüyor musun? İskender geliyor, diye insanlar yerlere yatıp kalkıyorlar.
Sen yoksa İskender’i tanımıyor musun?” dedi, biri diğerine..
Diyojen konuştu tekrardan.. Sesi daha da kalınca çıktı bu kez;
 “Tanıyorum. İyi tanıyorum ve sizi de iyi biliyorum” dedi Diyojen..
İskender: “O halde söyle! Kimim, ben?”
Diyojen: “Bendemin bendesisin (esirimin esirisin)” karşılığı vedi, daha da gürleyerek..
Sokak filozofu, sanki o anların birebir tanığı gibi, iki diyaloğu da yaşarcasına tekrarlıyordu..
Çocukluk işte.. Çocuktuk sonuçta ama sorgulayan  halimiz o yıllarda başlamış olmalı..
Tepki verdik usuldan.. Sesli düşünerek hem de: "Deli mi bu be...!!!"
Şişe dibi gibi gözlük camlı, saçı sakalı birbirine karışmış sokak filozogu; sanki soruya yanıt vrircesine haykırdı yeniden..
-İskender sarsıldı. Yerinde duramadı ve atından indi.
“Ne demek bu?” dedi.
-Diyojen: “Sen, toprak için insan öldürüyorsun.
Dünya benim esirim, kölem.
Sen de benim köleme köle olmuşsun.
Kim kime ayağa kalkacak?” dedi.
-İskender bunu kabullendi sanki..
Diyojen’in büyük bir filozof olduğunu anladı ve dedi ki:
“Dile benden ne dilersen!”
-Diyojen: “Gölge etme başka ihsan istemem" diye o yüklemli sözünü etti birden..
Bir değişik nesildik, sokakta vur patlasın, çal oynasındık biz..
Oyun oynar iken bile günceli sorgulayandık..
Deliye deli, veliye veli demesini o vakitler öğrendik vesselam..
Sevince üzüldük.. Üzünce sevildik.. Bunu da bir güzel kabullendik..
Eriği, Çağlayı dalından, Taze baklayı tarladan topladık..
Denize serinlemek için değil, Mevsimi geldi, tadını çıkaralım diye girerdik..
Kamyon tekerlerinin kocaman şambrellerini nefes nefese kalıncaya kadar üfleyip, bir güzel şişirip, denize atar, içine binerdik..
Tarifsiz keyif alırdık o anlarda.. Denizde yüzmek için değil, üzerinde oturmak için kullanırdık…
Ağacı, sadece gölgesine sığınmak için yazları değil, kışları da karşılıksız severdik..
Kısacası cancağızım; karşılıksız sevmeyi, biz daha çocukken öğrendik..
“Can cana” da derdik aramızda, “vakti geldi, haydi kol kola..” da..
Kafamız atınca da; “gölge etme, başka ihsan istemez” derdik NOKTA…