Her 18 Mart’ta bir başkadır Çanakkale’m, Çanakkale’min akşamları ve rüzgarı…

                                                                
                            Her 18 Mart’ta bir başkadır Çanakkale’m, Çanakkale’min akşamları ve rüzgarı… Soğuk ve sert eser rüzgarlar Çanakkale’de. Gökyüzü kasvetli, şehitler mahzun durur, ülkenin durumu, vatan topraklarının tartışılması ıstırap verir onlara. İnsanların vurdum duymazlığı, çalışmak varken birbirine düşmeleri şehitleri rahat bırakmaz yerlerinde, bakar-dururlar, sanki sesler gelir Conkbayırı’ndan, Bombasırtı’ndan, Anzak koyundan,…
                           Yahya Çavuş seslenir, Seddülbahir’den, Seyit onbaşı ezilir, taşıdığı merminin altında insanımızın duyarsız ve tutarsızlığından… 57. Alay’dakilerden ses gelir, biz ne yaptık, siz neler yapıyorsunuz ? diye… Mustafa Kemal’i hüzün basar, Kemalyeri’nden seyrederken bizi...
                           Âkif dertlenir;
                              “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
                                Düşün altında binlerce kefensiz yatanı !..”
mısralarındaki söylemi anlatamadığı için…
                           Çanakkale bir söylem, Çanakkale bir eylem yeridir. Bu eylemde Bombasırtı var, bu eylemde yeniden doğuş var, bu eylemde yeniden varoluş var, bu eylemde “medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarı” ülkeden atış var…
                           Çanakkale’de doğan Mustafa Kemal, Ankara’da Rasattepe’den bizlere bakar, biraz hüzünlü, biraz irdeleyici; yattığı kabirde açılan deftere yazılanları okur, sonra hem kendini sorgular hem bizi yargılar…
                          “Siz beni hâlâ anlayamadınız.
                           Ve anlamayacaksınız çağlarca da.
                                 Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
                           Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
                           Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
                           Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?”
                                                                                       Halim Yağcıoğlu
                           Mustafa Kemal’siz bir Anafarta, Conkbayırı, Kemalyeri, Arıburun nasıl düşünülmezse;  Mehmet Âkif’siz de “Çanakkale Şehitleri” düşünülemez…
 
                           “Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer”  kum gibi kaynarken; “cihanın yedi iklimine” karşı duran Mustafa Kemal ve Türk askeridir…
 
                           Âkif’in “ Çanakkale Şehitleri”ndeki kullandığı ölçü, söz ahengi ile zihinde bıraktığı tat ve lezzet  birlikteliğini, Fazıl Hüsnü’nün Çanakkale Destanı’nda da göremeyiz; çünkü duyuşlar farklıdır:
 
 
 
                         “Çanakkale
                           Çağlar üzre destanların özüdür.
                           Bayraklar dalgalanır ya,
                           Yel bayrakların hızıdır.
                           Yiğitlerin sonsuzluk,
                            Ekmeğidir, tuzudur.
                            Gök uyur ya buralarda, gök uyanır ya,
                            Yaşamanın gözüdür.
                            Hepsi de varır Ankara’ya ovalardan
                            Kalanlar, ölenlerin izidir.
                            Deniz deniz, dağ dağ
                            Yazıdır.
                            Çanakkale,
                            Yeni Türkiye’nin önsözüdür.”
 
                           Şehirleri iddialı kılan coğrafyası, tarihi, kültürel yapısı, ekonomisi, sanayisi ve endüstrisidir. Bir şehrin coğrafyası varsa, tarihi de vardır, çünkü coğrafya olmadan tarih olmaz. Tarihi olan şehrin altında şehitler, üstünde ise şahitler yaşar… Şahit olanlar, şehitleri bilirse, bastıkları yerin, toprak olmadığını da bilirler… Şahidin, şehide olan saygısı, o coğrafyada milli benlik ve milli kimlik anlayışının oluşmasına ve kökleşmesine sebep teşkil eder.
                           Çanakkale ruhuyla yaşamak; o ruhla ticaret yapmak, o ruhla insani ilişkileri geliştirmek, o ruhla evlat, o ruhla öğrenci yetiştirmek, o ruhla yüksek öğrenimi etkin kılmak anlamını taşımalıdır
                           Çanakkale’de yaşadığımız sürece kazandığımızla, ürettiğimizle, bilgimizle, akademik yapımızla, becerimizle bu memleketin gelişmesine ve değişmesine katkı sağlayabilirsek, Çanakkale ruhuyla oluşan DUR YOLCU ifadesine cevap verebiliriz…
               Türk'ün beş atasının sonuncusu olan Atatürk'ün duygularını, düşüncelerini anlamak, onu yaşamak, Çanakkale ruhunda etkinleşmek, ders kitaplarındaki Atatürkçülük temalarıyla verilmek istenen değerlerle bütünleşmek demektir...!?
               Gaza meydanlarındaki sıkıntılı anlarında İNŞİRÂH suresiyle ferahlayan ATAMIZI  ve dünden bu güne tüm şehitlerimizi, Çanakkale Deniz Zaferi’nin 102 yılında rahmet ve minnetle anmak, biz şahitlerin görevidir !?..
 
                                                                                                                                                                                
                      19.03.2017
                                                                                                    Yrd. Doç. Dr.
                                                                                            Hayrettin Parlakyıldız
                                                                                      E-posta: hparlakyildiz@mynet.com