PAZARTESİ'Yİ, SALI'YA BAĞLAYAN GECEYE DENK GELDİ, O KARA TARİHİN YIL DÖNÜMÜ...

PAZARTESİ'Yİ, SALI'YA BAĞLAYAN GECEYE DENK GELDİ, O KARA TARİHİN YIL DÖNÜMÜ...
Meslektaşım Mustafa Bagdiken' in kaleminden ifadeler ve objektifinden karelerden bahsedeceğim bu gün...
Mesleki büyüğüm Bağdiken, o kıyamet gününü birebir yaşayanlardandı. 17 Ağustos depreminin yol açıtğı  acıyı yaşadı, yaşayanlara da tanıklık etti aylarca, hatta yıllardır içinde yereden o acıyı hergün yaşıyor..
Bitmek bilmeyen dakikalardı, bitmiyordu sallantı.. Süresi belli olsa bile, sanki zaman durmuştu, ne saniyeleri ne dakikaları, saatlmerce sürmüştü sanki deprem.. O günü yaşayanların dilinden işitmişimdir benzer ifadeleri..
 Kelimeler gibi, depremin yol açtığı yıkımı anlatır fotoğraflar dahi yetersiz kalıyor o günü anlamaya..
Hele; depremin merkez üssünde o anları  yaşamışların zihninden bir türlü çıktmayan tek biur gerçek 17 Ağustos..
Hürriyet Haber Ajansı (hha)' dan, Doğan Haber Ajansı (DHA)yıllarında, 15 küsür yıl aynı kurumun çatısı altında gazetecilik yaptığım, kıdemli ve kademeli  mesleki büyüğümdür Mustafa ağabey..
Dün, sosyal medya hesabından paylaşıyordu kaleme aldıklarını..
Başlık atıyordu; "17 AĞUSTOS 1999'DA, YİNE BİR SALI SABAHIYDI.." vurgusu da yaparak..
O kara günü, bir türlü bitmek bilmeyen depremin bire bir yaşayanı olarak antalıyordu o kara günü..
İlk ifadesi geliyordu önce; "Bundan 22 yıl önce 17 Ağustos 1999.." diye..
Sonrasında o önemli detay; "Yine Pazartesi'yi Salı'ya bağlayan gece.." ayrıntısı geliyordu..
Ve o kara günün başlanıç  anı; "Saat 03.02."
Mustafa ağabey, halen unutulamayan  o sesi tarif ediyordu; "Önce bir uğultu." der iken...
Ve sonrasını... Başlıyordu yazmaya, o geceyi anrlatmaya çalışır iken;
"Sonra İzmit Körfezi'nden sanki dışarı çıkmaya çalışan magmanın baskısıyla oluşan bir kızıllık.
 Ardından kızılca kıyamet. İskambil kağıdı gibi devrilen, çöken koca binalar.
 Biri bir tanık olduğum Feryatlar. Çaresizlikler..
Ve enkaz boşluğundan gözünün içe baka baka can verenler.."
Felaketin tanımı mı olur hiç.. Ya, tanık olunanlar...! Unhutulamayacaktlar...!
Mustafa ağabey, tarifi imkansız geceden bahsediyordu dün..
Bu gün, yıl dönümü de aynı tarih ve güne denk gelen çaresizliğin adı Depremden yani..
Satırları şu ifadesi ile sürüyordu; "Ben hala bu rakama inanmıyorum ama, resmi kayıtlara göre yaklaşık 18 bin can kaybı." bilgsini aktarır iken..
Ve devamı elbet,  " Allah bir daha göstermesin.." duasını ederek yazıdları..
Mesleki büyüğümün, sosyal medya paşlaşımında altını çizdikleri vardı birde.. Oldukça 'Net' ifadeleri ele gelen..
Duası tekti ve hepimiz için di aslında; "Allah bir daha göstermesin diyorum ama, İstanbul'dan başlayıp, İzmit Körfezini takiben Ankara'ya doğru uzanan, yaklaşık 25-30 yılda bir yıkıcı şiddetli deprem üreten tehlikeli bir fay hattının üzerindeyiz." şeklinedki ürpürtici gerçekten söz eder iken ettiği Duası....
Ve belki de, hepimizin aklındaki o soruyu tekrar ediyordu Mustafa ağabey;
"Peki yenisine hazırlıklı mıyız?" ı sorgular iken ve hemen akabinde;  "Tabi ki hayır.." yanıtı sunar iken, hepimizin aklındakileri kaleme alıyordu yani...
Gazetecilik zor zanaat..  Yaşıyorsun o anları ve sonrasında işinin başına geçiyor, faciayı duyurmaya, anlatmaya, olanı biteni görüntülemeye başlıyorsun.. Hayat senin için, durmuş hayatlara rağmen, sürüyor kahretsin ki...
Mustafa ağabeyin yazısındaki şu bölüme dikkat kesildim dün.. Diyordu ki; "Çünkü..."
"Çünkü"  ile başlayıp, geliyordu sözleri;
"Çünkü, daha o depremde ağır hasar alan binaları bile yıktırmayı beceremedik.
 Eski bir bürokrat söylemişti yıktırılamamasının nedenini..
 Gerekçeyi duyunca lanet etmiştim siyasete..
 Üstüne üstlük, alladık, pulladık, yeniden girdik içine oturduk.
 Para hırsı uğruna allayıp pullananların içinde birçoğumuz kendimiz de oturmadık.
 Ya sattık, ya kiraya verdik..
 Gidin depremin merkez üssü Gölcük ilçesine.. Bir fiskeyle yıkılacak gibi duran o deprem hasarlı binalar hala orada..
İzmit’te, diğer ilçelerde yok mu..
 Ohooo, bazı ağır hasarlıları işini bilenler resmi kayıtlardan bile sildirip yeni yapılmış göstermişler
Az kalsın unutuyordum.  3 kat sınırı işi ne oldu?" sorusuna yanhıt aradığı sözleri..
Mesleki büyüğüm. Zaman zaman, halen telefonlaşırız da.. Sağlığı da anladığmı kadarı ile şükürlero lsun, iyi gibi..
Nese, ben döneyim sevgili büyüğmüün szonrası dediklerine;
"Bahçe katı, teras katı, abidik gubidik müthiş buluşlarla 3 kat yerine oluverdi yine 6-7 kat.." tarifine..
Evet, bu bir tarif. Abudik, gubudik, yaşam alanlarının tarifi...
Ve de dahası, detaylıca şu sözleri; "Bir de denizi doldurmaya devam.." vurgsuu ile gelen, bir başka gerçek..
Mustafa ağabeyiben verdiği en önemli örnek.. "17 Ağustos'ta gördük işte..."
Biliyoruz ki; Görmeyen kalmadı o örneği.. Ah, Vah, Tün tüh.. sözlerini de etmeyen kalmadı, onu da biliyoruz, edğil mi..!
Şu ifadesi de bir başka tartışmasız gerçeğin özetiydi Musafa ağabeyin;
"Kendisinden çalınanı geri aldı.. Gölcük'te, Değirmendere'de denizin 30 metre altında çarşı var, otel var, kocaman yol, gazinolar var. Ağaçlar, apartmanlar var.
 Yok, inat.. doldur gitsin.. Bedava arazi..
 Bakın sel felaketlerini yeni yaşadık. Doğaya meydan okurcasına yapılan binalar yıkıldı.
  Rahmetli 'Deprem Dede' Prof. Ahmet Mete Işıkara geldi aklıma.
'Deprem öldürmez, bina öldürür' demişti..
 Depremde de, selde de öyle oldu..
 Allah kaybettiklerimize rahmet, rant uğruna inatla doğaya meydan okuduklarını zannedenlere de akıl fikir versin.."
Amin dememek elde değil şu durumda.. Zaten Mustafa ağabey de, yazısını 'AMİN.' diyerek noktalıyordu.. Noktalamak yanlış oldu sanırım, bitiriyordu..
En son edilen dua kabul olsun diye, bence her birimiz tekrarlamalıyız: 'AMİN...' diye..
Not: Gazeteci Mustafa Bağdiken' in kaleminden ve objektifinden, 17 Ağustos 1999..
Dile kolay belki, yıllar geçti.. Geçti de, nasıl geçti..!!!
Depremin neden olduğu tarifsiz o acı,  halen aynı tazelikte.. Ve o gece işitilen ve asla unutulmayacak tarifsiz  uğultu...!!!