.

Farkında mısınız, çalışan kadına bir haller oluyor. Evet evet bayağı bayağı evrim geçiriyor. Erkek egemen iş dünyası, stres ve rekabet östrojeni emip yerine bol miktarda testosteron bırakıyor.
‘Kadın olmak zor zanaat’ idi. Yüzyıllar boyunca dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de kadına biçilen esas rol anne, eş ve ev kadını olmaktan ibaret oldu. Ancak zamanla çağ değişti ve toplumdaki bu kemikleşmiş yapı büyük bir kırılma yaşadı. Kadının iş hayatına girişi ve ekonomik güce erişimi ile roller değişmeye başladı. Aslında kadınlar için iş yükü artmaya başladı desek daha doğru olur. Zira kadın çalışmaya ve para kazanmaya başlasa da aile içindeki sorumlulukları ve evdeki iş yükü sona ermedi. Yani kadın, eş, anne ve iş kadını olarak üç kimliğiyle yoluna devam etmeye başladı. Ancak hiçbirimiz, içinde olduğumuz çağın bir getirisi olan bu durumun nelere mal olduğunun üzerinde durmadık. Ve gün geldi doğuştan gelen kimliğimizi yani kadın olduğumuzu unuttuk. Rekabetçi ve acımasız iş hayatının üzerimizdeki etkisini hiç sorgulamadık. Çünkü, ah biz kadınlar, her şey bir arada olsun istiyoruz. Kadın-erkek eşitliği diye çığlık çığlığa bağırıyor, ‘para kazanıp kendi ayaklarım üzerinde duracağım’ diye haykırıyor ama bu uğurda erkek egemen iş dünyasına östrojen hormonumuzu feda edebiliyoruz. Peki, kadınlığımıza verdiğimiz bu zararın ne kadar bilincindeyiz?  Bu yazıda geçen tanımlamalardan ötürü seksist, kadına biçilen rolden ötürü ise geri kafalı biri tarafından ele alınan bir konuyu okuduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama gerçek şu ki, görünenin ardındakileri tartışmamıza imkan veren sadece bir iddia değil, bilimsel gerçeklerin ta kendisi. Biraz daha açık konuşmak gerekirse, çalışan kadınlar içinde oldukları stres, rekabet ve mücadeleci iş hayatının bir sonucu olarak kadınlık hormonlarının normalden farklı çalışması durumuyla karşı karşıyalar. Yani bu durumu her kadının doğasında var olan ve testosteron adıyla bilinen erkeklik hormonunun normalden fazla hatta anormal ölçülerde salgılanması olarak da açıklamak mümkün. Bu noktada “Farklı fizyolojik özellikleri ve hormonları, kadın ve erkeğin stresten etkilenme ve strese karşı koyma biçimlerini farklılaştırır. Araştırmalara göre, kadınlar erkeklere nazaran stresten daha fazla etkilenmekte. Bu duruma hormonların farklılığı kadar kadının sahip olduğu rollerin, sorumlulukların ve iş yükünün fazlalığı da önemli bir etken. Çalışan rolüne, geleneksel eş ve anne rollerini, beraberinde gelen sorumlulukları ve ev işlerini de eklediğimizde kadınların yaşam yükü, dolayısıyla stres alanları da erkeklerden kat kat fazlalaşmakta.” Yani kadınlardan bu rolleri etkin biçimde üstlenmesi ve mükemmel bir başarı sergileme beklentisi de kaçınılmaz olarak strese neden oluyor. Buna ek olarak, içinde olduğumuz iş dünyasının daha fazla üretme, verimi yükseltme, büyüme ve kar etme amaçları ve bu dünyanın içinde ‘erkeklere rağmen’ çalışan kadınlar olması da stres katsayısını arttırıyor. 

ANDROJEN HORMONLAR DEVREDE! 
Yapılan araştırmalarda; iş hayatının şart koştuğu maskulen özelliklerin, kadınlarda farkında olarak ya da olmayarak, tavırlarının, konuşma şekillerinin hatta yaşam tarzlarının bile ‘erkeksileşme’sine yol açtığı gözlemlenmiş. Bu kelimeden sonra birçoğunuzun içinde tepkili seslerin yükseldiğine eminim ancak sizleri çalışan kadın profilini objektif bir gözle değerlendirmeye davet ediyorum. “Hormonların büyüme ve farklılaşma, vücut dengesinin sağlanması ve üreme olmak üzere başlıca üç görevi var ve hepsi birbirleriyle etkileşim halinde. Vücudun dengesi de bu sayede sağlanıyor. Yoğun ve kronik stres durumunda bazı hormonlar tetiklenip fazla salgılanırken bazılarının salgısı azalıyor ki, bu da hormonal dengesizliklere neden oluyor. Kadının bünyesi hormon dengesizliğine erkekten daha meyilli.” Bir başka deyişle, içimizden gelen tüm dürtüler, tıpkı elektrik akımları gibi, hormonlardan aldıkları enerjiyle titreşime geçiyor. Dürtüler, bizdeki hal ve tavırlar üzerinde önemli rol oynuyor. Peki hormonlar enerjiyi nereden alıyor? Etrafınızı saran hava var ya, işte o bile enerjinin kaynağı olabiliyor. Tam da bu nedenle çalışan kadınların tavırlarından ses tonlarına, konuşma şekillerinden giyim tarzlarına, duruşlarından düşünce biçimlerine kadar birçok farklı açıdan ‘erkeksileşme’ gözlemlenebiliyor. ‘Bu kadar kolay mı hormonlarla oynamak?’ diye soruyor olabilirsiniz. “Hormonlar ve psikolojik rahatsızlıklar arasındaki ilişki özellikle kadınlarda daha belirgin. Noradrenalin, dopamin ve serotonin, iyi olma hissini sağlayan başlıca hormonlar. Bunlardaki dengesizlik psikolojik problemlerin oluşmasına neden oluyor. Üreme işlevini düzenleyen hormonlar, iş hayatındaki stresin etkisiyle dengesizleşiyor, dolayısıyla ciddi sorunlara neden olabiliyor. İş stresi ve başarma arzusunun, kadınların hormon dengesinde değişimlere sebep olduğunu doğruluyor. Çünkü kadınlık hormonu olan östrojen, yerini acımasız iş ortamında güç, dayanıklılık ve rekabet etme özellikleriyle bağlantılı olan ve içinde erkeklik hormonu testosteronu da barındıran androjen hormonlara bırakıyor. 
KADINSILIĞIN YOK OLUŞU
Bilimsel gerçeklerden yola çıkarak elimizdeki iki veriyi daha hatırlatmakta yarar var. Birincisi hem erkeklerde hem de kadınlarda, farklı oranlarda da olsa testosteron ve östrojen doğal olarak bulunmuyor. İkincisi ise, kadınlardaki testosteron düzeyi erkeklerin sadece yüzde beşi kadar! Ancak hormonların salgılanma oranının psikolojik durum,beslenme şekli, uyku düzeni ve benzeri daha kadar birçok durumdan etkilendiği de su götürmez bir gerçek. Bütün bunlara bağlı olarak iş hayatında var olan, yoğun stres altında çalışan ve özünde bir hayat mücadelesi içinde olan tüm kadınlarda testosteronun normalden daha fazla salgılandığını söylemek yanlış olmaz. Bu durum kadının doğal ihtiyaçlarını yerine getirmesinde bir engel oluşturduğu gibi olumsuz fiziksel ve duygusal tepkilere de yol açabiliyor. “İş stresi her iki cins çalışan için de geçerli. Buna rağmen erkek egemen organizasyonlarda çalışan kadınların erkeklere kıyasla daha fazla strese maruz kaldıkları görülüyor. Erkeklerden farklı olarak kadın çalışanlar; cinsiyet ayrımı, cinsel taciz, şiddet, aile yaşamındaki sorumluluklar ile iş yaşamının getirdiği sorumlulukların çatışması gibi çok önemli stres kaynaklarına sahip.” Bir başka deyişle kadınlar, iş hayatının getirdiği zorluklarla uğraşırken hormonlarıyla da mücadele ediyor. Bu manada erkeklerin bizden daha şanslı varlıklar olduklarını söylemek mümkün, çünkü onların hormonlara bağlı ruhsal iniş çıkışlara karşı doğal geliştirdikleri kalkanları var. Biz kadınların hayatında başrolde hormonlar var ve filmin yönetmeni siz değilsiniz; kontrolümüz dışında hareket eden hormonlar. Günümüzde bu ciddi değişimlerin henüz pek farkında olmasak da, rekabetin gittikçe arttığı iş hayatında rol alan kadınların yoğun strese bağlı olarak yıllar içinde değişen fiziksel ve hormonal yapıları, psikosomatik ve psikolojik rahatsızlıkları, azalmış doğurganlık ve erken menopoz sorunlarının gittikçe artacağını bilimsel çalışmalar ışığında öngörerek gerekli önlemleri almak gerekir.

İŞ HAYATININ KADINLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 
• Stres nedeni olan düşük iş kontrolü, kadınlarda kalp krizi ve diyabet riskini artırıyor.
• Olumsuz psikososyal iş ortamında çalışmak zorunda kalan kadınların tam kapasiteyle çalışamadıkları, fiziksel ve zihinsel fonksiyonlarını yavaş yavaş yitirdikleri görülüyor.
• Stres altında yeni bir beceri edinme durumunda, kadınlardaki östrojen hormonu erkeklere göre daha fazla zorlanmalarına neden oluyor. Bu durum öğrenme ve duygusal yanıtlar verme konusunda kadınlar ile erkekler arasında belirgin farklılıklar yaratıyor.
• Kadınlardaki rol çatışması ve iş yükünün olumsuz psikososyal etkileri, sadece iş sırasında değil sosyal zamanlarda da devam ediyor. Bu psikososyal uyarılar psikosomatik semptomlara yani kardiyovasküler ve kaslarla ilgili bozukluklara neden oluyor.
• Sosyal hayatta kadınlar üzerindeki sorumluluklar ve beklentiler, onların erkeklerle aynı koşullarda olsalar dahi kariyer hedeflerine ulaşmalarını sağlayacak olasılıkları düşürüyor.
• Kadın ve erkek yöneticiler üzerinde yapılan bir çalışma, iş sırasında iki cinste de kardiyovasküler (kalp hızı, tansiyon...) ve nöroendokrin (beyinden gelen uyarılar ile salınan hormonlar) aktivitelerinin arttığını gösteriyor. Ancak iş sonrası gevşeme döneminin kadınlarda erkeklere göre daha uzun sürdüğü de gözlemlenmiş. Yani kadınlar daha uzun süre bu aktivitelerin etkisinde kalıyor. Bu stres profilleri kadın yöneticilerin uzun dönem sağlık sorunları yaşamalarına neden olabiliyor.