Kasım herşeyin en belirginleştiği aydır

Her hikaye bir varmış bir yokmuşla başlarken bizim hikayemizde bir oğlan ve bir kızla başlasın.Oğlanla kız tanışmış ve hızlıca yakınlaşmış, kaynaşmış. Başlarda buna herhangi bir isim koymaya, onu şekillendirmeye yeltenmemişler. Kendiliğindenliğe, akışa, olacakların hayrına güvenmişler.
Yaşadıkları yerler arasında epey bir mesafe olduğu için, oluşmaya başlayan bağı tutmak her zaman çok kolay olmamış ama bir şekilde kotarmışlar; ayrıca mümkün olduğunca sık bir araya gelmeyi, arada sendeleseler de kopmamayı becermişler. Akışa ve kendiliğindenliğe güvenmenin hiçbir şey yapmamak olmadığının farkındalarmış; oluşan bağı beslemişler.
Birkaç yanyanalıktan sonra ise bir ilişki konuşması (the talk) yapmak kaçınılmaz olmuş. Zira her ne kadar bunu tanımsız, kalıpsız bir şekilde yaşamak isteseler de varlığını iyice belli eden ve artık görünür olan ilişkiyi görmezden gelmenin de bir anlamı yokmuş.



Konuşma yapılmış; duygular, düşünceler, beklentiler ve niyetler paylaşılmış; ilişkinin seyrine dair ortak bir zemine gelmişler. Anahtar kelimeler şeffaflık, kendiliğindenlik ve özgür sevgi/aşk imiş.
Sevginin özgür akmasına izin vermeye epey niyetliymişler. Başka etkilenmeler, çekilmeler, belki başka deneyimler olmasını -karşılaması zor olsa da- olağan buluyorlarmış. Bu, farklı bir çekim olduğunda bunun illaki deneyime dönüşmesi anlamına gelmese de teoride bunun önünde kocaman barajlar olmadığını bilmek bile ilişkinin üzerindeki gerilimi ciddi oranda azaltıyormuş. Deneyim yaşanacaksa da şeffaflık ilkesinin varlığı gereği, gerekli her şey birbirine anlatılacakmış.
Tabi böyle ilişkiler kaldıysa günümüzde belkide vardır ama çokta nadir belkide parmakla gösterilemeyecek kadar azdır…
Her güzel giden ilişkilerin sonunda mutlaka ayrılık ve üzüntü sonrasında gelen de yastır. Bana göre yas, bir toplulukla birlikte ifade bulunca metabolize oluyordu.
Yas, şükürün kardeşidir, diye öğrenmiştim bundan 2 sene önce, kalabalık bir yas ritüelinde. Orada, kelimeler olmadan, sadece şarkılarla; yargılanmadan ama ötekilerin ihtimamını hissederek bir insanlık halini paylaşmak, akmamış yaşları akıtmak, taşınmış, tutulmamış ve bırakılamamış yasları atalara ve toprağa devretmek varlığımdan daha önce bilmediğim bir hafiflik yaratmıştı… Uzun seneler ağlamamanın verdiği katılık çözünmüştü, akıp gitmişti sanki…



Bildiğimiz ama tam da altını dolduramadığımız türlü kavram gibi yas’da kültür fakirliğimizin içinde, popüler çağın donelerinin arasında, vitrinlerin parıltılı, internetin filtreli görüntülerinin arasında içi boşlamış, kıymeti bilinmemiş, mümkün olduğunca değmeden geçilmek istenmiş, eski moda bir eyleme dönüşmüştü. Sanki.



Teknolojik gelişmeler, yüzeysel ilişkiler, alma-verme, rekabet etme, daha fazlasını istemek üzere pompalanan modernlikler arasında yas neydi ki?



Yas, bir kapıdan girip, insanlığımızı görüp, ona değmek…
Yas, ırmaklarla ağlayıp yıkanmak,
Yas, en temel insani ihtiyaçlardan biri,
Yas, sevmekle başlayan bir süreç…
 



Ucu bucağı, tutulacak kenarı köşesi yok gibi. Öyle büyük bir okyanus. Ancak bir dalgasının köpüğüne değmek bile canlandırıcı; hatırlatıcı, ayıktırıcı…



Kasım ayı; yas için biçilmiş kaftan. Bunu hücrelerimle biliyorum.
7 yaşındayken dedemin öldüğünü ay olduğunu bildiğim gibi,
Küçücükten itibaren her 10 Kasım’da çalan sirenle diken diken olan tenim gibi,



Erkenden kararan havayla mumları yakmazsam eğer ve sıcak bir şey hazırlamazsam kendime içecek ve sıcak bir battaniyem yoksa elimin altında üşüyeceğimi bildiğim gibi biliyorum… Kasımın yasla bir ilgisi var; aşkla olduğu gibi…



Kasım, deprem, salgın, hayatın belirsizliğinin her bir adımda daha belirgin olması…
Kontrol yanılsamasından her yeni günde bir tuğla daha yıkılması,
Kolektif ve bireysel kıyametlerimiz, ardı ardına,
Sevdiklerimizi toprağa verdiğimiz,
Hastalıkla, çaresizlikle, yoksullukla, yaşlılıkla ve
Sağlıkla ve şifayla ve bereketle ve yaşamın sonsuzluğuyla yeniden yeniden göz göze geldiğimiz bir dönem…
Benim için öyle, ya sizin için?
Bildiğimiz haliyle yaşamın ölüşünü ve bilmediğimiz halleriyle yeniden doğuşunu izliyorum sıklıkla…
Eski benlerimin ölümünü, yeni benlerimin doğumunu izliyorum…
İlişkilerim ölüyorlar,
Psişemin ışık girmemiş yerleri var, dönüp bakmak istemediğim, varlığından haberdar bile olmadığım bazen,
Biliyorum ki içimde şu anda olduğumdan çok daha büyük bir potansiyel var,
Oraya nasıl ulaşırım?
İçimdeki o canlı kaynağa, yaşamın pınarına, yaratıcılığa, özdeki şifacıya nasıl varırım?
Aşk ile,
Aşıksam eğer bilirim ki ayrılık var,
Ayrılığı düşününce yanılırım, aslında biriz, hepimiz,
Ruhun içinde yaşayan kendini ötekinden ayrı sanan garip insancıklarız,
Hepimiz birbirimize bağlıyız…
Birbirimizin acılarına, kederlerine, sevinçlerine, heyecanlarına, endişelerine bağlıyız,
Yaşam ağıyız…



Aşk var,
Yas var,
İyi ki var.
Çünkü canlıyız; ve ölümden
Ve kayıptan,
Ve ayrılıktan korkmak yerine,
Hayatın şahane senfonisi önümüze hangi notayı sunarsa onu yaşarız…
Yaşamaktan korkmayız.
Sevmekten korkmayız,
Ölmekten korkmayız,
Aşk var, yas var…
Maksat bir arada olalım.
Maksat göz yaşlarımızı içimizde tutup da ruhsal barajlar oluşturmayalım,
Akalım,
Derdimizi ummana dökelim,
Yanımızdakinin elini, ona değmeden tutalım,
Bakışımızla sarmalayalım,
Müsade edelim yaşasın,
Ona alan tutalım,
Tutalım çünkü biz de insanız,
Ve şimdi değilse de mutlaka bir çok kere acıyacak canımız.
İşte çember bunun için var.
Keşke can cana, nefes nefese olsa… Olacak. Şimdilik böyle.
Çünkü hayat değişir.
Hep…



Ah!