. Yazarlık serüveninin içini kağıtlara dökmesi ile başladığını bu nedenle söylemek istemediklerini yazarak kendini var etmeye çalıştığını belirten Selçuk “Bu hayata dair söylemek istediklerimi, üstelik keyif alarak söyleyebildiğim bir şey yazmak. Bu olmasaydı başka söyleme yolları denerdim sanırdım. Neticede varoluşçu filozofların söylediği gibi insanın bu dünyaya fırlatılmış olduğunu düşünürsek araya araya yolumu bulmaya, kendimi var etmeye çalışıyorum” dedi.
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesinde Dr. Öğretim Üyesi olarak çalışan Ekin Kadir Selçuk’un ‘Gençlik Güzel Şey’ kitabı raflardaki yerini aldı. Okuyucuların beğenisine sunulan kitabına dair değerlendirmelerde bulunan Dr. Öğretim Görevlisi Selçuk, kitapta kendini var etmeye çalıştığını belirtti. İletişim yayınlarından çıkan kitabın tanıtım yazısında ‘’Üniversite hayatı, kampüs dedikoduları, ilk aşkların tatlı telaşları… Kaçamak öpüşler, utangaç susuş - lar… Burstu krediydi derken ay sonunun zor geldiği öğrenci evleri, yurtları… Gençliğin ateşi, dertleri, gelecek kaygıları, heyecanları, istekleri, isteksizlikleri… Gençlik Güzel Şey, öğrencilere aynaya bakıyormuş gibi hissettirecek, yetişkinleri de öğrencilik yıllarına götürecek öykülerin kitabı. Günümüz Türkiye’sinin gerçekçi bir fotoğrafı aynı zamanda… Ekin Kadir Selçuk, farklı yaşamlara, insanlara, hayvanlara sevgiyle, içlerinde saklı ışıltıyı görme umuduyla bakan, öğrenciliği iyi bilen bir yazar. O eski şarkı ne diyordu? Gençlik başımda duman’’ şeklinde raflarda yerini aldı.
Öyküler Üniversite Gençliğini anlatıyor
Kitabının ismi hakkında bilgiler veren ve öykülerde üniversite gençliğini anlattığını dile getiren Dr. Öğretim Üyesi Ekin Kadir Selçuk “Gençliğe özlem duymuyorum, çünkü ben de gencim. Şaka bir yana, öyküler üniversitelileri özellikle de üniversiteli gençleri anlatıyor. Yazıyla haşır neşir olanlar genellikle tanık oldukları olaylardan başlarlar yazmaya, her zaman böyle olmasa bile. Üniversitede bir akademisyen olarak çevremde hep gençler oluyor. Dolayısıyla onları daha iyi tanıdığımı düşünüyorum. Bir de tabii ülkemizde gençliğe büyük fırsatlar verildiğini düşünmüyorum ve hoca olarak da yazar olarak da genellikle onlardan yana bir tutum takınmaya çalışıyorum. Öykülerimde de bu “yanlı” tutumum çoğunlukla görülecektir.”
İlk Olarak İçimizi Kağıda Döküyoruz
Yazarlığa ve yazmaya insanların nasıl başladığına dair de açıklamalarda bulunana Dr. Öğretim Üyesi Ekin Kadir Selçuk, insanın ilk olarak içini dökerek yazmaya başladığını söyledi. Selçuk “Yazmaya başlamak bence planlı bir süreç değil. Gördüğün bir şeyler de seni yazmaya itebilir. Ama tabii öncelik okumaktadır. Okudukça yazmaya heves edebilir insan. Aynı anda hem okur hem yazabilirsin. Genellikle kâğıda ilk iç dökmelerimizi aktarıyoruz. Duygularımızı, hayallerimizi. Bu doğal. Fakat yazmaya dair hevesimiz varsa bunu çok çabuk geride bırakmalıyız. Daha nitelikli şeyler yazmak için çabalamalı, bunun için de kendimiz dışında etrafa da bakmaya başlamamız gerekir. Bunun en pratik yolu okumaktır. Okumak insanı bambaşka hayatlarla tanıştırır” dedi.
Söylemek İstediklerimi Yazıya Döküyorum
Dr. Öğretim Üyesi Ekin Kadir Selçuk “ Yazmasaydım ne bana bir şey olurdu ne de dünya bir şey kaybederdi, bunu kabul etmek lazım. Yazmaktan keyif alıyorum öncelikle. Bu hayata dair söylemek istediklerimi, üstelik keyif alarak söyleyebildiğim bir şey yazmak. Bu olmasaydı başka söyleme yolları denerdim sanırdım. Neticede varoluşçu filozofların söylediği gibi insanın bu dünyaya fırlatılmış olduğunu düşünürsek araya araya yolumu bulmaya, kendimi var etmeye çalışıyorum.”
Öykü Yazmak Çok Sıkı Bir Disiplin İster
Dr. Öğretim Üyesi Ekin Kadir Selçuk, Kitabı ile ilgili öykü sanki romana giriş için ilk adımmış gibi düşünenler var. Yorumlarına ise şu cevabı verdi “H Maalesef öyle bir yanlış anlaşılma var. Öykü romanın provası, öncüsü gibi düşünülüyor. İkisi bambaşka özellikleri olan bambaşka türler. Böyle bir karşılaştırma yapmak elbette doğru değil ama hakikati biraz abartmak için öykü, romandan daha zordur bile diyebilirim. Öykü çok sıkı bir disiplin ister. Her şeyi istediğin gibi yazamazsın öyküde. Derdini çok sınırlı sayfa içinde, çok az karakterle, çok az mekân kullanarak anlatmalısın çoğunlukla. Şöyle düşünün. Bir sınavda hoca size kallavi bir soru sordu: Cevabı 10 sayfada yazabileceğinizi söylediğinde mi daha iyi hissedersiniz, bir paragrafta anlatmanızı istediğinde mi? Yani elbette öyküyle romanı hangisi daha zor daha kolay diye kıyaslamak doğru değil ama bu örneği vaziyeti biraz abartarak anlatmak için kullandım” dedi.
‘Kitap Okuyacağına Test Çöz’ Diyorlar
İnsanların okuma çağı olan 15-18 yaşlarının üniversiteye hazırlık yıllarına denk geldiğini belirten ve bu evrede ailelerin bile çocukların kitap okumasını istemediğini belirten Dr. Öğretim Üyesi Ekin Kadir Selçuk “Tüketim alışkanlıklarımızdaki değişiklikler, teknolojinin hayatımızı domine etmesi, en nihayetinde otoritelerin okumayı ya da izin verilenden fazlasını okumayı hala ‘tehlikeli’ görmesi gibi sebepler akla gelebilir. Hayatımda en az okuduğum dönem 15-18 arasıydı. Bunun bir sebebi ergenlik çağına girmem ve bu yüzden kızlarla fazla ilgilenmemdi. Ama yaş aralığına dikkat: Burası aynı zamanda üniversiteye hazırlık dönemi. Türkiye’de eğitim hayatı, hele de üniversiteye hazırlanmak insanı okumaktan soğutur. Çoğu zaman aileler ve öğretmenler kitap okumaya çalışan çocukları durdurur bile, kitap okuyacağına test çöz diye. Bir de şunu kabul etmek lazım: Antik çağlardan beri görünenle görünenin arkası, derini arasında bir çatışma var. Büyük laflar etmeyeyim diyorum ama sanırım dünyada hiçbir zaman görüntü görünenin arkasındakinin, derinin önüne bu kadar geçmemişti. Kitap okumak derinleşme gerektirir. Derinleşmek bugün çok gözde bir arayış mı? Buna olumlu bir yanıt vermek zor. Kitapçılarda çok satan reyonları gezdiğimizde birkaç büyük yazarımız hariç eften püften şeylerle dolup taştıklarını görürüz. Muhafazakar bir yorum mu benimkisi? Eh biraz. Gençliğe hayıflanma mı demiştiniz kitabın adı için? İnsan yaş aldıkça biraz muhafazakarlaşıyor galiba. Ama herkes istediğini okusun, kimse kimin ne okuduğuna karışmasın diyerek bu mesele geçiştirilebilir mi? Bence hayır. Bunu dediğinizde bu süreçleri etkileyen piyasayı, kapitalist araçsal aklı, kültür endüstrisini gözardı etmiş olursunuz çünkü. Evet iyi metinler okunmalı ve her şey “sana göre, bana göre” diye değerlendirilemez bence. Karamazof Kardeşler sana göre iyi, bana göre kötü değildir, olamaz. Tanpınar’ın Huzur’u da öyle.”dedi.
Burcu Erdal