Özgür olmayan yalnızlığıyla kaçamaz, sıkılmayan içini didikleyemez.

Didiklemeyen şarkısını duyamaz, duymayan ezberleyemez, ezberlemeyen tekrarlayamaz, tekrarlamayan sorunca söyleyemez, sorunca söyleyemeyen yolunu kaybeder. Ne yani her gelen oka duvar mı öreceğim? Kendinizi için için mırıldandığınızdan yolunuz şaşmaz. Doğru rüzgarı yakalar, yelkeni çevirirsiniz. Bunun için de özgürlük ve sıkıntı şart.
Masaldaki Hansel’in yol boyu bıraktığı ekmek kırıntıları gibi, eve dönüştür o şarkı.
Bazen başkalarının şarkılarını duyuyorum... Uzaktan sesi geliyor.
Sonra bakıyorum, kendisiyle uyumsuz başka seslerle birleşmiş, dinlenmez olmuş.
Şarkısına uymayan yerlerde geziyor.
İşte o zaman, özgürlüğünü ya da sıkıntısını kaybetmiştir diyorum. Başka bir şey olamaz.
Özgürlük istediğin yere koşmak değil, seçenekler arasında ne yöne koşacağını seçebilmek.
Sıkıntı boş boş duvara bakmak değil, bulma derdinde olmayan bir arayış. Mesajı aldığımda ilk, numarayı engelleyeyim olsun bitsin dedim.Birisi bana alınmış, gücenmiş, küsmüş, gidiyormuş, bir daha da gelmeyecekmiş.
Bunun gibi bir mesaj. Bana neden kızgın olduğunu da yazmış. Her gerçek gibi, yarı gerçek.
Benim tarafımdan bakınca, başka okunan bir mesele.
Bunun bir önemi yok. Önemli olan karşı tarafta uyandırdığın duygu ve algı.
Kimseyi duygularından dolayı suçlayamayız.
‘Neden öfkelendin, öfkelenecek bir şey yok ki? Neden ağlıyorsun, üzgünsün, üzülecek bir şey yok ki?’
Bunlar dünyanın en saçma cümleleri. Ben bu cümleleri bırakın büyüklere, küçük kızıma bile sarf etmiyorum.
Ben aynı şeye kızmıyorum ve üzülmüyorum diye, niye onun için hayal kırıklığı yaratan bir şey olmasın ki?
Biz aynı mıyız? Duygularımız aynı mı?
O benim her sevindiğime seviniyor mu, hayır. E o zaman, negatif duyguları yok sayarak onlardan kaçmak da çok manasız değil mi?
Önce duyguyu önümüze serelim, bir yaşayalım ne menem bir şeyse, sonra onun tesellisini onarımını da yaparız. Yok sayarak değil ama var sayarak.
Neyse işte bu mesaj geldi ve hiç beklemediğim bir anda ve tabii bütün günüm bulutlandı.
Hemen ortak tanıdığımız ve her şeyi bilen birine mesajı yolladım, altına da ‘inanamıyorum bunu söyleyebildiğine, numarasını engelleyeyim, bir daha da beni rahatsız etmesin’ yazdım.
O da, ‘Tabii evet öyle yap’ dedi. Bu, öfkesine karşılık benim öfkemdi.
Haksızlık yapıyordu ve öfkem tabii hemen ayağa kalkıp, onu engellemeyi ve yok sayarak cezalandırmayı önerdi.
Tam elim tuşa gidiyordu ki, bunu yapmanın amma korkakça olacağını düşündüm.
Ne yani, her gelen oka duvar mı öreceğim?
O zaman kendimi gün geçtikçe daralan duvarlardan oluşmuş bir odaya hapsetmiş olurum.
Ben açık alanı seviyorum. Ok da gelir, kelebek de.
Kendimi iletişime kapamam, onu haklı da çıkaracaktı ayrıca. Ki ondaki bilgi doğru değildi. Yine de üslubu sertti.
Konuşmayı kesmenin, cevapsız bırakmanın, bu köşede yazdığım süre boyunca dilimde tüy bite bite kendime ve size anlatıp durduğum her şeye ters olacağını düşündüm.
Dediklerimi yapmıyorsam, dememin manası da yoktu.
Size karşı da duyduğum bir tuhaf sorumlulukla, onu teselli edici, yanlışını düzeltici ve sonu sevgiyle biten bir mesaj yazdım.
Öfkeye, sevgi. Hayat acı olsa, ekşi olsa yenmez. Ama tatlı ekşi yenir.
Geçenlerde harika bir hikaye okudum bununla ilgili.
Çok eski zamanlarda ayı avlamak için, ağaca bir kovan bal koyarlarmış.
Balın önüne de ağır bir taş sarkıtırlarmış iple. Ayı gelirmiş. Balı istermiş. Bala ulaşmak için, koca taşı itermiş.
Koca taşı itince, taş geri gelir ona çarparmış.
Ayı buna çok öfkelenir ve ona vuran taşı bu defa daha güçlü itermiş.
Taşa da daha hızla geri gelir, daha hızla çarparmış.
Ayı buna daha da öfkelenir taşa vurmaya devam edermiş, ta ki taş onu yenene kadar.
Öfkeye öfkeyle karşılık verirsek, onu bayırdan aşağı yuvarlanan kar topu gibi devleştiririz.
Bir yerde bir öfke mi gördünüz, sevgi, merhamet ve teselliyle karşılık verin.
Nasıl küçülüp, güçsüzleştiğini göreceksiniz. Öfke vahşi bir hayvan gibidir, öbür öfkelerin etiyle beslenir. Siz yaprak verdiğinizde şaşalar ve aç kalır.
İşte ben de öyle yaptım, bahar dalı uzattım.
Sonra bütün hafta kendimi kutlamakla geçti.
Gerçekten şaka yapmıyorum. Bunu yapabildiğim için kendimle gurur duydum.
Nasıl oldu da, öfkeye kapılmamayı, onu kalbimde yumuşatıp yutmayı başardım, şaştım.
Eskiden yapamazdım. Küçük adımlarla da olsa, yol alıyorum demek.
Böyle olunca en çok da ne oldu biliyor musunuz? Bana batmadı ucu öfkenin.
Ne zaman onu düşünsem, ucunu nasıl yuvarladığım geldi.
Öfke sadece sahibini ısırır. O yüzden onu evime alamadım.
Kapımdan içeri sokmadım.
Sevgiyle kalın....