.

VALLAHİ VEKİL TURAN’A BÜYÜK AYIP EDİYORLAR…!
Diyeceksiniz ki, “ne diyorsun?”
Yanıt basit. Hayli de kısa;”Ben diyeyim diye, yaşanılanlar dedirtiyor bu dediğimi…”
Bilmece çözdürür gibi sözler etmek zorundayım. Çünkü; açık açık dile getirirsem aktardıklarımı, ‘açık söyleyeyim endişelerim var.’  Ne olur, ne olmaz. Dertsiz başıma dert, belasız hayatıma bela alırım.
“Endişeye gelince var…” başlığı atar iken, kendi endişelerimden söz etmedim.  Başkalarının duyduğunu hissettiğim endişeden söz ettim.  En azından bu konuda açık açık kaleme almış olayım anlatacağımı.
Sonra da, “hizmete gelince yok…” vurgusuna yol açan detaylardan söz edeceğim.
Yetmeyecek, ardından da; “Çanakkale’ yi hizmet manyağı” eden ismin çabalarına yönelik yapılan bariz ayıptan…
Önce,  hissedilen o  ‘endişe’ meselesi. Nezaketen olması gereken bir ziyaret.  Bunun ardında bir hinlik aramak olur mu hiç? Ya da aranmalı mı..?
ENDİŞE VE KORKU MU VAR..?
 Olması gereken, ve de art niyet aranması kesinlikle gerekmeyen bir ziyareti anlatır hatıra fotoğrafı çektirmekten niçin çekince duyulur?
İşittiklerim üzerine, öylesine dile sorular oluştu ki zihnimde, hangi birini kaleme alayım?
Bakın, bunu dahi dile getirirken, soru yüklüyüm. Yaşanılanlar ve yaşandığını duyduklarımız, zihnimde sorular deryası oluşturuyor vesselam.
---------------------------------------------
‘Oldu olacak’, derken, oluyor.
‘Olan’ dan niçin faydalanılmıyor…?
Buyurun işte, bir yeni soru daha… Bu deli soruları aklıma getiren ise, baştan da dedim ya; “VALLAHİ VEKİL TURAN’A BÜYÜK AYIP EDİYORLAR…!”
Muhtemelen bu bahsettiklerimden ötürü, yani kısaca benden ötürü,  kızacaklar çıkacak kaleme aldıklarımı okuyanlar arasında. Öfkelenenler olacak üstelik. Olsun… Sorun yok… Ben yerine, yakınlarımla uğraşmasınlar yeter.
Plağı baştan dinleyelim. O halde, iğneyi yerine... Başlasın mı şimdi müzik…?
Gerçi aylardır bazı şeyleri anlatmaktan, plak adeta bozuldu. Bozuk plak gibi tekrar tekrar dile getirmekten, haliyle bizim iğne de kırıldı kırılacak. 
Endişe edilen bazı konularda gösterilen hassasiyeti, asıl meseleler de gösterenler olsa, ne ala Çanakkale olacak, benim güzel Çanakkalem…
Yani, böylesine endişeleri yerinde yaşasa ilgililer, ne ben dile getirmeye çalışacağım, ne de başka meslektaşlarım. Anladığım o ki; ‘Bir sorun var ortada.’ Tabii ki bence.
Yarım aklım ile bu tespiti yapabildiğime göre, tespit diye özetlediğim işittiklerimi de kaleme alıvereyim müsadenizle.
Efendim ilk bahsedeceğim olay şu; Yeni göreve başlayan bir isim, hayırlı olsun ziyaretini kendi üstleniyor adeta. Ve ziyaret gerçekleşiyor. Bu anı gösterir bir fotoğraf karesi neden çekilmemiş, anlam veremedim. Belli ki bir endişe var…
Ya da, korku mu denmeli…?
ENDİŞE DUYULAN, KORKULAN KİM…?
Bahsedeceğim konu,  hayırlı olsun ziyaretleri, kime yapılıyor ise böyle…
 Ne sosyal medyada rastlıyoruz bu anları anlatır görsellere, ne de başka bir mezrada. Tuhaf işte.
Aslına bakarsak, hemen her anımızı pek de meraklıyız, sosyalden paylaşmaya. yanlış mıyım..?
Sonrasına geleyim. Bu da hayli ilginç bir konu. Yıllar yılar önceydi, Doğal Gaz’ ın kapımıza ulaşması. Kapımıza derken, il merkezinde oluşan ana dağıtım merkezine.
Sonra yıllar yıllar geçti. Çanakkale’yi hizmet manyağı eden bir siyasetçimiz oluverdi. Bitmek bilmeyen enerjisinden ötürü, hem partilileri, hem de enerjiye tanıklık edenler, bir lakap taktı bu siyasetçiye. ‘ATOM KARINCA’ diye.
Hayal edilen köprüden, hayal edilen OSB’ ye, saymakla bitmeyecek yatırımları getiriverdi. Sanki masal anlatıyorum değil mi…?
Saymakla bitmeyen yatırımları, sadece vekilliği sürecinde Çanakkale’ ye getiren, bu nedenle de Çanakkale’ y hizmet manyağı yaptı diye anlattığım bu siyasetçi, ‘Atom karınca’, yani sayın vekil Av. Bülent Turan.
Yenilenmemiş, okul, sağlık ocağı gibi onlarca kurumun hizmet binası kalmadı. Tüm bunlardan tutun da, daha saymakla bitmez ne yatırımlar geldi Çanakkale’ye.
Hani başta dedim ya, “HİZMETE GELİNCE YOKLAR..” diye de başlık attım ya, işte o konuya, sondan başlayıp geldim.
Anlatmaktan dilimizde tüy kalmadığından olacak, bazen başta ettiğimi sona, sonda ettiğimi başa bağlayıveriyorum. Yoruldum gari. Anlatmaktan yoruldum. Yazmaktan da…
Şehitler coğrafyasını hizmet manyağı eden bir isme ayıp ediliyor derken, kendimce de ‘hizmete gelince yoklar’ diyerek vurguda bulunurken, anlatmaktan yaşadığım yorgunluğu tekrar yaşıyor olmamdan, yer ve sıra değişikliği yaşıyorum. Kusura bakmayın artık.
 Yek’ten meseleleri dile getirdiğimizde, ardında neden arayıp, Misal; “Müdür atamasına bağlayanlar”
Son örneğini öğretmen evi meselesinde gördük. Dediğimiz, belli bir saatte üstelik de hayli erken saatte kapanmasıydı,  nerelere bağladılar.
Şimdi yine o adresten hareketle; “Geçen akşam çay isteyenlere, tüp bit tu denmiş…”  Tüp bitmiş…
Şaka değil, gerçek. Tüp bitmiş…. “Alo tüp bit tu” günleri gibi.
Çanakkale’nin eskileri bilirler bu sözü. Bu sözü kimin ettiğini de. Bir ara, bu konudan da bahsederim. Şimdi bahsedecek olursam, zaten anlaşılmayan mevzuları daha anlaşılmaz hale getiririm.
Çanakkale’de şu bir gerçek, zerre yalan yok; ‘Alo tüp bit tu’ dönemini kapattıran, Lapseki ardından, en son Geyikli’ de dahi Doğal gaz’ ı şebekeye sunduran sayın vekil Turan’a, şehrin en nefis adresinde, bir bardak iftar sonra6sı çay ikramı edemeyince;  ‘’Tüp bit tu” deseler, ne olurdu merak ediyorum… Gözüne baka baka, ayıp etmiş olmazlar mıydı…?
Bazı meseleleri dile getirdiğimizde, ”Kim yazdırdı bu haberi…?” sorusunun yanıtını armaya düşenlere, bir sözüm olacak.
“Tüp bit tu..” meselesini yazarken, beni bunları yazmaya iten kişi kim biliyor musunuz?
Merak ediyor musunuz? Söyleyeyim; “Kendimi, mümkün değil fakat,  sayın vekil Turan’ ın yerine koydum bir an. Bu sözü ben işit sem, yıkar geçerdim ortalığı…”  
Yenisi yapılırken onca para harcanan bu önemli mekanın projesine, Çanakkale’nin en çağdaş hizmeti olan Doğal gaz’ı nasıl almamışlar, o da ayrı bir mesele ya, neyseee…
İyisi mi, çok da düşman edinmeden kendime, usulüyle yazmaya son v ereyim.
Öyle ya, ne diyorsak ters anlaşılıyor.
Geçenlerde bir söz ettim; “Biz diyoruz Çanakkale boğazı, anlaşılan Cebeli Tarık..” diye.
Anlaşılan demekle yanlış demişim, onu da verilen sözde yanıtlarda fark ettim. 
Neyse, döneyim günümüze. Bazı hallerde, şöyle diyesi geliyor insanın;
“Yapacak bir şey yok. Üç metre kumaştan, hem etek, hem ceket, hem pantolon, hem gömlek, hem de şalvar çıkmaz… Bayramlık giysileriniz için üç metre kumaş yetmez…”