24 KASIM ( 24.11.1928- Atatürk’ün Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği’ni kabul ettiği gün) ortaya çıkalı 39 yıl oldu (24 Kasım1982). Hep övdük, hep övüldük.

24 KASIM ( 24.11.1928- Atatürk’ün Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği’ni kabul ettiği gün) ortaya çıkalı 39 yıl oldu (24 Kasım1982). Hep övdük, hep övüldük. Övülen öğretmenlerin, akademisyenlerin ne ağası vardı ne dayısı…
On dakikalık bir teftişle geçiştirildiler, bunu yapanlara, Milli Eğitim sıfatı kaldırılarak (anlayamadıklarından olsa gerek), isimlerini  değiştirdiler ; Maarif koydular. Arapça ma?arif’teki;  çok anlayışlı ve sezgili (kimse) olan ârifi çözemediler, onu da herif (Yozgat ağzında hiyerif) zannettiler…
Dünyanın yuvarlak olduğunu anlamayanlar-anlatamayanlar çoğalmaya başladı, bu anlayışla para kazanan öğreticiler, dünyanın düzlüğü içinde “düz mantıkla” YUVARLAK dünyadan kaçtılar… Denizden gelen gemilerin; önce direklerinin sonra gövdelerinin, sonrada yüreklerinin göründüğünü kavrayıp anlayamadılar, okumadılar-okutmadılar…
Yuvarlak dünyadan kaçanlar, terimin (geometrik) gerçekliği, mecazi anlamda daha etkin hale gelip de terim olmaktan çıkınca, DÜZ kalmayı tercih edip yuvarlak kavramını-terimini haklı olarak zihinlerinden silmiş olabilirler mi…!!??
Bu nedenlerle bizlere de “24 Kasım’da Neredeyiz?” diye özeleştiri görevi düştü.
Milli Eğitim politikası ve Öğretim Programları içinde Belirli Gün ve Haftalar, “anma-kutlama” içinde kişilerin kendilerini, mesleklerini, çalışmalarını, hedef-kitlelerini ÖZELEŞTİRİYE alacakları günler olmalıdır. Bu günlerde haklar-hukuki anlayışlar tartışılmalı, lâkin çıkarlar, HAK sayılmamalıdır.
Nesil yetiştireceğiz diye yola çıkanlar, yola çıkarken hangi yola nereden, nasıl, niçin, ne şekilde gideceğini bilemeyenler, bildirmeleri gerekenleri yetiştiremeyenler, insan yetiştirme kaynağını para kaynağı sanıp ENFLASYON yaratanlar, bu enflasyon malzemesi içinde  ŞAHSİYETİ birinci sıraya alanlar, kuşak yetişiyoruz diye gelecekte uşak neden oluyor ? sorgulaması içinde her geleni öğretime sokarsınız, ama eğitimci yapamazsınız…. Enderunlar, Köy Enstitüleri,  Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri  yurt dışında Pedagoji Üniversiteleri neden açıldı diye düşünmemiz gerekmez mi ?.. 
Çalıştığınız yerler, sizin parasal bağlılığınız olan kurumlar gibi görünse de mesleki-hukuksal ve gönülden bağlı eğitimsel yerler olduğunun bilinmesi gerekir. “Ne kadar para o kadar köfte” anlayışı, karın doyurmaz, öğün savuşturur…
Bu sözlerimizle zülf-i yâre dokunduğumuzu sanmayınız, kimsenin yârinin zülfüyle işimiz olmaz; biz, bizlerin zülfünde oluşan KARI temizliyoruz.
Önüne gelen, eline sertifika biriktirenleri, uzmanlık alanı olmayanları, bilgileri olup becerisi olmayanları eğitimci yapamazsınız, yaparsanız eğitimci değil, yeyiş-imci olurlar… Milli Eğitim, YETİM kalmaya devam eder… Parayı alan da parayı veren de hak-hukuk bilirse, eğitimde modellik beceriyle beraber gelişir…
Biz  eğitimin  neresindeyiz, diye bir soruyla, yazmaya devam etmek, kolay olmasa da  özeleştiri içinde  bulunabilirsek, zorluğu da aşarız !? Bizler eğitimi lâyıkıyla verebiliyor muyuz, şeklinde bir soru da peşinden gelirse,  ne kadar karamsar, ne kadar olumsuz bir iddia, olmaz mı? olur.
Böyle bir söylem okuyucuyu düşündürürken, biz eğitimcileri de sorgulamaya, kendimizi yargılamaya götürür, götürmelidir de ?!.. 
Bir düşünün, sık sık değişen Milli Eğitim Bakanlarının, tek program içinden gelmeleri gerekirken, her gelen bakan kendi kafasındaki programı uygularsa, eğitimde millîlik tartışılır hale gelir. Eleştirel bakış kalkar, özgürlük gider, ÖZ ortada, GÜR gürültü içinde kalır…
Değerler Eğitimi üzerine programlar, dersler, kitaplar, makaleler, tezler, paneller, açıkoturumlar, TV programları, çalıştaylar , açıkoturumlar, paneller, sempozyumlar düzenlenir, bildiriler sunulur, tartışılır, sonuç bildirileriyle görüşler ortaya konur, akademisyenler  kamuoyuyla paylaşılır… Milli Eğitim Bakanlığı, Talim-Terbiye Dairesi’ne mesajlar gönderilir, görüşler sunulur… Sonuçta  ne kadar dikkate alınır, bunu bilmek zor, ama bilim adamları üzerine düşeni akademik olarak yapar… Gerisi, bakanlığa ve onun politik olmayan “milli ve yerli” anlayışına bırakılır…
Gelin görün ki, o emekler makale olarak dergilerde, bildiri kitaplarında  kalır, ne bu bildiriler  ne bu makaleler bir daha irdelenip kurumlar tarafından ders programları hazırlanırken yararlanma yolları aranmaz, aransa da siyaset, bunları alıp kullanmaz, kendi kafalarındaki günü-birlik politikalar, BİLİMSEL kanaatlerin üzerine oturur, oturdukları yerden kalkmayı bilemeyenlerin oturakları altında kaybolur, bizler de yazıp da puan alalım diye TARANAN (taranırken kaybolan) dergilerinin güncelliğini över dururuz, alıntılardan MEDET bekler avunuruz…
İntihalciler alırlar, kendilerine mal ederler, asıl mal sahibi olan yazarları da MAL haline koyar, pişkin  pişkin sırıtır, dururlar…!?
Yıllardır verilen eğitimin bugün ki durumu ;  ya öğretim yöntemlerini kullanmadaki beceriksizliğimiz ya hedef-kitlenin tam olarak tanınmamışlığı ya da araç-gereç yetersizliği, hepsinden önemlisi bol bol laf üretip çok iş yaptığımızı zannederek, “ kendimizi model olarak sorgulamayıp hedef-kitleyle” buluşturamayışımızdır.
Eğitimi becerebilseydik, kişisel ve toplumsal moral değerleri de etkin kılarak; “ kullanma-kullanılma”anlayışını sevginin, arkadaşlığının ve dostluğun önüne geçiremezdik…!?
Eğitim evrenselliği, eğitim milliği, eğitim kişilik modellerini, eğitim ahlâki değer yargılarını etken kılma ve toplumsal geleceği, yaşanılan coğrafya ve gelinen tarihi gerçeklerle bütünleştirme gücü olmalıdır ki millet-devlet bütünleşmesi yabancılaşma sürecinden kurtulsun…
Bugün bizlerin eğiticiler-öğreticiler olarak çektiğimiz en büyük sıkıntı ve içinden çıkmakta zorlandığımız sorunlar yumağı buradadır. 
“Yazımızın başlığındaki özeleştiri karamsarlığını, iyimserliğe çevirmenin yolu; dünden-bugüne verilen derslerle, öğretim yöntemleriyle nerede olduğumuz bir daha gözden geçirip yetiştirdiğimiz nesl-i nevden olan şikayetleri, onların sorumsuzluklarını, çıkarla yaldızlanmasını engellemek olmalı…
Eğitim, öğretmenlerin işi olduğu kadar ailelerimizin temel işidir. Baba ve ana erkilliğini yaşayan bir toplum olarak, günümüzün en büyük, en sükseli oyuncağı olarak herkesin elinde bulunan, TELE-FON -uzak ses işitirliği ile görsel kirli çözünürlülüğünden-  kurtulmanın yolunu, eğitimde bizlere bir sorumluluk yükleyip-yüklemediğini hep beraber tartışırsak ne kadar güzel ve özel olur bilir misiniz?!..”.
KKTC- Kıbrıs İlim Üniversitesi olarak; Türkçe Öğretmenliği Bölümü Etkinliği içinde
24 Kasım'ı Kutladık !..
 
KKTC'deki ÖĞRETMENLERİN de bu ANLAMLI Gününü KUTLUYORUZ..
Girne’den SEVGİLER tüm yaşayan, 24 Kasımları yaşatan herkese gitsin !...
                                                                                                                                                                

                                                                                 27.11.2021
                                                                          Dr. Hayrettin Parlakyıldız
                                                                           Kıbrıs İlim Üniversitesi
                                                                           E-posta: hparlakyildiz@mynet.com